"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Hukuk yoksunluğu sürdürülebilir mi?

Ülkü Doğan
10 Temmuz 2017, Pazartesi
Niyazi Berkes, Unutulan Yıllar’da Türkiye’de sosyoloji biliminin gerçek bir bilim gibi icra edilememesinin altında yatan sebebi şöyle açıklıyor:

“Bunun başlıca nedeni, düşün ve bilimsel araştırma özgürlüğünün olmaması, varılan sonuçlardan ürkenlerin elinde, bilimin üstünde olan bir güç bulunmasıdır.” Aynı sonuca, Türkiye’de hukukun gerçek bir ‘hukuk’ olarak işlevini görememesi bakımından da ulaşılabilir. Hukukun vardığı sonuçlardan ürkenlerin veya hukukun vardığı sonuçlardan başka nedenlerle hoşlanmayanların, onun başka sonuçlara varmasını isteyenlerin elinde, hukukun üzerinde bir gücün olması...

Hukuk nedir? Hukuk, kanun değildir. Hukuk, milletin temsilcisi olan parlamentoda düzenlenen kuralların ya da parlamento tarafından dolaylı veya halk tarafından doğrudan seçilen yürütme temsilcilerinin verdiği kararların bütününe verilen ad değildir; onun adı, mevzuattır. 

Hukuk, meşrûiyetini o anda belirli bir toprak sahasında yaşayan insanların çoğunluğunun katıldığı görüşlerden almaz. Dolayısıyla kuralları koyan organların doğrudan veya dolaylı olarak halk tarafından seçilmesi, o kuralları ‘hukuk’ haline getirmez. Hukuk, meşrûiyetini daha üstün değerlerden alır. Bu değerlerin kökenini tabiata dayandırabilirsiniz, toplumsal gelişmenin kendisine ve insanlığın tarihî birikimine dayandırabilirsiniz; fakat neye dayandırırsanız dayandırın, hukuk, ‘adalet ve düzen’ değerleri üzerine inşa edilmiştir. ‘Adalet ve düzen’ değerleriyle teyit edilmeyen kurallar bütünü, ‘hukuk’ olarak adlandırılmaz; çünkü uzun vadede toplumun ihtiyaç duyduğu meşrûiyeti, düzeni bu kurallar sağlayamaz.

Adalet, menfaatler dengesi olarak tanımlanabilir; hak edene hak ettiğini vermek olarak tanımlanabilir ya da bir tanımı yapılmadan, onu gördüğünüzde ne olduğunu anladığınız ‘insanlık tecrübesinin vardığı noktaya içkin’ bir değer olabilir. Düzen ise, istikrardır; kararlar arasındaki tutarlılıktır.

İki yıl önce, aynı şartlar altında bir olay mahkemenin önüne geldiğinde farklı şekilde çözüldüğünü gören toplum, bugün verilen tersi yöndeki karardan tatmin olmayacaktır. Bu kararın dayanağını, parlamentonun koyduğu kurallarla sağlayabilirsiniz ya da buna hiç ihtiyaç duymaz o anda elinizde bulunan fiilî bir imkândan faydalanıp bunu yapabilirsiniz; fakat toplum nezdinde bir şey eksik kalacak, bir yerde taşlar yerine oturmayacaktır. Sorulan sorular, adaletsiz olan kuralın sürdürülebilir olmasını imkânsız kılacaktır. İnsanlık tecrübesinin vardığı sonuç, budur.

««

Bu ülkede, çok sayıda başörtülü kadın, 80 darbesinden sonra –azımsanamayacak çapta bir tepkiye rağmen- “yönetmelikle” (yani Anayasa’ya göre temel hak sınırlaması yapılamayacak bir metinle) ve “genelgelerle” (ki normlar hiyerarşisinde yönetmelikten daha aşağıda kalır), inançlarının bir pratiğini taşıyan kıyafet tarzları dolayısıyla eğitim haklarından ve çalışma haklarından mahrum bırakıldılar. 97’den sonra aynı uygulama, MGK kararı, buna dayanan genelgeler esas alınarak devam etti. Başörtülü kadınlar, onlar gibi düşünen erkeklerin bir kısmı ve onlar gibi düşünmese bile onların haksızlığa uğradığına inanan insanlar, bu yasağın altında yatan gerekçeleri sorguladılar; bu yasağın hukukun dayanması gereken ‘adalet ve düzen’ değerlerini tatmin etmediğine inandılar ve uzun da sürse, neticede bu değerlerle olan tutarsızlık toplumda bu kuralların meşrûiyetini sarstı, değişimi zorunlu kıldı.

80’lerde verilen Danıştay kararlarında, bu insanların sorduğu sorular tatmin edilemedi; 2000’lerin başlarında verilen Danıştay kararlarında da bu sorular tatmin edilemedi. Fakat hak arayışı, mahkeme kanalıyla olamasa da, Anayasa değişikliği kanalıyla olamasa da, sonucunu getirdi. “Su çatlağını buldu...” O gün, mevzuata (‘yüzeyde’) uygun, fakat ‘hukuk’a aykırı olan uygulamalar, toplum hayatındaki ‘adalet ve düzen’ ihtiyacına yeterli gelmedi. Hukuka karşı gösterilen direnç ise, bu sonucun başka türlü tahribatla gelmesi dışında bir işe yaramadı. 

1960’ta 147 öğretim üyesi genel ve soyut düzenleme ihtiva etmesi gerektiği bilinen ‘kanunla’ görevden alındıklarında, gazetelere geçen beyanat, bu görevden almaların akademide oluşturduğu yıkımı haykırıyordu. Hakikaten, akademinin siyasetten bağışıklığı sağlanamadığından, ondan sonra Türkiye’de hiç ‘akademi’ olamadı. 1980 ve 1982’de Sıkıyönetim Kanunu’nda yapılan iki değişikliğe dayanılarak yapılan görevden almalar, ilk derece mahkemelerinde denetlenmemiş; yalnız yedi sene sonra Danıştay 1402’likler kararıyla ilgililere kamu hizmetlerine dönme yolunu açmıştı. Yapılan işlemlerin mevzuata uygun olması, onları kendiliğinden ‘hukuka uygun’ hale getirmemişti; insanların sordukları sorular neticesinde ‘80’ler’ bugün bir utanç dönemi olarak tarihe yazıldı.

««

Masumiyet karinesi, kanunların ve kanun hükmünde kararnamelerin genel ve soyut düzenlemeler ihtiva etmesi kuralı, idarenin işlemlerinin yargı denetimine açık olması, temel hak sınırlamalarının kanunla yapılması ve ölçülülük ilkesi, olağanüstü halin ‘amaç ve zaman’ bakımından sınırlılığı, tutuklamanın bir tedbir olarak istisnai niteliği, mahkemelerin bağımsızlığı ve tarafsızlığı, kuvvetler ayrılığı, yasama yetkisinin devredilemezliği... Bunlar, hukuk düzeni içinde boş yere gelişmiş, hiçbir ihtiyacı karşılamayan ‘lüks’ler değil; toplumun adil, öngörülebilir ve istikrarlı sonuçlara duyduğu ihtiyaç dolayısıyla ortaya çıkmış ilke ve kurallardır. Mahkemedeki hâkimin ya da yürütmeyi temsilen belirli makamlarda bulunanların ‘hukukun başka bir sonuca ulaşmasını’ arzu etmesi, o gün için fiilen o sonucu temin edebilir; fakat o sonucu ‘hukukî’ hale getirmeyeceğinden, hukukun toplumda yerine getirmesi gereken işlevi de sağlamaya yaramayacaktır.

Okunma Sayısı: 2890
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı