Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 23 Ocak 2007

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Eğitim

Huzur

Sahi neydi huzur! ...

Bir televizyon ismimi, Ahmet Hamdi’nin bir romanı mı, bir market adı mı yoksa, bilmiyorum. Nedir bu huzur? İnsanın içinde mi, dışında mı yoksa, nerededir. Parayla mı satın alınır, bilmem?

Huzurlu mu şimdiki hayatımız? Bakın huzursuzluğumuzu sağlayacak neler yapıyoruz güncelde: Harcıyoruz, harcıyoruz, borç alıyoruz, yine borç alıyoruz… Hayatımızda boşluk kalmaması için planlar yapıyoruz... Çocuklarımızla zaman geçirmiyoruz. Aileler parçalanıyor, evler iş çıkışında ferahladığımız bir yer olmaktan çıkıyor. Zihinlerimiz o kadar meşgul ki, kendi iç seslerimizi (oto kritik, nefis muhasebesi) dinleyemiyoruz. Araba kullanırken bile radyo teyp v.s. dinliyoruz. Evlerimizde PC, TV, VCR, CD’lerin girmiş ve bu cihazlarda sürekli müzik çalıyor. Lokantalarda, marketlerde, garajlarda kesintisiz müzik çalıyor. Böylece kafalarımız karışıyor. Kahvehanelerde, doktor muayenehanelerinde, kafelerde masalar gazete ve dergilerle dolu. Zihinlerimiz 24 saat haber bombardımanına tutulmuş. Billboardlar afişlerle donatılmış. İnternete girenlerin mailboxları junk maillerle, sipariş katalogları ile, bahislerle, çekilişlerle, promosyon ürünleri ile ve boş umutlarla dolu. Gazete ve TV’ler ince yapılı güzel modellerle dolu. (Dış güzelliğin önemli olduğuna inanmak için) Parklara fuarlara, spor karşılaşmalarına, oyunlara, konserlere, sinemalara v.s. gidiyoruz. Futbol hayatımızın odağı... Futbolcuların isimlerini çocuklarımıza ezberletmeyi marifet sayıyoruz. İşte bu ortamda huzur arıyoruz.

Kimisi huzuru parada bulmaya çalışır, ama akîbetini buna bağladığı takdirde büyük bir hüsranla karşılaşabilir. Kimisi sevgilisinde, kimisi evinde beslediği hayvanda, kimisi televizyonda, kimisi ise internette...

Oysa, bana göre, en önemli olan huzur, kalbe indirilen ve hakikî olan -rahmettir-esenliktir... Bu huzurun kaybolması, kötülük getirmesi asla ve asla düşünülemez... Hatta sizi ateşe atsalar bile, o ateş sizin bahçeniz olur. Yani sizin koruyucu kalkanınız olur.

Unutmayalım, huzur bulacak şeylerimiz her zaman vardır. Herhangi bir yerde aranması gerekmez, insanın kendi içinde barındırdığı, tüm fırtınalarda sığınılacak limanı vardır muhakkak. Vicdan muhasebemiz başımızı yastığa koyduğumuz anda ki huzur bizim gerçek huzurumuzdur.

Dünyadaki savaşlar son bulmadıkça, neme lâzımcılık bitmedikçe, bütün insanları bir görmesek hatalarımızdan geri dönmesek nerde bulacağız huzuru.

Bir gün bir kral, ama halkı tarafından sevilen bilge bir kral, huzuru en güzel resmedecek san'atçıya büyük bir ödül vereceğini ilan eder. Yarışmaya çok sayıda san'atçı katılır. Günlerce çalışılarak birbirinden güzel resimler yaparlar ve sonunda eserleri saraya teslim ederler.

