Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 10 Ocak 2007

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Lahika

ÂYET-İ KERİME MEÂLİ

Kendi kendisini suçlayıp dururken onu balık yuttu. Eğer çok tesbih edenlerden olmasaydı kıyamete kadar balığın karnında kalıp gitmişti.

Sâffât Sûresi: 142-144

10.01.2007


HADİS-İ ŞERİF MEÂLİ

Müslümanı korkutmayınız. Çünkü Müslümanı korkutmak büyük bir zulümdür.

Câmi'ü's-Sağîr, c: 3, 3859

10.01.2007


Zulüm, başına adalet külâhını geçirmiş

Zulüm, başına adalet külâhını geçirmiş. Hıyanet, hamiyet libasını giymiş. Cihada, bağy ismi takılmış. Esarete hürriyet namı verilmiş. Ezdad, sûretlerini mübadele etmişler.

Mektûbât, s. 456

***

İşte, medeniyet-i hâzıra, felsefesiyle hayât-ı içtimâiye-i beşeriyede nokta-i istinâdı kuvvet kabul eder. Hedefi menfaat bilir. Düstur-u hayatı cidâl tanır. Cemaatlerin râbıtasını unsuriyet ve menfî milliyet bilir. Gayesi hevesât-ı nefsâniyeyi tatmin ve hâcât-ı beşeriyeyi tezyid etmek için bâzı lehviyâttır.

Halbuki, kuvvetin şe’ni, tecavüzdür. Menfaatin şe’ni, her arzuya kâfi gelmediğinden, üstünde boğuşmaktır. Düstur-u cidâlin şe’ni, çarpışmaktır. Unsuriyetin şe’ni, başkasını yutmakla beslenmek olduğundan, tecavüzdür. İşte, şu medeniyetin şu düsturlarındandır ki, bütün mehâsiniyle beraber, beşerin yüzde ancak yirmisine bir nev'i sûrî saadet verip, seksenini rahatsızlığa, sefâlete atmıştır.

Ammâ hikmet-i Kur’âniye ise, nokta-i istinâdı kuvvet yerine hakkı kabul eder. Gayede, menfaat yerine fazîlet ve rızâ-i İlâhî’yi kabul eder. Hayatta, düstur-u cidâl yerine düstur-u teâvünü esas tutar. Cemaatlerin râbıtalarında, unsuriyet ve milliyet yerine râbıta-i dinî ve sınıfî ve vatanî kabul eder. Gàyâtı, hevesât-ı nefsâniyenin nâmeşrû tecavüzâtına sed çekip ruhu maâliyâta teşvik ve hissiyât-ı ulviyesini tatmin etmektir ve insanı kemâlât-ı insaniyeye sevk edip insan etmektir. Hakkın şe’ni ise, ittifaktır. Fazîletin şe’ni, tesânüddür. Teâvünün şe’ni, birbirinin imdadına yetişmektir. Dinin şe’ni, uhuvvettir, incizabdır. Nefs-i emmâreyi gemlemekle bağlamak, ruhu kemâlâta kamçılamakla serbest bırakmanın şe’ni, saadet-i dâreyndir.

İşte, medeniyet-i hâzıra, edyân-ı sâbıka-i semâviyeden, bâhusus Kur’ân’ın irşâdâtından aldığı mehâsinle beraber, Kur’ân’a karşı, böyle hakikat nazarında mağlûp düşmüştür.

Sözler, s. 372

Lügatçe:

bağy: Azgınlık, zulüm, isyan.

ezdad: Zıtlar.

medeniyet-i hâzıra: Şimdiki medeniyet.

nokta-i istinâd: Dayanak noktası.

cidâl: Savaş, mücadele.

tezyid: Artırma, çoğaltma.

lehviyât: Kadınlı erkekli haram eğlenceler.

şe’n: Hal, keyfiyet, durum, özellik; iş.

unsuriyet: Irkçılık.

düstur-u teâvün: Yardımlaşma düsturu.

maâliyât: Yüksek ve derin fikirler.

tesânüd: Dayanışma.

saadet-i dâreyn: Dünya ve âhiret saadeti.

edyân-ı sâbıka-i semâviye: Semâvî olan eski dinler.

