Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 19 Ağustos 2006

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Röportaj

Canan KARAKAŞ

Gençlere fırsat verilmeli

Gökmen kimdir?

Diyarbakır doğumluyum, ortaokul ve lise öğrenimimi Diyarbakır’da tamamladıktan sonra, liseyi Diyarbakır Güzel Sanatlar Lisesi Müzik Bölümü’nde okuyarak bitirdim.

* Özellikle mi tercih ettiniz Güzel sanatlar lisesini?

Özel tercihimdi. O dönem stajyer bir öğretmen gelmişti Coğrafya dersimize. İlk hafta öğrencileri tanıma aşamasında, hocamız “Sınıfta sesi güzel arkadaşımız var mı?” diye sormuştu. Sınıftaki herkes “Gökmen müzik dersinde bize türkü söylüyor” dediler. Okuduğum türküden sonra dedi ki: “Bu sene ortaokulu bitiriyorsun. Liseye gidince ne yapacaksın?” “Hocam, normal liseye gideceğim” dedim. “Olur mu? Diyarbakır’da yeni Güzel Sanatlar Lisesi açılmış” dedi. “Tamam hocam” dedim. Coğrafya öğretmenimizin yol gösterimiyle, Güzel Sanatlar Lisesi Müzik Bölümü’nü ikinci olarak kazanmıştım. Müzikle tanışmamız, alfabeyi öğrenmemiz o dönemlerde başladı. Hem okula gidiyordum, hem de sıra gecelerine, eyvan gecelerine gidiyordum. Bunların yanı sıra da TRT GAP Televizyonu’nda hem solist, hem de korist olarak görev yapıyordum. “İlden İle Türküler” programımız vardı.

* Nasıl başladı TRT’de çalışmanız?

TRT Gençlik Korosu’na katılmıştım. TRT Gençlik Korosu’nda sesi güzel olan arkadaşlarımızı seçiyorlardı. Koroda da genç olarak ben vardım kadro içerisinde. Kadroya baktığınızda seçkin saz üstatları ve dışarıdan gelen, yaşları çok büyük olan koristler, solistler vardı. Aralarında bir tek küçük bendim. Hem seviliyordum, hem de sesimden istifade etmek istiyorlardı oradaki hocalarımız. TRT serüvenimiz o dönemde başlamıştı, hem gençlik korosunda, hem de GAP TV’de, 1997’de Güzel Sanatlar Lisesi’ni bitirir bitirmez. Bu arada liseye girdiğimiz dönemlerde hocalarımız bize sorarlardı. Bunu niye anlatıyor Gökmen: İdeal ve hayallerle yaşarsa insanlar, bir de temiz kalpliliğin verdiği o yürüyüşle inanın her şey başarılır. O dönem hocalarımızdan biri bize sormuştu: “Oğlum, Güzel Sanatlar Lisesi’ni bitirdikten sonra ne yapmayı düşünüyorsunuz?” Herkes farklı şeyler söyledi tabi, kimisi üniversitede kalmak istiyordu vs. Bana sorduklarında İstanbul Teknik Üniversitesi Türk Musikisi Devlet Konservatuarı’nda okumak istediğimi söylemiştim, tabi kimse inanmamıştı. Olmaz gözüyle baktılar, çünkü Türkiye’nin bir numaralı üniversitelerinden biriydi. 5 bin öğrenci katılıyor, yirmi öğrenci alınıyor, mümkün değil gibiydi onların gözünde. Neticede 1997’de üniversiteye girdim ve şan bölümünü kazandım ilk üçteydim.

* Burada şu dikkatimi çekti. O yaştaki bir öğrencinin idealini belirlemiş olması, ileride ben şunu yapmak istiyorum, diyebilmesi yani ne istediğini biliyor olması. Birçok öğrencide bunu göremiyoruz…