Tablolara bakan kral, sadece ikisinden hoşlanır. Ama birinciyi seçmesi için karar vermesi gereklidir. Resimlerden birisinde sakin bir göl vardır. Göl bir ayna gibi etrafında yükselen dağların görüntüsünü yansıtmaktadır. Üst tarafta pamuk beyazı bulutlar gökyüzünü süslemektedir. Resme kim baktı ise ,onun mükemmel bir huzur resmi olduğunu düşünmektedir. Diğer resimde de dağlar vardır. Ama engebeli ve çıplak dağlar. Üst tarafta öfkeli bir gökyüzünden yağmurlar boşanıyor ve şimsek çakıyor, dağın eteklerinde ise köpüklü bir şelâle çağıldıyordur. Kısaca resim hiç de huzurlu gözükmemektedir. Fakat kral resme bakınca, şelâlenin ardında kayalıklardaki çatlaktan çıkan mini minnacık bir çalılık görür… Çalılığın üstünde ise anne bir kuşun örttüğü bir kuş yuvası görünmektedir. Sertçe akan suyun orta yerinde anne kuş yuvasını kurmuştur... Harika bir huzur ve sükûn örneğidir.

Ödülü kim kazandı dersiniz?

Tabiî ikinci resim… Kralın açıklaması şöyledir:

“Huzur, hiçbir gürültünün, sıkıntının ya da zorluğun bulunmadığı yer demek değildir. Huzur bütün bunların içinde bile yüreğimizin sükûn bulabilmesidir.”

Birine sarılmaktır huzur. Birine güvenmek ve bu güveninin doğru olduğunu görmektir. Anne kucağıdır veya baba omuzudur. Birisiyle sabaha kadar muhabbet etmektir.

Evet, ey huzur! Elma dersem çık, armut dersem çıkma! Nice huzurlu günlere…

[email protected]

M. Yusuf AKBAŞ

23.01.2007


Dilemmadan birliğe

İyi ve kötü zıtların birliğini yaşatıyorlar hayatta. İstikrarı istikameti sağlayan, orta noktada buluşma durumunda kalan zıtlıklar.

Ve bu zıtların en çetrefillisidir iyi ve kötü. Kime göre? Hangi şartlarda? Ne için? İyisin, çünkü benim iyilik tanımıma giriyorsun. Kötüsün benim tanımımda yerin orası. İnsanların iyilik tanımlarının kesişim kümelerinin boş küme ile ifade edileceği şüphe götürmeyen bir gerçek. Herkese birden yaranamazsın ifadesi hayatın tam göbeğinde buluyor yerini. Belki de hayat boyu hiç kimseye yaranamazsın ki, benim için en cazibelisi budur. Çünkü buradan herkes gibi yaşamadığın, herkes gibi görüp hissetmediğin çıkar ortaya. Bu da kalıpların insanı olmadığını, kendi doğrularınla yaşadığını, olaylara farklı perspektiflerden baktığını gösterir. Başkaları gibi olmamak en güzelidir. Dalkavuk olarak sevilmektense kendin gibi olup dövülmek daha güzeldir. Kimsenin tatmadığı, tadamadığı duyguları tadarsın sürekli. Kimseye bir anlam ifade etmeyen şeyler senin hayatının merkezindedir ve diğerlerinin merkezleri senin evrensel kümenin dışında kalırlar. Böyle insanlar inovasyon adamıdırlar. İlginç fikirler onlardan çıkar. Hayatı yenileyen ve geliştiren buluşların pek çoğu onların beyinlerinde kopan fırtınaların ürünüdürler. Bırakın çocuklarınız size saçma sapan gelen her şeyi düşünsünler.

İyi ve kötü demiştik başta. İyi ve kötü…

İyi kime göre, kime göre kötü? Sen kimsin? Oldukça bağıl konular. Bir başlangıç noktası seçmek gerek. Hareket referans noktası olmadan tanımlanamaz. Nasrettin Hoca gibi hayatın merkezine kendimi koyuyorum. Başlangıç noktası benim. Greenwich benden geçiyor:) İnanmıyorsan ölç de bak.

Her şeyin özünde iyilik var. Herkes dünyanın merkezine kendisini koyduğu için kendi doğrularına göre iyi davranıyor. O halde bütünsel bir yaklaşımla ele alırsak meseleyi herkesin kendi iyilik kümesi birleşerek evrensel iyilik kümesini oluştururlar ve bu kümenin dışında hiç eleman kalmaz. İyi günler…

Huriye Kazancı TOPCU

23.01.2007


Bu çocuğun okulda olması gerekmiyor muydu?

