Fakat çoğu zaman öyle değildir. Birçok lehçesi, veçhesi vardır kelimelere sükut libası giydirmenin, sükûta bürünmenin…
Bazen kahırdan, kırgınlıktandır.
Kırgınlıktan;
Dertlidir sesini duyuramamaktan, herkesin sağır, dilsiz olmasından.. Yorgundur her seferinde sesinin sağır duvarlara çarparak gürültüyle geri dönmesinden. Sevdiklerinedir en büyük kırgınlıklar, nazdır, sitemdir aynı zamanda. “Ben sana sustum/küstüm, gönlümü almanı, kırıklarımı onarmanı bekliyorum”dur.
Susmak;
Yâren, kâğıt kalemdir bazen. Bazen şiir, bazen güfte/bestedir. Bazen motiftir, oyada, kilimde… Bazen fırçadır, tuval üzerinde kuğu gibi süzülen. Bazen ebrudur, renk renk desen olup suya yazılan…
Anlaşılamamaktandır, kendini aramaya koyulur insan. En uzun yolculuğa çıkar. İçine, içinin derinliklerine, denizlerine doğru. Kendini bulma gayretindedir, nedenler, niçinlerle kulaç atarak… Bazen de yüce ruhluların kaderidir anlaşılamamak. Mevlâsıyla başbaşa olmak gayretindedir onlar. Menzilleri kuş uçmaz kervan geçmez dağlar, mağaralar olan münzevîler…
Aslında sükûta bürünmek, susmak değildir. En derin cümleler sükûtça kurulur. Harfler kırgın, kelimeler yaralı olduğu için dîl, dile gelmelerine izin vermez. Yaraların daha derine inmesinden korkar. Evet gerçek susma, her haliyle sükût etme, Hak karşısında tam bir teslimiyet ve tevekkül ile boynunu büküp, kemerbeste-i ubudiyet içinde susmadır ki, insanı bu haliyle Semî ve Basîr olan Zat’a intisap ettirir. Adeta hal dilinin en büyük konuşmak olduğunu da herkese ilân eder.
Sahi, birlikte susmayı, sessizliğin sesini birlikte dinlemeyi, anlamayı bilen kaç kişi var?