Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 04 Aralık 2006

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Sivil Toplum

Sivil itaatsizlik ve Bediüzzaman

Sivil itaatsizlik kavramının çağrışım yaptırdığı kanaat önderi denildiğinde belki Türkiye ve İslâm coğrafyası dışında hemen Gandi adının akla gelmesi muhtemel olmakla birlikte, aşağıda bahsedilen prensipler ve örnek hayatı dikkate alındığında yalnız İslâm dünyası için değil, muhatap olan tüm insanlık için Bediüzzaman’ın “sivil toplum ve sivil itaatsizlik” alanlarında da ilk akla gelmesi gereken kişi olduğu görülecektir.

Bediüzzaman 1926-1950 yılları arasında sürgün hayatı yaşamasına, üç defa hapsedilmesine ve gözetim altında tutulmasına rağmen, hiçbir zaman devlete isyan eden biri olmadığı gibi, takipçilerine de böyle hareketler için yol ve izin vermedi. Şüphesiz onun “müsbet hareket” olarak nitelendirebileceğimiz bu tavrı, kendisine ve Risale-i Nur modeline karşı yapılan bir takım yanlışları kabul etmek anlamına gelmiyordu. Kendisinin mahkemede kullandığı şu ifadede bu noktayı açıkça gösterdiği gibi, akıl ve şuur sahiplerini sarsmakla kalmayıp, bilim dünyası için evrensel ilkeler sunmaktadır: “Bir şeyi reddetmek ayrıdır, kalben kabul etmemek ayrıdır ve amel etmemek bütün bütün ayrıdır. Ehl-i hükûmet ele bakar, kalbe bakmaz.”

Bediüzzaman’ın savunduğu bu ince noktalar, artık günümüzde evrensel hukuk çerçevesinde gittikçe yükselen kıymetler halini almaktadır. Din ve vicdan hürriyeti, fikir hürriyeti gibi değerler dünyanın her tarafında özellikle tam üyesi olmaya çalıştığımız AB temel kriterleri olup, medenî dünyada genel kabul gören değerlerdir.

Özellikle sivil toplum kuruluşları mevcut hükümetlerin yanlışları olduğunda harekete geçip, bu yanlışların önünü almaya çalışmaktadırlar. Bu bir isyan değildir, ama aynen kabul de değildir. Yanlış veya hata olduğu gibi kabul edilerek, bünyede zarar vermesine fırsat vermeden tedavi yoluna gidilmektedir.

Bediüzzaman yanlış uygulamalara “fikren ve kalben taraftar olmadıklarını” açıkça beyan etmekten çekinmez. Fakat bu yanlış uygulamalardan hareketle isyan cihetine de gitmez. Böyle bir hareketin çok acı sonuçlar doğurabileceğini nazara vererek, yöneticileri de uyarmaktan geri durmaz: “Sizin vazifeniz ele bakmaktır, kalbe bakmak değil. Çünkü idarenizi, âsâyişinizi istiyorsunuz. El karışmadığı vakit, ne hakkınız var ki, hiç lâyık olmadığınız halde ‘kalp de bizi sevsin’ demeye?”

Bu uyarıcı sözlerle, somut deliller olmadan “niyet okuyucu” bir eda ile suç ve suçlu, icad ve ilân edilemeyeceğini ortaya koyarak, devletin ve iddia makamının nerede durması gerektiğine işaret eder. Bu tarif aynı zamanda “vicdanî red” kavramına da bir zemin oluşturulmuş olmaktadır.

Demokrasilerin oluşumu için gerekli olan sivil toplum olduğu gibi, sivil toplumun varlığı ve işleyebilmesi için katılımcı birey veya profesyonel vatandaş yani hak ve hukukunu bilen ve bunları kullanan kişiler gerekmektedir. Bu konuya çok veciz bir şekilde temas eden Bediüzzaman, bunu “Bir millet ki, cehaletle hukukunu müdafaa etmesini bilmezse, ehl-i hamiyeti bile müstebit eder” şeklinde ifade eder.