Hrant Dink’i öldüren 17 yaşındaki Ogün’ün okulda olması gerekiyordu. Hem de bir meslek sahibi olma hayali olan, ÖSS sınavına hazırlanan bir genç… Okul sıralarında, derslerine yoğunlaşmış, öğretmenlerine anlamadığı bölümleri sormakla meşgul… Evine döner dönmez derslerini tekrarlayan, bir sonraki gününü planlayan bir öğrenci olması gerekiyordu Ogün’ün. Ancak ne yazık ki, Ogün kendisi gibi bir grubun arasında bir canlıyı öldürme planları yapmakla meşguldü. Ya da planlayanların bir tetikçisi olarak eline kitap, defter, kalem değil, silâh tutuşturulacaktı Ogün’ün. O, derslerine çalışma planı değil, adam öldürme planları yapacaktı.

Ogün kendi yaş grubunun bir temsilcisi aslında. Potansiyel cani olmaya aday nice Ogün’ler var toplumda. Okuldan, dersten, kitaptan, eğitimden çok, ama çok uzaklar… Bir kısmı Ogün gibi cesur değil, eline silâh alacak kadar; içe kapanık olanlarsa uyuşturucu müptelâsı olmuşlar. Ya Kadıköy’ün dar sokaklarının kuytu ve izbe yerlerinde grupça kafa buluyor; ya da eğlence merkezlerinde gününü gün ediyor. Bunlar da Ogün’ün şehirli versiyonları…

Her ne potansiyele sahip olursa olsun, gençlik yanlış eğitim kurbanı. Kimi uyuşturucuda, kimisi kuru milliyetçilik kıskacında, kimisi de porno tuzağında… Ama ortak yönleri kurban olmaları; yanlış eğitimin kurbanı… Doğruya yönlendiremeyen eğitimin bir asra yakındır biriktirdiği korku, nefret, düşmanlık, başıboşluk, nefsi okşamak, ırkçılık, kıskançlık, beceriksizlik, kendine güvensizlik, acımasızlık, şefkatten yoksunluk gibi tüm olumsuzlukların verdiği acı meyvelerinden başka nedir ki bu sonuç!

Şimdi yeniden ve baştan düşünmeliyiz: Şu eğitimi kuru milliyetçilik sloganlarından, yabancı düşmanlığından, farklılıklara tahammülsüzlük zincirinden, toplumun sapık ve yanlışlara yönlendirici baskı gruplarının çemberinden kurtarmanın zamanıdır. Gençlere müsbet hareketi, olumlu davranışı öğretmenin zamanıdır şimdi.

Daha nice Ogün’ler, Yasin’ler var. Ya da onlar gibi olmaya aday nice gençler var. Onlar şimdi okul sıralarında değiller. Uç grupların elinde her an, her şey yaptırılabilir bunlara. Aman sahip çıkın.

B. Sait ÇİFTÇİ

23.01.2007


Öğrencilere nasıl bir yarıyıl ödevi verilmeli?

Yarıyıl tatili, öğrencilerin ilk dönemdeki yoğun ders temposundan kurtuldukları yaklaşık iki hafta süren tatildir. Bu süre için öğrencilere çok ve ağır ödevler vermemek gerekir. Derse gelen her branş öğretmeninin uzun araştırma konularını, sayfalar dolusu çalışmayı ödev olarak verdiğini düşündüğümüzde, öğrencilerin zor durumda kalabildiklerini görüyoruz.

Öncelikle öğrenciye zamanı nasıl etkin kullanabileceği anlatılmalıdır. Geniş araştırma çalışmalarını, öğrenciler bu süre üzerinde tamamlayamazlar. Bu sebeple daha kısa ödevleri, zamana yayarak yapması teşvik edilebilir. Tatilde bir kitabı okuyup, tatil dönüşünde sınıfta anlatması sağlanabilir. Öğrencilere, tatili nasıl değerlendirebilecekleri ile ilgili teklifler de yapılmalı, çocukların sosyal yeteneklerini geliştirmelerine yardımcı olunmalıdır. Çocuklar günlük yazma alışkanlığını kazandırmanın en uygun dönemlerinden biri de tatillerdir. Günlük yazmak da eğlenceli ve iletişim yeteneğini geliştiren ödevlerdir.

