Çok olmadı sana yazalı, ama eline ulaşması nasip değilmiş ki, sana yazdığım gün, bir Cuma sabahında başka bir diyara yolcu etmişler seni ağabeyim.
Hangi cümlemin neresinden başlayacağımı bilemiyorum. Bütün cümlelerim seninle noktalanmış, âdeta kelimelerin bile kısır kaldığı bir mektup. Ah bir bilsen ağabeyim körpe yüreğimin ayrılık rüzgârlarıyla kırılmış dallarının nasıl da savrulduğunu... Eskisinden daha çok özlüyorum seni, daha çok hatırlıyorum gülüşünü, daha çok çınlıyor sesin kulağımda, daha çoklar çoğaldı ömrümde... Belki bu yüzden alıştım her zulmün daha çoğunu görmeye, ama daha çoklar çoğalmadan daha çabuk gelmeye çalış ağabeyim. Çünkü annemi daha çok avutmak yoruyor beni, tatmin olmuyor hiçbir vuslata, senin vuslatın olmayınca. Bazen evin boş koridorlarında farkına varmadan seni çağırıyor, sonra kendi sesindeki özlemi duyunca boş koridorların vefasızlığında anlıyor yokluğunu. Bazen o kadar çok sorguluyor “neden, neden, neden...” Sanki her şeyi sabrını kemirmek istercesine hücum ediyor ona, “niçin” ve neden”ler. Haksızlıklara karşı haktan bir çıkış yolu bir kapı arıyor ve buna mukabil “inne’l-lahe me’a’s-sabirin” sözleri dökülüyor hasret kokan dudaklarından...
Eminim sen de en az bizim kadar özlemişsindir ağabeyim. Daha göremediğin evlâdını, can pareni özlemişsindir. Meselâ, onun sarılamadığın küçücük bedenini, duymadığın kokusunu özlemişsindir. Kim bilir ne çok isterdin bunca zulme mukabil evlâdının gözbebeklerinde geleceği görmeyi, ya da yavrunun kulağına ezan-ı şerifi okumayı, ne çok isterdin seni uykusuz bırakmasını, belki ağlamasını bile isterdin başucunca... Küçücük bedeninde Hay isminin tecellisini bulman bile ne çok kıymetlidir senin için.
Nur’un neşredildiği puslu duvarlarda, demir parmaklıklar ardında dünyaya meydan okuyan nice Saidlerin vazifesini üstlenmek varmış nasibinde. Belki de imtihanların en güzeliydi bu. Medrese-i Yusufiyede, Yusuf misali Nur olmuşsundur, haksızlıkların nakşolduğu duvarlarda. Kolay değil Nur’un talebeliğine namzet olmak o yolda yanmak ve pişmek.
Ama vazifen bittiğinde gel ağabeyim. Demir parmaklıklar ardına bizim için güzel yarınlar ve bahar var. Papatyalar taze filizlenmiş yapraklarını doyurmak için bizi bekliyorlar. Beşerin bunca zulmüne rağmen Sani-i zül-Celâl’in bize ikram ettiği mutluluklar var. Giderken, hasretle beklediğin bir özlemin, bir evlâdın var. Hasretinden buruşmuş ellerini semaya, şefkatli kollarını sana açan annen ve biz varız.
Mektubumu kıymetli birinin sözleriyle noktalamak isterim “Unutma! Problemler küçük insanların şevkini kırar, büyük insanların azmini arttırır.”
Daima duâsında olduğun kardeşin...