Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 16 Ekim 2006

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Röportaj

Hasan Hüseyin Kemal

Dünyanın bildiğini neden halktan saklıyorsunuz?

Genelkurmay

Başkanı Yaşar

Büyükanıt, Harp

Akademileri’nin yeni eğitim-öğretim yılı

açılışında yaptığı

konuşmasında

TESEV’in

hazırladığı “Almanak Türkiye 2005,

Güvenlik Sektörü ve Demokratik Gözetim” adlı kitabı eleştirmişti. Bu almanakla TSK’nın yıpratılmaya çalışıldığını ifade

etmişti. Almanak’ı hazırlayanların

arkasında kimlerin olduğunu merak

ettiğini belirtmiş,

Almanak’ın TSK ile ilgili bölümünü yazan Lale Sarıibrahimoğlu’na büyük eleştiriler yöneltmişti. Biz de, 1991 yılından bu yana merkezi İngiltere’deki Jane’s Defence Weekly (JDW) dergisi Türkiye Temsilciliği yapan, Türk Silâhlı Kuvvetleri ve savunma sanayii konularındaki

araştırmaları her

yıl JDW’da

yayımlanmakta olan Lale Sarıibrahimoğlu’nu bulduk ve bu

yazıyı yazmasındaki amacın ne olduğunu sorduk. Hakikaten TSK’yı hedef tahtasına koyup koymadığını, makalesinin bilimsel bilgiden yoksun

olup olmadığını,

Genelkurmay’ın da belirttiği gibi bu

Almanak’ın

arkasında kimlerin olduğunu sorduk. Lale Sarıibrahimoğlu’nun cevaplarını hep

beraber okuyalım...

Türkiye’de toplumun büyük kesimi TSK’nın hışmından ürker. TSK sizi direk muhatap aldı. İçinizde bir korku var mı?

Eğer ortada bir tehdit varsa, buna karşı, demokratik hukuk devletinde mahkemelerde çözüm aranır. Şayet şahsıma yönelik gizli ve açık bir sindirme kampanyası gözlersem, yine çözümü mahkemelerde ararım, yani yasal yollara başvururum.

TESEV’in hazırladığı Güvenlik Sektörü ve Demokratik Gözetim Almanak’ında sizin de TSK ile ilgili bir makaleniz var. Genelkurmay Başkanının yazınıza direkt atıfta bulunarak sizi eleştireceğini düşünmüş müydünüz?

Ben yıllarca askerî konularda haber ve yorum yazan biriyim. Genelkurmay’ın, en ufak bir eleştiriye dahi, konusuna bağlı olarak zaman zaman olumsuz tepki verdiğini bilirim. Bu kural tüm gazeteciler için geçerlidir. Önemli olan, Türkiye’de, seviyeli eleştiri kültürünün gelişmesi ve bu türden eleştirilere karşı soğukkanlı davranılarak, bunlardan gerektiğinde ders alınması gerektiği bilincinin oluşmasıdır.

Siz hakikaten Büyükanıt’ın söylediği gibi orduyu hedef tahtası mı yaptınız? Size göre bu Almanak’ın amacı nedir?

Eleştiri kültürünüz gelişmemişse, bunu, kendinize ya da kurumunuza yönelik bir kampanya olarak görebilirsiniz. Yani konuya nasıl baktığınız önemlidir. 2 Ekim tarihli konuşmasında, Genelkurmay Başkanı Orgeneral Sayın Yaşar Büyükanıt, TESEV’in, “Almanak Türkiye 2005, Güvenlik Sektörü ve Demokratik Gözetim” adlı kitabın, İngilizce dilindeki tanıtımı nedeniyle 22 Eylül’de Ankara’da yapılan basın toplantısında, bir milletvekilinin TSK konusundaki eleştirilerine de sert tepki verdi. Bu tepkinin özünde, bir sindirme ve korkutma amacı var gibi geldi bana. Almanak’ın amacı çok açıktır. Türkiye’de madem, tüm kurumların hesap vermesi ve iyi yönetilmesi arzusu artan biçimde halkın özlemi haline gelmiştir, o zaman güvenlik örgütlerinin de olabildiğince hesap verebilir konuma gelmesi gerekmektedir. Demokratik hukuk devletinde bunun tersi düşünülemez. Ayrıca, Türkiye’nin halen içinden geçmekte olduğu derin ekonomik krizin aşılmasında iyi yönetim, şeffaflık ve hesap verilebilirlik gibi yüce değerlerin artan biçimde önem kazanması, Türk insanını daha mutlu kılacak, ülkenin önünü açacak araçlardır. Dolayısıyla, Almanak’ın amacı güvenlik sektörünün de demokratik değerleri ne ölçüde benimsemeye başladığını göstermeyi amaçlamaktadır. Almanak’ın hazırlanmasından farklı sonuçlar çıkarmak isteyenler, aslında Türkiye’nin birinci sınıf ülke kategorisine doğru yükselmesini istemeyenlerdir. Türk toplumu, mutlu azınlığın nemalandığı, kalanının büyük ölçüde ezildiği bir sıkıntıdan ciddi şekilde geçiyor. Dolayısıyla, sivil olsun, asker olsun Türkiye’de artık ülkesini seven herkesin, Türk insanının temel sorunlarının çözümü yolunda fikir üretmesi gerekiyor.

Sizce TSK, demokratikleşmenin önünde engel mi? Engelse bu kanaatinizi besleyen veriler nelerdir?

Türkiye’de, iyi yönetim, şeffaflık ve hesap verilebilirlik ilkelerinden muaf tutulmak isteyen ya da demokratik hukuk devletlerinin benimsediği bu ilkelere karşı çıkan ister sivil, ister asker her kişi ve kurum, demokratikleşme önünde bir engeldir.

Büyükanıt, Türk Silâhlı Kuvvetlerinin tenkitlere her zaman açık olduğunu ve bu tenkitlerden bilime, mantığa ve gerçeklere dayandığı takdirde istifade edebileceğinin de şüphesiz ve kaçınılmaz olduğunu vurguladı. Sizin çalışmanız bunlardan uzak mı? TSK’dan demokratik ülkelerde olduğu kadarıyla istediğiniz bilgiye ulaşabiliyor musunuz?

Türkiye’de yalnızca askerî kurumlar değil, sivil kurumlar da yakın tarihe kadar kamuoyundan pek çok bilgiyi kaçırabiliyorlardı. Çünkü bizim Türk toplumu olarak vergilerimiz ile yapılan harcamalardan hesap sorma kültürümüz yok. Özellikle de bilinçli bir şekilde verilen ve ezbere dayanan eğitim sistemimiz, hesap sorma ve hesap verme kültürümüzün gelişmesi önünde büyük engel oluşturdu. Dolayısıyla da hesap sorma ve hesap verme kültürü geliştirilmeyince bunun yerini sindirme ve tehdide dayalı bir düzen aldı yıllarca. Diğer yandan, bir konunun bilimsel verilere dayanıp dayanmadığına bilim adamları ve gerekirse mahkemeler karar verir. Böyle bir endişe varsa, yine demokratik hukuk devletinde hak arayacağınız yer yasal yollar olmalıdır.

Almanak’taki yazınızı hazırlarken TSK’dan direkt bilgi istediniz mi?

