Risale-i Nurlar’ı tanıyalı bir buçuk yıl kadar olmuştu. İstanbul Şirinevler Dershanesi’nde bir yıl kadar kaldıktan sonra Kocaeli Üniversitesi’ni kazandım ve İzmit’te kalmaya başladım.
Üstad Hazretleri’nin siyasetle hiçbir iştigali olmadığını ve talebelerinin de siyasetten tamamen soyutlanması gerektiğine inanıyordum. İlk bir buçuk yılımda, bunlar dışında pek bir şey bilmiyordum.
Sonra, İzmit’te kaldığım yıllarda, ikinci derslerde siyasetle ilgili mektuplar okunduğuna şahit olmak, kafamda soru işaretleri oluşturdu. Düşüncelerime ters düştüğü için bunların ne anlama geldiğini bilmiyordum. Siyasetten men etmiş olan Üstad Hazretleri’nin mektuplarında siyasete dair bahisler olmasını anlamlandıramıyordum. Bu bir müddet böyle devam etti. Fakat süreci kendi dünyamda çözmeye çalıştıkça cevaplar büyüyor ve işin içinden çıkılmaz hale geliyordu.
O dönemler Siyasal İslâm hareketinin dünyamda büyük bir yeri vardı. Siyasete bakmıyordum gene. Fakat siyasî olarak bugünkü İktidar Partisi’nin gönlümde bir yeri vardı. İslâmların şahlanışına şahit olmak ve bunu beklemek, belki de destek vermek her Müslümanın arzu edeceği bir şey elbet. Ben o dönem kendimce böyle bir tanımlama yapıyordum. Her ne kadar derslerde okunan mektupları tam anlamlandıramasam da, Üstad Hazretleri’nin en azından bu partiye destek vermese bile karşı olacağı düşüncesine pek ihtimal vermiyordum.
Tam böyle soruların zihnimde üst üste bindiği bir zamanda, bir akşam dersi sonrası cemaat dağılmış herkes evine doğru yol almaya başlamıştı. Ben de mutfağa geçtiğimde yaşlı ağabeyin çay bardaklarını yıkadığını gördüm. Elinden alıp ben yapmak istedimse de müsaade etmedi. Bunu yapmaktan keyif aldığını söyleyerek yıkamaya devam etti. Bir yandan da öyle konuşmaya başladık. Çok tanımıyordum, sadece derslerde gördüğüm biriydi. Bir müddet sonra ilk defa birine konuyu açıyordum. Neden Üstad Hazretleri siyasetten men ettiği halde, kitaplarında siyasete dair şeyler yazmış? Bunu anlamakta güçlük çekiyorum. Hangisi doğru, hangisi yanlış? Bu mevzuyu anlatıp anlatamayacağını sordum. Şöyle bir dönüp baktıktan sonra, ellerinin bulaşık olduğunu ve içeriden Emirdağ Lâhikası’nı getirmemi rica etti. Aldım geldim. Şu sayfayı aç dedi. Açtım. Karşımdaki şu cümle ile irkildim.
“Bu zamanda dört parti var”
Evet. O ana kadar, Üstad Hazretleri’nin kendi kaleminden, kendi ağzından çıkan böyle bir sözü ömrümün sonuna kadar işitmeyeceğimden emindim. Ve o an cidden sarsıldım. Sesli okumamı rica etti. Ben de okudum.
İttihad-ı İslâm Partisi tarifini okuyup o kısmı bitirdikten sonra kalbimde bir ağrı hissettim. O kadar çabuk tesir etmişti ki. Neredeyse bütün sorularıma cevap bulmuştum. Fakat aldığım cevaplar cidden kalbimi ağrıtmaya başladı. Çünkü bu partiye sempati duyuyordum. Fakat bu okuduğum 5-6 satır bütün muhabbetimi derinden sarstı ve o gün o mutfaktan çıkarken ameliyattan çıkmış gibi bitkin, şaşkın ve açıkçası biraz hüzünlüydüm.
Allah o ağabeyimden razı olsun ki, beni doğrudan Üstadım Hazretleri’yle muhatap kıldı. Belki kendi açıklamaya çalışsa bugün bunları yazamayacaktım. Bilemiyorum…
Bu münasebetle her gece ettiğim şu duâyı da, bu küçük hatıranın hatırına binaen buraya ekliyorum:
Üstadım o ağabeyi tam talebeliğe kabul buyursun. Ve Üstad Hazretleri’nin duâsından da hissesiz bırakmasın. Ve kabrinde onu Üstadı ziyaret etsin. Ne mutlu sana çay bardağı yıkayan adam!