Avustralya İşçi Partisi Genel Kongre Üyesi olarak parti kongresindeyim.
Kongrede yaklaşık bin beşyüz-iki bin delege ve dâvetli var. Salonda sadece üç beş resmî polis görebiliyorum. Onun dışında on beş yirmi kadar da özel güvenlik.
Kongre salonunun önünde aralıklarla farklı eylemcileri görebiliyoruz, seslerini duyurabilmek için eylemlerini gürültülü ve eğlenceli gerçekleştiriyorlar.
Kimse onlara müdahalede bulunmuyor.
Çevreciler bitiriyor, mülteci hakları savunucuları aktivistler başlıyor. Onlar bitiriyor bir diğeri başlıyor. Kongre salonu girişi adeta karnaval havasında. Trampetli gençler hep bir ağızdan “demokrasi nedir ve neye benzer; demokrasi işte budur ve buna benzer” diye hep beraber tempo tutuyorlar.
Kürsüde ana muhalefet lideri Bill Shorten konuşma yaparken sahneye çevreciler ellerinde flamaları ve afişleriyle fırlıyorlar. Sahneyi işgal ediyorlar.
Shorten onların eylemlerinin bitmesi için konuşmasını kesip beklemeye koyuluyor.
Eylemciye “Şu flamanı bana ver. Teşekkür ederim, artık sesinizi duyurdunuz, buradan ayrılabilirsiniz” diyor.
Eylemci eylemine devam etmekte ısrar ediyor; ana muhalefet lideri; “Ben beş yıldır bekliyorum, her halde bundan sonra beş dakika daha bekleyebilirim” diye espiri yapıyor. Eylemcinin bitirmesini bekliyor.
Salonda oturma düzeni gözüme çarpıyor. Delegeler, senatörler, eyalet bakanları, milletvekilileri hep beraber karışık şekilde sıradan sandalyelerde otururken, izleyiciler ve dâvetliler, üst bölümde konforlu koltuklarda yerini almışlar. Ne yalan söyleyeyim ben bu işe biraz da bozuldum hani!
İki gündür gözlemliyorum.
Kahve almak için sırada bekleyen kişilere bakıyorum, eyalet bakanı, federal milletvekilleri, senatörler. Kimseye imtiyaz yok, kimse de imtiyaz beklemiyor zaten.
Galiba demokrasi denilen şey; protestocu gençlerin dediği gibi “demokrasi işte budur ve buna benzer” olsa gerek.