Ben, TESEV Almanak’ın da kendime ait bölümleri yazmadan önce ilgili tüm kesimlerle görüştüm. Ancak Genelkurmay Başkanlığı sorularıma yanıt vermediği gibi, bu çalışmaya da herhangi bir katkıda bulunmadı. Keza, Jandarma Genel Komutanlığı Basın Bürosu’nda görevli alt rütbeli bir askerî yetkili, “Telefonlarımı nereden buldunuz, Genelkurmay basın bürosuna başvurun” diyerek, beni azarlama cüretini gösterdi. Bunun üzerine, Genelkurmay Başkanlığı basın bürosuna, Jandarma konusundaki çalışmamla ilgili soruları gönderdim. Ama bir de ön yazı iliştirdim bu talebime. Bu önyazıda, söz konusu alt rütbeli subayın tavrını eleştirdim ve bu subay tarafından, “Telefonlarımı nereden buldunuz?” şeklinde bana, haddini aşarak çıkışmasının, aslında Jandarma Genel Komutanlığı’nın, adeta gizli bir örgüt gibi gösterilmek istenmesi anlamına geldiğini vurguladım.

Ben, TESEV Almanak’ın da kendime ait bölümde, askerî konularda uluslar arası yayınlarda dahi bulunabilecek bilgilerin, Türk toplumundan uzunca yıllar saklı tutulduğunu belirtiyorum zaten. Bence bu Türk insanı için onur kırıcı bir durum. Türkiye bir NATO üyesi ve askeriyle ilgili pekçok bilgiyi NATO komitelerinde diğer üye ülke devletleriyle önemli ölçüde paylaşırken, Türk insanından kendi ordusuyla ilgili bilgiler neden saklanır? Ya da yazdığınız zaman bu bilgileri, neden eleştirilirsiniz, ya da tehdit yoluyla sindirilmeye ve korkutulmaya çalışılıyorsunuz?.

TSK’yı kızdırmamak için, onların lehine sürekli yazsanız dahi, askerin aslî işlevi olan yurt savunması ve silâh alımları konusunda alacağınız bilgiler sınırlıdır. Bir de ufacık dahi olsa eleştirmeye görün, en basit bilgileri bile alamazsınız.

Sizin yazdığınız yazının, yani belgenin 52. sayfasında ‘’Genelkurmay Başkanının görev ve yetkilerini kime bağlı olarak yürüttüğü hususu, Anayasada mevcut değildir’’ iddianıza cevap olarak Büyükanıt, ‘’Anayasanın 117/4’üncü maddesi, Genelkurmay Başkanının görev ve yetkilerinden dolayı kime karşı sorumlu olduğunu açıkça belirtmiştir’’ dedi. Sizce ortada bir muğlaklık sözkonusu mu?

Eğer bu konuda bir muğlaklık varsa o sorunun, Türkiye’de defalarca Başbakanlık ile Cumhurbaşkanlığı yapmış olan Sayın Süleyman Demirel’e sorulması gerekiyor. Çünkü, bir muğlaklık olduğunu ben, Sayın Demirel’in, benim bölümümde de belirtildiği üzere, Sabah’dan Sayın Yavuz Donat ile yaptığı söyleşiye dayandırıyorum. Herhalde, Genelkurmay Başkanı’nın yetki ve sorumlulukları üzerindeki muğlaklık konusunu en iyi Sayın Demirel bilir ve bu konuyu da açıkça Sayın Donat’a, söyleşide söyledi. Daha sonra da kendisinden söyleşiyle ilgili bir yalanlama gelmediğine göre, yıllarca ülkeyi yönetmiş biri olarak Sayın Demirel’in yaptığı muğlaklık analizi doğru olsa gerek. Tersi bir durum varsa, Genelkurmay Başkanlığı’nın, bu eleştiriye, kanıtlarıyla yanıt vermesi gerekirdi.

Yine sizin yazınızdan gidecek olursak , belgenin 54. sayfasında yer alan ‘’Üst düzey komutanlar düzenli olarak gerek iç, gerekse dış politika konularında görüşlerini açıklamayı sürdürmektedirler’’ ifadesine dikkat çeken Büyükanıt, ‘’Buna örnek olarak Şemdinli olaylarında yer alan bir astsubay hakkında benim söylediğim, ‘Tanırım, iyi askerdir. Ancak suç işlemişse cezasını alır’ cümlemi gerekçe göstermiştir. Bu cümlenin iç ve dış politika ile ilgisi nedir? Ayrıca sarf ettiğim cümleyi tam olarak yazma dürüstlüğü dahi gösterilmemiştir.” dedi. Siz askerin iç ve dış politikaya müdahalesini nasıl açıklıyorsunuz?