23.01.2007


Eğitim araştırmaları

* Birleşmiş Milletler Çocuklara Yardım Fonu’nun (UNICEF), kriterlerine göre Türkiye’deki kadınların çoğu sağlıklı nesiller yetiştirmek açısından yetersiz görünüyor. ‘Dünya Çocuklarının durumu 2007’ başlıklı rapora göre kadın nüfusunun % 37,6’sı yalnızca ilkokulu bitirmiş, % 38,6’sı ilköğretime hiç gitmemiş ya da bitirmeden ayrılmış. Kadın nüfusunun yalnızca %14,2’si lise ve üniversite diplomasına sahip.

* ABD Sağlık Bakanlığı tarafından yapılan araştırmaya göre beyin gelişimi 3 yaşında bitmiyor ve 20 yaşına kadar devam ediyor. Araştırmada; öncelikle temel olan motor hareket ve beş duyunun geliştiği ve ardından konuşma, dil ve dikkatle ilgili alanların olgunlaştığı belirtiliyor. Yeni bulgular, 5 yaşında tam boyutlarına ulaşan beynin, olgunlaşma ve zihinsel gelişim fonksiyonlarını, 20 yaş civarında tamamladığını ortaya koyuyor.

* Kanadalı bilim adamlarının, 24 gönüllü üzerinde yaptığı araştırmanın sonuçları, Amerikan Bilimler Akademisi’nin süreli yayınlarında yayımlandı. Bilim adamları, farklı müzikler dinleterek deneklerin ruh halini etkiledi. Deneklerin kendilerini mutlu ve mutsuz hissettikleri sürelerde bazı görevler yapmaları istendi. Mutsuz denekler dikkatlerini bir noktada yoğunlaştırıp konsantre olabilirken, mutlu deneklerin dikkatinin daha çabuk dağıldığı görüldü. Mutlu deneklerin yoğun dikkat gerektiren bir görevi yerine getirirken dikkatleri kolayca dağılırken, yaratıcılık gerektiren bir görevde ise mutsuz deneklerden daha başarılı oldukları gözlendi. Bilim adamları, mutlu insanların görüş ve algı alanının daha geniş olduğunu, bu nedenle de dikkatini bir noktada yoğunlaştırmakta zorlandığını belirtti. Ancak bunun da mutlu insanların daha yaratıcı olmasını sağladığı kaydedildi. Mutsuz insanların ise dış etkenlere karşı daha kapalı olduğu, bu nedenle dikkatini daha kolay bir noktada toplayabildiği ifade edildi (NTV).

* Okul öğrencisi dönemi her yüz çocuktan birinde, okul çağında her yüz çocuktan ikisinde, ergenlik döneminde her yüz çocuktan 8’inde depresyon görülüyor. Anne babanın geçimsizliği ya da boşanması, sevilen birinin ölmesi, hastalıklar, ailenin çocuk üzerindeki beklenti ve baskıları da depresyona sebep oluyor.

* Anne Çocuk Eğitim Vakfı (AÇEV), Eğitim Reformu Girişimi (ERG) ve Kadın Adayları Destekleme ve Eğitme Derneği’nin (KADER) ortaklaşa yaptığı araştırmaya göre; ilköğretime başlayan öğrencilerin 200 bini aşkını 8 yıllık zorunlu eğitimi tamamlamadan okulu terk ediyor. 8 yıllık zorunlu eğitimin başladığı 1997-1998’de birinci sınıfta okuyan öğrenci sayısı 1.360.720 iken, bu öğrencilerin mezun oldukları 2004-2005’te sekizinci sınıfta toplam öğrenci sayısının 1.159.509 olduğu görüldü. Yani 201 bin 211 öğrenci okulu terk etmişti. Öğrenci kaybı toplam % 14,78, erkek öğrencilerde % 12,77, kız öğrencilerde % 17,12.