Kendi hak ve hukukunu bilmeyen toplumların, hak ve sorumluluklarını tam kullanamayacakları, yeterli denetime tabi tutamadıkları için başı boş kalan yönetimlerin başlangıçta iyi niyetli olsalar bile, anti-demokratik, baskıcı ve dayatmacı rejimlere dönüşmelerini kaçınılmaz hale getireceği şeklinde sivil toplumu uyarmıştır. Bu yönüyle de sivil toplumun sorumluluğu yanında önemini de teyit etmiş olur. Yani, biz demokratik haklarımızı hukuk içinde savunurken ve dolayısıyla müsbet hareket ederken yalnızca kendimizi değil, hamiyetperver idarecilerimizi de korumuş olacağız.

Bunun için ise, “şahs-ı manevî” oluşturmak gerekmektedir. Yani, “Sivil toplum, aynı zamanda demokrasinin teminatıdır.” Öyleyse bireyin kendi hukukunu müdafaa etmesi içinde böyle şahs-ı manevilerde (sivil toplum veya sivil toplum kuruluşlarında) yer alması gerekiyor. Çünkü zaman şahs-ı manevi zamanıdır. “Ferd ne kadar dahi de olsa, şahs-ı manevî karşısında zayıftır.”

Birlik veya STK oluşturarak hak arama hem daha etkin, hem kamuoyu desteğini yanına almak için daha uygun bir yol olmaktadır. Bu kendi haklarımızı savunmak gibi görünse de emsal teşkil ederek, benzer sıkıntı ve dertlere sahip olan insanlar için çözüm kapısı olabilir. Bunun niyetimiz kadar, yol, yöntem ve metodumuzun, hukuk içinde kalarak çözüme ulaştırması konusunda Bediüzzaman’ın kendi hayatı ve Risâle-Nur’da sayısız örnek ve temel ilke bulmak mümkündür

Emin Talha KARAMUSA

04.12.2006


Konuşma özgürlüğü

“Biliyorsan konuş ibret alsınlar, bilmiyorsan sus adam sansınlar” şeklinde yaygın şekilde kullanılan eski bir söz vardır. Bu sözün ilk kısmının birinci muhatabının bilim adamları olduğunu düşünüyorum.

Bilim adamlarının sadece kendilerinin akademik yükselmelerini sağlayacak prosedürleri yerine getirmek yanında, asıl toplumun ihtiyacı olduğu bilimsel gerçekleri sözlü veya yazıyla ifade etme görevleri vardır.

Son zamanlarda ülkemizde gündem olan, bir bilim adamının bu görevini yerine getirdi diye, bir muhabirin muhbirliğiyle sorgulanmasını anlamak ise hiç mümkün değil. Bir bilim insanı asıl bu görevini yerine getirmiyorsa sorgulanmalıdır. Bu olayın neresini düzelteceksin ki? Umarız bu olay ülkemizde akademik özgürlük olgusunun yerleşmesine yol açar; cahilce ve aceleyle muhbirlik yapan muhabire ve gazetesine de ders olur ki, medya görevinin ahlâkî boyutu bir kez daha hatırlanır, her neyse...

Konuşma özelliği insanlara verilmiş mükemmel bir yetenektir. Konuşmanın fizyolojik mekanizasyonu dahi başlı başına mucizevî bir olaydır. Solunan hava vücuttan tekrar çıkarken karbondioksit gazıyla birlikte kelimeler ağızdan dökülmektedir. Bakınız zehirli bir gazla dahi ne mucizevi işler oluşturulmaktadır. Hiç israf yok. Böylesi önemli bir olayı yasaklamak veya kısıtlamak, olayın fizyolojik yönüyle dahi zarardır, israftır. Onun için bırakınız insanlar doya doya bu mucizevî yeteneklerini kullansınlar; hele hele düşünce ve fikir ürünlerini de katarak ağızlardan bal gibi lezzetli kelimeler dökülsün. İnsan onuru yükselsin.