10.01.2007


Sorularla Risale-i Nur

“And olsun ki biz Âdemoğullarını şan ve şeref sahibi kıldık” (İsrâ Sûresi, 17:70.) âyeti ile “Gerçekten insan çok zalim, çok cahildir” (Ahzâb Sûresi, 33:72.) âyeti nasıl bağdaştırılabilir?

On Birinci Sözde ve Yirmi Üçüncü Sözde ve Yirmi Dördüncünün Beşinci Dalının İkinci Meyvesinde izahı vardır. Sırr-ı icmâlîsi budur ki:

Cenâb-ı Hak, kemâl-i kudretiyle, nasıl birtek şeyden çok şeyleri yapıyor, çok vazifeleri gördürüyor, bir sayfada bin kitabı yazıyor. Öyle de, insanı, pek çok envâ yerinde bir nevî câmi halk etmiş. Yani, bütün envâ-ı hayvânâtın muhtelif derecâtı kadar, birtek nevî olan insan ile o vezâifi gördürmek irade etmiş ki, insanların kuvâlarına ve hissiyatlarına fıtraten bir had bırakmamış, fıtrî bir kayıt koymamış, serbest bırakmış. Sair hayvânâtın kuvâları ve hissiyatları mahduttur, fıtrî bir kayıt altındadır. Halbuki insanın her kuvâsı, hadsiz bir mesafede cevelân eder gibi, gayr-ı mütenâhi cânibine gider. Çünkü insan, Hâlık-ı Kâinatın esmâsının nihayetsiz tecellîlerine bir ayna olduğu için, kuvâlarına nihayetsiz bir istidat verilmiş.

Meselâ, insan, hırs ile, bütün dünya ona verilse, “Hel min mezîd (Daha var mı?)” diyecek. Hem, hodgâmlığıyla, kendi menfaatine binler adamın zararını kabul eder. Ve hâkezâ, ahlâk-ı seyyiede hadsiz derecede inkişafları olduğu ve Nemrudlar ve Firavunlar derecesine kadar gittikleri ve sıyga-i mübalâğa ile “zalûm” olduğu gibi, ahlâk-ı hasenede dahi hadsiz bir terakkiyâta mazhar olur, enbiya ve sıddıkîn derecesine terakki eder.

Hem insan, hayvanların aksine olarak, hayata lâzım her şeye karşı cahildir, herşeyi öğrenmeye mecburdur. Hadsiz eşyaya muhtaç olduğu için, sıyga-i mübalâğa ile, “cehûl”dür. Hayvan ise, dünyaya geldiği vakit hem az şeylere muhtaç, hem muhtaç olduğu şeyleri bir iki ayda, belki bir iki günde, bazen bir iki saatte bütün şerâit-i hayatını öğrenir. Güya bir başka âlemde tekemmül etmiş, öyle gelmiş. İnsan ise, bir iki senede ancak ayağa kalkar, on beş senede ancak menfaat ve zararı fark eder. İşte, cehûl mübalâğası buna da işaret eder.

Mektûbât, 26. Mektub,

4. Mebhas, 3. Mesele, s. 318

10.01.2007


Günlük (9 Ocak 1960)

Bediüzzaman'ın, kendisiyle ilgili

tartışmalara tepkisi

Tartışma gazetelerin manşetlerine yerleşmiş, Menderes ile İnönü arasında “söz düellosu” devam ediyordu. Yıllarca amansız bir siyasî mücadele yürüten iki lider, bu kez Bediüzzaman konusunda karşı karşıya gelmişti.

10 Ocak tarihli Ulus, Akşam, Cumhuriyet ve Hürriyet gazeteleri bu düelloya ilişkin manşetlerle çıktılar. (...) İşte dönemin gazetelerinden, günün havası:

Ulus, 10 Ocak 1960:

“İnönü’nün Başbakan Menderes’e cevabı:

“Bediüzzaman’ın şark vilayetlerine gönderdiği mektuplarda, Başbakanı ve rejim bahsinde faal olan iki arkadaşını desteklediği yazılmıştır. Seçim kampanyasına aynı zamanda, aynı istikamette başlayanların arasındaki irtibatı açıklamak ilgililere, yani Başbakan’a düşer.”