23.01.2007


Eğitim dünyasından haftaya bakış

* Resmî Gazete’de yayımlanan yeni yönetmeliğe göre ortaöğretim kurumları sınavı ile öğrenci alan Anadolu Öğretmen liselerine, aynı sınavla öğrenci alan diğer resmî liselerden geçiş yapılabilecek. Kendi okulunda 9’uncu sınıfı tamamlayıp 10’uncu sınıfa geçen öğrenciler, “Aday gösterilmiş olma, sınıf ve alanında açık kontenjan bulunması ve gitmek istediği okulun en düşük puanından daha az puan almamış olma” şartlarıyla geçiş yapabilecek (NTV)

* Eğitim-Sen’in yaptığı araştırmaya göre eğitimciler son 10 yılda yoksullaştı. Araştırma sonuçlarında, aynı dönemde milletvekili maaşları 70 kat artarken öğretmen maaşlarındaki artışın 28 katta kaldığı da ortaya çıktı. Alaaddin Dinçer, son 10 yılda ekmekte 57, ette 65, yumurtada 140, sütte 50, bulgurda 53, yoğurtta 68, 250 gram tereyağında 31, çayda 58 kat fiyat artışı yaşandığını bildirdi. Dinçer bu dönemde yoksulluk sınırındaki artışın ise 32 kat, öğretmen maaşlarındaki artışın ise 28 kat olduğunu kaydetti. Dinçer, 1996’da 7.4 Cumhuriyet altını alınabilen öğretmen maaşıyla bu yıl ancak 4.1 adet Cumhuriyet altını alınabildiğine dikkat çekti

* 18/01/2007 tarihli Resmî Gazetede yayımlanan Bakanlar Kurulu Kararı şu şekildedir: “Bu Yönetmelik kapsamında eğitim ve öğretim hizmetleri sınıfına dahil öğretmen kadrolarına, KPSS sonucuna göre alınan puanın % 50’si ile Millî Eğitim Bakanlığınca yapılan alan seçme sınavı sonucunda alınan puanın % 50’si esas alınarak atama yapılır.” Yapılan değişikliğe göre iki adet sınav yapılacaktır. KPSS sınavını ÖSYM başkanlığı yapacak olup bu sınav notunun puana etkisi yüzde 50’dir. Ancak alan seçme sınavını Millî Eğitim Bakanlığı yapacak olup bu sınav da puana yüzde 50 oranında etki yapacaktır.

* YÖK’ün düzenlediği meslekî ve teknik eğitim konferansında konuşan Erdoğan Teziç, katsayı mağduriyeti söylemlerine karşı çıktı. Bu tartışmaların arkasında başka amaçların olduğunu savunan Teziç, “Meslekî eğitimin istenen düzeye gelebilmesi için gerçekçi çözümler gündeme getirilmeli. Bunun yeri de siyasî tartışma ortamları değil, akademik tartışma ortamlarıdır” diye konuştu.

23.01.2007


Acılar ve sevinçler birbirine komşudur

Gereğinden önce dertlenmek, gereğinden fazla dertlenmektir (Seneca). Dehayı ancak ıztırap doğurur (Andre Maurois). Kötümser yalnız tüneli görür, iyimser tünelin sonundaki ışığı görür, gerçekçi tünelle birlikte ışığı ve de gelecek treni görür (J. Harris). Talihsizlik zaman zaman insana musallat olan bir sabırsızlıktır (Goethe). İnsan uçurumun kenarına varmadan kanatlanmaz (Kazancakıs). Kışın sıcakta oturmak isteyenler, yazın terlemek zorundadır (Jacobsen). Istıraptan korkmamanın tek ilâcı ıztıraptır. Bu ateşi o ateş söndürür (Peyami Safa). En büyük kötülük, zorluklara karşı koyamamak zafiyetinden gelir (Goethe).

23.01.2007


İki akçe

Nasrettin Hoca’ya iki çocuğu ile bir adam gelir ve “Hocam bu çocukları okutmanı istiyorum, büyük olan biraz bilir, küçük olan hiç bilmez. Ücret olarak ne alacaksın?” diye sorar. Hoca da “Biraz bilenden iki, hiç bilmeyenden bir akçe alırım” cevabını verince, adam hayretle sebebini öğrenmek ister. Hoca da “Eee... Hiç bilmeyene sadece doğruyu öğreteceğim. Bir iş. Oysa biraz bilene önce bildiği yanlışları unutturup, sonra doğruyu öğreteceğim. İki iş. Bunun için iki akçe” cevabını verir.

23.01.2007

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

 Son Dakika Haberleri
Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004