Şimdi TRT 1’i o zaman izliyorduk Diyarbakır’da. Rahmetli, hocaların hocası diyorum ben ona, Nida Tüfekçi hocamız, o dönem bağlamasıyla, Orhan Hakalmaz sağında, benim bağlama öğretmenim Şafak Gürler solunda, bir korosu vardı. Sonra Prof. Dr. Can Etili Öktem Hanımefendi de karşıda. O dönem onları izlerken televizyonda, ben o elektriği onlardan almıştım. “Ben de bir gün onların arasında olacağım. Bir Yücel Paşmakçı’nın, bir Alaaddin Yavaşça’nın, bir Selahaddin İçli’nin öğrencisi olacağım” demiştim. Şükürler olsun, konservatuarı kazanmakla birlikte bu gerçekleşti. Hayalimde Nida Tüfekçi’nin öğrencisi olmak vardı, ancak o yıl hocamız vefat etmişti. Bunun dışında ben zannediyordum ki, konservatuara girişte, öğrencilerde böyle büyük bir şevk olur. Zaman geçtikçe bakıyorsunuz ki, konservatuar eskidenmiş. Nida Tüfekçi Hocanın, Neriman Altındağ Tüfekçi hocanın öğretmenlik yaptığı dönemdeymiş konservatuardan öğrenci yetişmesi. Bizim 20 kişilik sınıftan bakıyorsunuz, ikisi TRT’de iyi bir performans sergiliyor, biz de halk müziği dalında bağımsız bir yerlere gelmeye çalışıyoruz. Sayı az. Birçok arkadaşımız da kantinde muhabbet etmeye geliyorlar. Sırf uğraş olsun ya da askere gitmemek için ya da babalarının isteğiyle. Bizim gibi Anadolu’dan gelen, babasının gönderdiği parayı kısıtlı kısıtlı harcayarak veya babaya yük olmamak için gece gündüz çalışıp sanatçıların arkasında vokal yapan kişiler değil. Zaten o tür kişiler de bir yere gelemiyorlar. O dönem Nida Hocanın öğrencisi olan birçok arkadaşımız şu an Türkiye’de çok iyi aranjör, saz sanatçısı, ses sanatçısı oldular. Yine de şükürler olsun, bu anlamda İstanbul Teknik Üniversitesi Türk Müziği Konservatuarı öğrencisi olmak büyük bir şans ve ayrıcalık. Rabbime şükrediyorum.

* Eğitiminiz devam ediyor hâlâ değil mi?

Eğitim devam ediyor, ben bilerek eğitimime son vermiyorum. Müzik piyasasındayız, aklımıza takılan sorular olabilir, okuldan ayrıldığınız zaman hocalarınızı bulmanız mümkün değil. Şu an “Gökmenle Hasret Türküsü” programını yapıyorum Samanyolu Televizyonu’nda. Okula gittiğimde soruyorum, “Hocam nasıldı, nasıl olmalı?” gibi. Ders sırasında bu konuda konuşup fikir alabiliyorsun. O nedenle ben bilerek bitirmiyorum okulu.

* Daha sonra ilk albümü yaptınız?..

Albüm şöyle oldu: 1998’de arkadaşlarımız benim haberim olmadan, TRT’nin açtığı ses yarışmasında benim adımı yazıp form göndermişler. Yarışmaya girdik, Marmara bölge birinciliğini kazandım. Sonra TRT’nin Türkiye finaline gittik. Orada da 2. oldum. Ondan sonra TRT’de hocalarımız “Sen de gel, bizimle çalış” dediler.

Diyarbakır’dayken de TRT’nin içindeydim, ama hedefim TRT değildi. Piyasayı tercih ettim.

Aslında birçok sanatçının en büyük hayali de TRT sanatçısı olabilmektir.

Ben de şöyle bir düşünce vardı, “Ben TRT’ye hizmet ederim, ama yarın öbür gün TRT beni yarı yolda bırakacak.” Belki beni bırakmazdı, ama arkadaşlarımız oldu bunu yaşayan.

Aradan bir 4 sene geçti, sonrasında arkadaşlarımız atıldılar. Ben bunu hissettiğim için istemedim. Bir de TRT’den sıkılmıştım o dönem. Öğrencilere sağlıklı müzik yapılmıyordu. Kadro verilmesi gerekiyordu. Büyüklerin, yaşlıların geriye çekilmesi lâzım. Bu da mümkün değil TRT’de. Çünkü bir ay tek maaş, diğer ay çift maaş alıyorsunuz, bunu da kimse bırakmaz. Adam bastonuyla gelip sanat yapıyor. Böyle olmamalı. Bu nedenlerle, ben piyasada Gökmen olarak bir şeyler yapmak istedim.