Bu özgürlüğün yasaklandığı veya kısıtlandığı totaliter rejimlere baktığımızda bir konu veya soru karşısında kabaca üç türlü konuşma sergilendiği görülüyor: Birincisi, azınlık da olsa her şart altında kendi fikirleriyle konuşanlar; ikincisi, kendi fikirleri olduğu halde onu saklayıp cari resmî görüşle konuşanlar ve üçüncüsü ise kendi görüşleri ve fikirleri olmayıp sadece cari resmî görüşle konuşanlar. Şahsî görüşüm bu kategorilerden hiç birinin yasaklanmaması gerektiğidir. Özellikle de demokratikleşme yolundaki ülkemizde...

Burada bir fıkra anlatmak istiyorum: Papağanın biri komşu adama “kel, kel!” diye laf atarmış. Adam papağanın sahibini dâvâ eder ve papağanın konuşmasını yasaklatır. Fakat bu sefer papağan adama her rastlayışta “anlarsın ya, anlarsın ya!” diyerek yine de yapacağını yaparmış.

İster düşünerek ve bilerek olsun, ister papağan gibi olsun her insan konuşabilmelidir. Konuşulabilmelidir ki, kimin ne olduğu ve hangi kategoriye dahil olduğu hakkıyla anlaşılabilsin. Konuşma özgürlüğü yasaklanırsa, Nasrettin Hoca’nın pazarda “Bu hindidir, düşünür; onun için konuşan kuştan daha pahalıdır” şeklindeki esprili sözünün; hem de fıkradaki papağanın “anlarsın ya, anlarsın ya!” sözünün muhatabı yasakçılar olurlar.

Prof. Dr. Gürbüz AKSOY

04.12.2006


İşte, bir sivil toplum girişimi

Madrid geceleri ışıl ışıl. Madrid’i geceleri tam 300 bin ampul aydınlatıyor. Bütün ana caddelerde, tarihî binalarda, heykellerde, hatta yan sokaklarda çeşit çeşit aydınlatma var. Caddelerin üstü ışıkla örtülü. Kimi yerde dantel çiziyor, kimi yerde helezon, kimi yerde farklı figürlerle pırıl pırıl bir aydınlatma.

Çevreciler aydınlatmaya isyan ediyor, küresel ısınmayı körüklediği inancıyla. Onun için büyük bir miting düzenleniyor.

İsyan hedefini buluyor. Madrid Belediyesi ampulleri şimdi maviyle kaplıyor ya da bazı yerlerde azaltıyor. İşte, bir sivil toplum girişimi ve alınan sonuç.

(Yalçın Doğan, Hürriyet 29 Kasım 2006)

04.12.2006


‘Siyaset Okulu-III’ başvurular başladı

Bahçeşehir Üniversitesi, Hükümet ve Liderlik Okulu (HLO), 13 Ocak–21 Nisan 2007 tarihleri arasında “Siyaset Okulu III”ü düzenliyor. “Siyaset Okulu”nun amacı; globalleşen dünyada siyasetin ve siyasetçinin değişen profiline uyum sağlayabilmek için  bugünün ve yarının liderlik adaylarını objektif bilgi ve verilerle donatmak, bunun yanı sıra 21. yüzyılın Avrupa Birliği’ne aday Türkiye’sinde, bugünün ve yarının idarecilerinin karşılaştığı sorunları çözmede  ve üzerine düşen yükümlülükleri yerine getirmede gereken liderlik özelliklerini geliştirmesine ve stratejik perspektifler kazanmasına yardımcı olmak olarak belirlendi.

Programda hedeflenen sonuç, dünden bugüne siyasetçi var etmek olmadığı, Türkiye’nin; ekonomik, kültürel, siyasal ve diplomatik gerçeklerini gözler önüne sererek, siyasete ilgi duyan katılımcıları en üst düzeyde bilgilendirmek ve donanımlarına katkıda bulunmak, hedefin; Türkiye’nin geçmişten günümüze yaşanan önemli olay ve dönemlerini yalnızca teorik olarak değil, olayların sebep-sonuç ilişkilerinin, icraatların içinde doğrudan bulunmuş siyasetçiler, akademisyenler, diplomatlar, ekonomistler, bilimadamları, askerler ve san'atçılar tarafından aktarılması olduğu belirtili.