Milliyet, 10 Ocak 1960:

“İnönü başvekilden açıklama bekliyor.”

Cumhuriyet, 10 Ocak 1960:

“CHP Genel Başkanı, Said-i Nursi meselesine dün tekrar temas etti.”

Akşam, 10 Ocak 1960:

“İnönü, ‘DP Nursi ile işbirliğinde’ dedi.” (...)

Hürriyet gazetesi ise İnönü’nün Bursa gezisinin hadisesiz olarak başlamasını ön plana çıkarıyordu. Çünkü CHP lideri İstanbul, Kayseri ve Uşak’a yaptığı gezilerde taş ve sopalarla karşılanmış, hükümeti sarsan büyük olaylar meydana gelmişti. (...)

Bediüzzaman’ın tepkisi

Bediüzzaman, hakkındaki tartışmaları Emirdağ’dan izliyordu. İnönü’nün sözleri canını sıkmıştı. Avukatı Bekir Berk aracılığıyla bir açıklama yaptı. Hür Adam gazetesinde de seyahatlerinin amacını anlatan bir yazı yayınlattı. Bu yazının yer aldığı Hür Adam, talebeleri tarafından tüm illerde dağıtıldı.

Bediüzzaman’ın açıklamasını Akşam gazetesi, “Nurcu Said dâvâ açmak niyetinde” başlığı ile duyurdu. Haberde şöyle deniliyordu:

“Nurcu Said, İnönü’nün din propagandası yaptığına dair sözleri karşısında, CHP Genel Başkanı İsmet İnönü hakkında dâvâ açmak üzere Avukatı Bekir Berk’e selâhiyet vermiştir. Ancak avukatı, İnönü af dilerse dâvâ açmayacaklarını ifade etmiştir.”

Üstad hakkındaki tartışmaları merakla takip edenlerin başında ise Nur Talebeleri geliyordu. Değişik bölgelerden temsilciler Ankara’da, Ulus Meydanına yakın bir “dersane”de toplandılar. Mustafa, Bayram ve Ahmet Feyzi gibi, Üstad’ın yakın hizmetinde bulunan talebeler de vardı.

Toplantıda Bediüzzaman’ın Ankara’ya dâvet edilmesi kararlaştırıldı. (...) Üstad Ankara’yla birlikte, Samsun, Adıyaman, Erzurum, Erzincan ve Sivas’a da dâvet ediliyordu.

Bediüzzaman Ankara’dan gelen heyeti hemen kabul etti. Dâvet mektuplarını tek tek okuttuktan sonra, kararını açıkladı: “Ben çok hastayım. Bana 21 defa zehir verdiler. Fakat ölüm yatağında da olsam, bu dâvetlere icabet edeceğim.”

Ankara’ya yine gidecekti. Ankara onu tartışıyor; Ankara, iktidarıyla muhalefetiyle onun kavgasını yapıyordu. O kavga adamı değil, dâvâ adamıydı ve bu önemli günlerde Ankara’da olmak istiyordu.

“Arabayı acele hazırlayın! Kardeşlerim, Ankara’da beni bekliyorlar, gideceğiz.”

Üstad, Zübeyir Gündüzalp’e talimat vermişti. (...) Bediüzzaman’ın “Isparta 2001” plakalı aracı hareket etti. (...) Bediüzzaman’ın Emirdağ’dan hareketiyle birlikte, emniyet de harekete geçmişti.

Sadece emniyet değil, hükümet de harekete geçmişti. Ankara kaynıyordu. Telâşla Bakanlar Kurulu toplandı. Konu Ankara’ya gelmekte olan Said Nursî’ydi. İnönü’nün konuşmalarıyla diken üstünde oturan hükümet, bir karar almak üzereydi. Said Nursî kararı yolda öğrendi. Tarih 10 Ocak’tı.

(Ankara Siyaseti ve Said Nursî,

Serdar Murat, Y. Asya Neş.)

—Devamı yarın—

10.01.2007

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

 Son Dakika Haberleri

Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004