Sayın Büyükanıt’ın, Şemdinli olaylarında yer alan bir astsubay hakkında söylediği, ‘Tanırım, iyi askerdir” sözlerinin sonrasında sarf ettiği, “Ancak suç işlemişse cezasını alır’ cümlesine yer vermememde bir kasıt yoktur. Bundan dolayı kendisinden özür dilerim. Ancak, Şemdinli olaylarıyla ilgili ben, halkın oylarıyla işbaşına gelmiş gerek iktidar, gerekse muhalefet milletvekillerinin, Sayın Büyükanıt’a yönelik suçlamalarına da yer veriyorum. Dolayısıyla, Sayın Büyükanıt’ın, “Ancak suç işlemişse cezasını alır” şeklindeki ifadesine ben yer vermemiş olsam da, kendisinin, Şemdinli olayına müdahale eder tutum takındığı gerçeğini değiştirmediğini, söz konusu milletvekilerinin açıklamalarından da görmenin mümkün olduğunu yazımda belirtiyorum. Ben, Türkiye gibi bilgilerin halen saklandığı bir ülkede dahi, mümkün olduğunca kanıtla hareket etmeye çalışan, titiz bir gazeteciyim. Bilgileri karşı taraf sizinle paylaşmak istemiyor ve yanıt vermek gereği hissetmiyorsa, o karşı tarafın sorumluluğudur. Ben, Almanak raporunda, kaleme aldığım bölümde, askerin iç ve dış politikaya yönelik müdahalesini detaylı şekilde işledim. Benim özlemim, siviliyle, askeriyle demokratik hukuk devletine yakışır bir Türkiye’de hepimizin yaşamasıdır.

Büyükanıt, “Asker olarak bizim siyasetle ilgimiz yoktur. Ancak güvenlik ve rejim ile ilgili temel mülâhazalarımızdan rahatsızlık duyanlar varsa bu, onların kendi rahatsızlıklarıdır” diyor. Rejim siyasetle alâkalı değil midir? Veya Türkiye siyasetinin ana belirleyicisi... Bu durumda siyasete müdahale söz konusu değil midir?

Türkiye’nin tek çıkış yolu, demokratik hukuk düzenini yerleştirmesidir. Herkesin kendi aslî işini yapması, her ferdin insanca yaşayabileceği bir düzenin kurulmasıdır. Gerisi palavradır ve Türkiye’ye, maalesef, zaman kaybettirmekten öteye gitmemektedir.

Sizin makalenize devam edersek, yine belgenin 56. sayfasında, “Bir basın mensubu şöyle yazıyor: Bir general bana dedi ki, Millî Güvenlik Siyaset Belgesini biz hazırladık. Başbakanlığa basılması için gönderdik. Böylece bu belgenin askerlerce yazıldığı teyit edilmiştir” iddianıza cevap geliyor. Deniliyor ki, “Böyle gerçekle ilgisi olmayan ifadelerin hangi kritere uygun olduğunu anlamak da mümkün değildir. Bu tür raporlar kimlerin desteğiyle hazırlanıyor bilmiyorum. Bir kısmını sadece tahmin ediyorum. Ancak bu tahminlerim bu raporların kimler tarafından desteklendiğini gördükçe, gerçeğe dönüşüyor ve bundan ziyadesiyle rahatsız oluyorum” Arkanızda kimlerin desteği var?

