İnsan gaflet ve ülfet rüzgârlarında savrulurken tek sığınağı Rabbisi.
Nefsinin eksik etmediği gıdıklamaları ile kendisini kandırmaya çalıştığı anlarda emniyetli yola tek sevk eden yine ve şüphesiz Rabbisi. Yolumuzu ancak O’nun sevkiyatı ile bulabiliyoruz.
Bir Perşembe günü… Özel okumamda sıra Tarihçe-i Hayat’ta. O gün de Kastamonu Hayatı’na gelmiş ve Âyetü’l-Kübra’yı okumaktayım. Tefekkür sayfalarını, satırlarını, kelimelerini ve noktalarını bir bir aralayan bu Risaleyi okurken nefsim ülfet ile fısıldamalarına başladı: Nereye kadar tefekkür dedi, Tarihçe-i Hayat’ta da Âyetü’l-Kübra mı dedi?
Kafamı iki sallayıp kendime gelmeye çalışarak düşüncelerimi toparladım. Ben değilim bunları diyen diye düşünmek istedim. Ama şeytanların fısıltılarını dinleyip dillendiren şüphesiz mutmain olamamış kendi nefsim idi. Estağfurullah çekip okumama odaklanmaya gayret ederek devam ettim.
Ertesi gün, Cuma… Genç üniversiteli dersimiz var ve abla meslek meşreb konulu dersi okumakta. Mesnevî-i Nuriye’den ‘Üstad-ı hakikî Kur’ân’dır’ bahsi. Ve İbnü’l-Mu’tez’e ait o mısra: ‘Her şeyde O’nun birliğine delil olan bir alâmet vardır.’ Derste geçen bu bir tek ibare yüzüme hafif bir tokat vurup beynimi hareket ettirmişti. Ya da şimşekler çaktırdı mı desem.
Sordum kendime: Bu alâmetlerini okuyabiliyor, fark edebiliyor muyum ben?
Görebiliyor muydum havada, suda, karada; sağ, sol, yukarı, aşağı, ön ve arka cihetlerimde Vahdaniyeti’nin sikkelerini? Nefsimde ve âfakta Vahidü’l-Ehad’in birliğinin turralarını görüp ayırt edebiliyor muydum? Kâinata yansıyan esmanın tecellilerini, cilvelerini görebiliyor, söyleyebiliyor, sayabiliyor muydum? Saymayı bırak, yakından görsem bile tanıyamıyordum çoğu zaman. O zaman ben Rabbimin vahdaniyeti hususunda aklımı ikna, kalbimi iz’an edebilmiş miydim? Ruhum, bedenim, tek tek bütün lâtife ve zerrelerim bu hakikat üzerine tatmin olup iman etmiş halde miydi?
Bu soruların cevapsızlığı karşısında utanç ile başı eğilip nefsinin yanlış fısıltılara kulak kabarttığını idrak eden ben. Ve nedamet ile hatasının farkına varmış olmanın verdiği sürur sayesinde umut ile başını kaldıran ben. Elhamdülillah Yâ Rabbi, yine doğrulttun kulunu.
Cumartesi günü ise Rabbim merhameti ile yolunu bulmakta zorlanan cahil kulunun karşısına yine hakikat Nurlar’ı serpmeye devam etti. Bu kez yer Şemme, konu ise ülfet. Akşam dersimizi Mesnevî-i Nuriye’den tefeül ile yapalım dedik. Bana nasip olan iki İ’lem de ülfet hakkında. Me’lûfum olan şeyleri malûm sanıp etrafımı saran harika ve mu’cizevî işleri adi, basit işlere indirgeyip ne kadar yanıldığımı gösteren bir ders. Her zorluğumda sığındığım Rabbimi ne kadar da tanımadığımı gösteren bir ders.
Her zaman benimle birlikte olan ve bizleri hidayete sevk edenin, ancak O olduğunu, üç gün boyunca art arda yaşadığım bu olaylar bir kez daha ihtar edildi. Buradan bana düşen ise okumalarımı arttırmak ve bu okumalardaki dikkatimi de arttırmaya çalışmaktı ve son olarak Habibullah gibi ‘Rabbim! Hayretimi arttır.’ duâsını sık sık etmek ve yaşatmaktı.