Öğrenim dili Türkçe olan program, katılımcıların soruları doğrultusunda yürütülecek ve katılımcılara program sonunda, katıldıkları programı, ihtivasını ve konuşmacılarını belirten sertifikalar verilecek. Programda gazetemiz imtiyaz sahibi Mehmet Kutlular da “Mezhepler ve Cemaatler” konusunda bir konuşma yapacak.

04.12.2006


Avrupa’da yükselen ırkçılık

Viyana merkezli Avrupa Irkçılık ve Yabancı Düşmanlığı İzleme Merkezi (EUMC) tarafından yapılan bir araştırma, Avrupa’da ırkçılığın yükselişte olduğunu gösteriyor.

Raporda özellikle iki olayın Avrupa’daki ırkçılığı kışkırttığı kaydediliyor. Bu olaylardan ilki geçtiğimiz 2005 Temmuz’unda Londra’da meydana gelen patlamalar, diğeri ise Fransa’da daha çok göçmenlerin yaşadığı banliyölerdeki isyanlar. Raporda bu olayların korku ve şüpheyle karşılandığı kaydedilerek, ırkçı ve yabancı düşmanı davranışlara karşı tedbir alınmasının aciliyet arzettiği ifade ediliyor. Öte yandan raporda, bu tür davranışların kısa vadeli siyasî kazanımlar amacıyla sermaye haline getirildiği de kaydediliyor. Rapora göre ayrımcılığın en fazla gözlendiği alan emek piyasası. Özellikle genç mülteciler ve Romanlar gibi etnik azınlıklar bu ayrımcılıktan en fazla pay alanlar. Mültecilerin ve azınlıkların en fazla işsiz kaldıkları ülkeler ise Belçika, Danimarka, Almanya, Estonya, Letonya ve Finlandiya. Fransa’da ise özellikle mülteciler daha zor iş buldukları gibi, işe alındıklarında da “yasal ayrımcılık”la mücadele etmek zorunda kalıyorlar. (pusula tv)

04.12.2006


“Yerinden Edilme” sempozyumu

Türkiye Ekonomik ve Sosyal Etüdler Vakfı (TESEV), 4-5 Aralık 2006 tarihlerinde İstanbul’da “Türkiye’de ve Dünyada Yerinden Edilme: Uluslararası İlkeler, Deneyimler ve Çözüm Önerileri” başlıklı uluslar arası bir sempozyum düzenleyecek. Sempozyumun katılımcıları, ülke içinde yerinden edilme konusunda çalışan yerli ve yabancı akademisyenler, uzmanlar ve uygulayıcılar, Türkiye’de bu konuda çalışan kamu görevlileri ile yerinden edilmiş nüfusa yönelik çalışmalar yürüten yerli ve yabancı sivil toplum kuruluşlarının temsilcilerinden oluşuyor.

04.12.2006


Öğrenciler, AB ile uyumu tartışacak

Üniversiteli öğrenciler, bu yıl üçüncüsü yapılacak olan Boğaziçi Buluşması’nda AB ile uyum konusunu tartışacak, sorunları tespit edecek ve çözüm tekliflerini sunacak. Boğaziçi Üniversitesi’nde 22-24 Aralık tarihleri arasında gerçekleştirilecek olan 3. Boğaziçi Buluşması’nda Türkiye-AB müzakere sürecinde belirlenen sorun alanları tartışılacak. İnsan hakları, demokrasi, hukukun üstünlüğü, Kıbrıs ve Gümrük Birliği konularının ele alınacağı oturumlarla üniversite gençliğinin bu alanlardaki çözüm teklifleri de derlenmiş olacak.

Boğaziçi Üniversitesi Avrupa Çalışmaları Merkezi Öğrenci Forumu tarafından düzenlenen sempozyumda bildiri sunmak isteyenlerin 8 Aralık 2006 tarihine kadar örnek sunum metinlerini [email protected] adresine ulaştırmaları gerekiyor.

04.12.2006

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

 Son Dakika Haberleri
Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004