Bir gün okulu arıyorlar Samanyolu Televizyonundan. Benim bağlama öğretmenimle görüşüyorlar. Bize bir tane genç sesi güzel bir arkadaş lâzım, program yapmak için. Bizimkiler de Gökmen den başkası gelmiyor aklımıza diyorlar. Gökmen hem aktif, hem sesi sıcak diyorlar. Şafak Gürler Hocam çağırdı bir gün. Söyledi durumu, bir git görüş dedi. Gittim. Sevgili Turgut Söğüt, seslerimizi dinledi, başka birkaç arkadaşımız daha vardı, Onur Şan vardı, Tansu diye bir arkadaşımız vardı. Sonra haber geldi bize. Gökmen seni seçtik dediler. Sonra “Sezgiler” adlı türkü programımıza başladık. İki sene boyunca devam etti.

Bu anlamda Türkiye Yazarlar Birliği tarafından en iyi Türk Halk Müziği Programı Ödülü’nü aldık. TRT’den sonra aldığımız en ciddî ve güzel ödüldü benim için.

* Sezgiler albümü çıkmış mıydı o dönemde?

O dönem çıkmamıştı, yani şu anki mantıkla düşünmüyorsunuz tabi. Bir sıcaklık vardı içimizde. Yarın bir gün bu programında sonu gelecek diye düşünmüyorduk. İlelebet Samanyolu Televizyonu size türkü programı yapmayacak. Biz bunu düşünemedik, ama program bittikten sonra Sezgiler dinleyicilerinden gelen mailler ve mektuplar doğrultusunda ve onların bize sunmuş olduğu repertuarı dikkate alarak bir albüm hazırladık. İlk albüm böyle çıktı.

Hasret Türküsü’nde ise şunu düşündüm stüdyodayken. Ya Rabbi, sezgiler albümünü Sezgiler Programının ardından yaptık, acaba “Hasret Türküsünde de televizyon programı olacak mı?” diye. Demek ki, duâ yerine geçti, şükürler olsun. Şimdi, Gökmenle Hasret Türküsü Programını yapıyoruz.

* Kaç yıl sürdü iki albüm arası?

İki seneyi buldu. Ancak bundan sonra senede bir albüm düşünüyorum. Ta ki, türküleri ve sesimi insanlara benimsetene kadar. İş olsun diye de albüm yapılmaz tabi. Seçici olmak gerekiyor. Hasret Türküsü albümü çıktı, ama şimdiden üçüncü albümün repertuarını hazırlamaya başladım.

* Hasret Türküsü’nde hem kendi besteleriniz hem anonim türkülerimiz var?

Ben dışardan beste almıyorum. Öyle bir prensibim var. Ama beste veriyorum. Nuray Hafiftaş, Seher Dilovan, Azer Bülbül, Mahmut Tuncer’de var. Okurken bir yandan da beste yapıyordum ben. Aileye yük olmamak için. Ekmeğimizi taştan çıkarmanın devriydi tabiri caizse. Ailemin durumu aslında beni okutamayacak kadar kötü değildi, ancak benim Gökmen olarak prensibim vardı. Ben kimseye yük olmadan ayaklarımın üzerinde duracağım diye karar almıştım.

—DEVAMI YARIN—

Canan KARAKAŞ

19.08.2006

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri


Önceki Röportaj

  (17.08.2006) - Lübnan’a yüz tırlık yardım gemisi

  (15.08.2006) - Resmî ideoloji toplumu çürüttü

  (14.08.2006) - İsrail adına Lübnan'ı işgal gücü

  (11.08.2006) - Müstehcenlik de bir nevi şiddettir

  (10.08.2006) - Devlet hatasını kabullenmeli

  (04.08.2006) - Çini, bizim mayamız

  (03.08.2006) - Sanatın zekâtı da öğretmek

  (24.07.2006) - Dünya insanlığın ölümüne seyirci

  (19.07.2006) - Türkiye’nin tarihî sorumluluğu var

  (17.07.2006) - Kayahan: Sanatçı hekim kadar sorumlu

 

Bütün haberler

 Son Dakika Haberleri
Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004