Kurumlar, başkalarını tehdit ve sindirme yoluyla eleştirirken Türkiye’de, hep haklı çıktıklarını sandıkları gerekçeler ortaya atarlar. Bazı insanların, demokratik değerlerin yerleşmesi için hiçbir karşılık görmeden ilerici tavır sergilemelerinden rahatsız olanların tek yolu, sindirmeye çalışmaktır. Sapla saman birbirine karışır iyice. Ben yine adres olarak, hak arama yeri olarak, kimi aksaklıklarına karşın, Türk mahkemelerini ve de son çare olarak insan hakları mahkemelerini gösteriyorum. Almanak kastedilerek, bu tür raporların kimler tarafından desteklendiği konusunda sıkıntısı olan, gider mahkemeye, neyse ortaya çıkarır. Açıkçası ben de merak etmeye başladım, kim ya da kimler var sahi bu türden raporların arkasında? Yoksa bu yolla insanlar sindirilmeye mi çalışılıyor?. En azından ben, raporda kendi bölümümle ilgili, arkamda ülke sevgimden başka kimse olmadığını biliyorum.

Mayıs ayında yayınlanmış bu Almanak’ın aylar sonra tanıtım toplantısının yapılmasının arkasında Kasım ayında AB tarafından yayınlanacak ilerleme raporu öncesine getirilmesinin bir tuzak olduğu ifade ediliyor. Siz buna katılıyor musunuz?

Raporda bana ait bölümde, AB’nin 2005 Türkiye İlerleme Raporu’nda yer alan bazı saptamalarından alıntılar zaten var. AB ya da tüm dünya, zaten yaşadığımız bilgi çağında her şeyden haberdar. Bunun için Almanak’a ihtiyaç yok. Almanak’ın temel amacı, Türk insanını, çok az el değmiş bir alanda bilgilendirmektir. Yani hedef kitlesi Türk insanıdır. O yüzden zaten, Haziran 2006’da öncelikle Türkçe yazımı kamuoyuna tanıtıldı.

Orgeneral Büyükanıt’ın, AB’ye uyum yasaları çerçevesinde yapılan reformların TSK’yı etkisizleştirme olarak gördüğünü söylüyorsunuz. TSK’yı etkisizleştirmek, askerin söylediği gibi, TC’nin sonu mu olur? Yoksa başka bir şeyin kavgası mı yaşanıyor Türkiye’de?

Şahsım adına söyleyeyim, ben güçlü bir ordudan yanayım. Yazdığım haberlerde, zaten hep bunu işliyorum. Ama kontrolsüz güç, güç değildir, bunu asla unutmayalım. Kontrol edilebilen güç, güçtür. Vergilerimizden, en fazla payı askerî harcamalara ayırdığımız halde, neden halen yüzde 80’ler oranında silâh teknolojilerinde dışa bağımlıyız? Neden bu sorunlara çözüm aranmıyor. Bize yazık değil mi? Dikkat edin, askerî alımları ve askerî harcamaları parlamento denetiminde olan ülkelerin orduları bizden kat kat üstün teknolojik açıdan. Bu nasıl bir çelişkidir. Bir yanda TSK’nın etkisizleştirildiğini savlıyorsunuz, diğer yandan, halen kendi kontrolünüzdeki askerî firmalar başta olmak üzere, teknolojik açıdan dışa bağımlı durumdasınız. Bunun yanıtını biri bana versin lütfen.

TSK İç Hizmet Kanunu’nun meşhur 35’inci maddesi tartışılıyor bir de. TSK’ya ‘Silâhlı Kuvvetlerin vazifesi; Türk yurdunu ve Anayasa ile tayin edilmiş olan Türkiye Cumhuriyeti’ni kollamak ve korumaktır’ görevi yükleyen bu madde sizce ne anlam ifade ediyor?

Yine Sayın Demirel, TSK İç Hizmet Kanunu’nun 35’inci maddesinin dünyanın hiçbir yerinde var olmadığını söyledi, yine Sabah’tan Sayın Donat ile geçen yıl yaptığı söyleşide. Başka bir yanıta gerek yok sanıyorum.

Önümüzdeki dönemde asker sivil dengesi nasıl değişir?

Türkiye’de siyasî otoritelerin rüştünü ispat etmesi gerekiyor. Siyasî otoriteler, Türkiye’nin aslî sorunları olan, sosyal eşitlik, insan gibi yaşama, iyi yönetim, şeffaflık ve hesap verilebilirlik gibi kavramların içini doldurdukları ölçüde, Türk halkını temsilen ülkeyi tam anlamıyla yönetebileceklerdir. Türkiye’yi, çalanın değil, çalmayanın saygınlık gördüğü bir ülke haline dönüştürdüğümüzde, zaten demokratik hukuk devleti ilkelerini yakalama yolunda ilerliyoruz demektir. Ama Dışişleri Bakanı Sayın Abdullah Gül bile, iktidardaki önemli bir isim olarak, 1980 askerî darbesinden sonra hazırlanan ve halen demokratikleşme yolunda önemli engel oluşturan Anayasa’nın, ancak üçte birini değiştirebildiklerini söyledi. Daha gideceğimiz çok yol var demektir.

Bazı milletvekilleri, askerin yaptığı konuşmalara daha fazla ilgi gösterildiğinden şikâyet ediyorlar.....

Milletvekilleri, “sivil yöneticilere bu kadar ilgi gösterilmiyor” diye şikâyet edeceklerine, el kaldırıp, onayladıkları sivil ve askerî reformları hayata geçirsinler. Bakın o zaman kendilerine ilgi çok daha fazla artar.

Savunmaya ayrılan bütçe dışı kaynakların Sayıştay yoluyla parlamento tarafından denetimine TSK fazla istekli durmadı. Bunun sebebi nedir? Büyükanıt bunun yanında “Biz silâh kaçakçılığı mı yapıyoruz” imasında bulundu. Bunları biraz daha açar mısınız?

Duygusal tepkiler ile kamuoyunu yanlış yönlendirmenin bir anlamı yok. TSK, tabiî ki silâh kaçakçılığı yapmıyor. Bizim gibi yurtsever insanlar diyor ki; “Sivil ya da askerî ne tür alımı yapıyorsan yap, ama bunu demokratik hukuk devletinde olduğu gibi, mümkün olduğunca şeffaf biçimde yap ki, paralarımız heba olmasın.” Ülkesini seven hiç kimsenin şeffaflıktan korkmaması, aksine desteklemesi gerekir. Bir ülkede, sivil otorite ve askerî otorite, farklı tehdit algılamaları yaptığı zaman, alınan silâhların da gerekli olup olmadığı tartışmalı hale gelir. Dolayısıyla, demokratik hukuk devletinde, silâh alımları da parlamento denetimindedir.

Hasan Hüseyin Kemal

16.10.2006

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri


Önceki Röportaj

  (13.10.2006) - “Güvenliğin yolu özgürlükten geçer”

  (12.10.2006) - Tanrıkulu: Bu fırsat kaçmasın

  (11.10.2006) - Ağar’ın açılımı çözümü kolaylaştırır

  (09.10.2006) - Türkiye’den daha fazla yardım bekliyoruz

  (04.10.2006) - Sahabe semtinde iftar

  (03.10.2006) - Doç. Dr. Kemal Sayar: Medya, insanî duyguları pazarlıyor

  (02.10.2006) - ‘Oruçla ruh terbiyesi alıyoruz’

  (25.09.2006) - Gazeteci - yazar Oral Çalışlar: AKP geri adım attıkça kaybediyor

  (22.09.2006) - Türk Eğitim-Sen Genel Başkanı Şuayip Özcan: Kurumlararası iletişim yok

  (21.09.2006) - Yeni Eğitimciler Derneği Genel Başkanı Hasan Tanrıverdi: Eğitici de eğitilmeli

 

Bütün haberler


 Son Dakika Haberleri
Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004