Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 06 Şubat 2007

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Eğitim

Dink, Einstein, Said Nursî...

Bir ülkenin gelişmişliği o ülkedeki bilim, san’at, kültür, teknolojik ve akademik hayat, sosyoloji, tıp, psikoloji ve bütün bilim alanlarındaki aydınlarının sayısıyla doğru orantılıdır. Ülkeleri de tıpkı bir insan gibi düşünün. Nasıl bir insan beynini geliştirdikçe gelişiyorsa, o ülke de beyin gücünü geliştirdikçe gelişir. Beyni gelişmiş demek beyni etkin kullanmak demektir. İlkel beyinle tehlikeyi fark etmek, sözgelimi… Orta beyinle sevilecek sayılacak şeyleri belirlemek ve üst beyinle de düşünmektir, beyni etkin kullanmak. İşte insanı insan yapan budur. Çünkü insan düşünen bir varlıktır, düşünen de sorumludur.

Şimdi, hem düşünmeyen, hem de düşünenleri de farklı düşündüğü için öldüren insanların yaşadığı bir ülke düşünün. Yani beyni olmayan bir insan düşünün. Hafızası yok. Geleceği yok. Geçmişi yok. Bu ülkenin geleceğinde nasıl bir sosyal hayat hayal edersiniz? Bir ülkenin aydınları o ülkenin dinamikleridir. Onlar yeni şeyler söyleyebilirler. Onlar farklı düşünebilirler. Onlar fikir jimnastiği de yapabilirler. Onlar böyle diye, onları hemen tabularımızla yargılayıp infaz etmek midir vatanseverlik? Makul ve mukni cevap veremeyip zorbalığa başvurmak, aciz ve aşağılık ilkel beynin bir saldırısıdır. Aydını olmayan bir ülke karanlıktadır. Aydınlarını öldüreceğine varsa gerçeklerini göster!

İnsan öldürmeye hiçbir kılıf geçirilemez. “Bir canlıyı öldüren bütün canlıları öldürmüş gibidir” diye buyuran kutsal kitap değil midir? Hatta bir gemide 10 cani bir masum bulunsa o masum için o gemi batırılamadığı gibi; çok sayıda cani sıfatlarımız olsa da bir masum sıfatımız yüzünden hiçbir insan toptancı yaklaşımla suçlanabilir mi? Buna hangi inanç izin verir?

Gelelim sadede: Yüzyılı geçkindir “Kanun diye diye hukuk çiğneyen” garip bir insan türü olduk. Nice aydınlar yok ettik bu zamanda. 150’likler gibi nicelerini sürgüne gönderdik. Nicelerini de kaçırttık. Ya sevmeli insan, ya terk etmeli, diye sürgünler yaşattık insanlara. Mizancı Murat da, Ali Şükrü Bey de bu sebeplerle öldürüldü. Çünkü “Bizden olmayan yaşayamaz”dı bu ülkede. Said Nursî’yi de 19 kez zehirledik bu sebeple. Yakın tarihimiz ya solcu, ya da başka farklı inançlara mensup olduğu için öldürülen ya da kaçırtılan aydınların serencamıyla dolu. Bunların hepsinin de fail-i malûm, ama meçhul olarak yerlerini aldı tarih yapraklarında. Dink gibi, bu ülkede kalma becerisini gösterenleri de karalama kampanyalarıyla susturmaya çalıştık. İftiralar attık onlara. Kısacası bizden değil dedik. Ne oldu peki? Ülke mi kalkındı? Kişi başına düşen millî gelir mi arttı? Ekonomik ve sosyal kalkınmayı mı tamamladık? Fen ve teknolojide mi ilerledik? Bu durumun Hitler’in Einstein’i ve diğer Alman aydınlarını ülkesinden kaçırmasından ne farkı var, söyler misiniz?

Dedelerimizin Osmanlı’yı kuru sevgiyle sevmek yerine, Mimar Sinan’ı nasıl meşhur bir mimar olarak yetiştirdiklerine bakalım. Sokullu geleneğinden nasıl yararlanıp gerilemeyi yüzyıl geciktirdiklerinden ders alalım. Para lâzım olduğunda İstanbul kuyumcuları olan Yahudilerden nasıl borç aldıklarının altını çizelim. Devlet memuriyetiyle tembellik döşeğinde yatan Müslümanlara ticareti öğreten Ermeni ve Yahudilerimize teşekkür edelim. İşte beceri budur; herkesi ülken için çalıştırmasını bilmek...

Şimdi atalarımız kalksalar da gelip bizim bu yanlış tavırlarımızı görseler, inanın Müslüman olmayan tebaaya eziyet etmekten dolayı bize ceza keserlerdi. Çünkü Mecelle’de “Kâfire ‘Hey kâfir’ bile demeyiniz. Çünkü zimmîye (Müslüman olmayan vatandaşlara) bu şekilde hitap etmek suçtur! (“Kim zimmî olan birine eziyet ederse ben onun hasmı olurum.” Hz. Muhammed (asm). Kaynak: el-Münâvî, Feyzü’l-Kadîr: 6:19, hadis no: 8270)

Bediüzzaman Said Nursî’nin güzel bir sözüyle bağlayalım: “Dinine, milliyetine zarar gelecek diye evhamlanan ve korkan adamın dininde ve milliyetindeki payı ‘beytü’l-ankebut’ (örümcek ağı) gibi zayıf düşmüş cehalettir, onu korkutur; taklittir, onu telâşa düşürttürür.” Tabiî cinayet de işlettirir, adam da öldürtür.

B. Sait ÇİFTÇİ

06.02.2007


Öğrenci faaliyetlerinde öğretmenin etkinliği ve yönlendirmesi

Öğrencilerce gerçekleştirilen aktivitelerde öğretmen, öğrencileri gözlemler ve yönlendirir. Öğretmen, sınıfın yönetimini sağladıktan sonra grup çalışmalarını takip eder ve iletişimde meydana gelen tıkanıklıkları ortadan kaldırır.

Eğitsel kol çalışmaları ya da kulüpler, öğrencilerin aktif olarak katıldıkları çalışmalardır. Bu çalışmalara farklı yaş gruplarından öğrenciler katılır. Zengin muhteva her kafadan bir ses çıkmasına sebep olur. Bu tür çalışmalarda konuların öğretmence seçilmesi uygun olur. Öğretmen, sadece yoklama yapan ve öğrencilerin üzerinde otorite sağlayan bir görünüm oluşturmaktan kaçınmalıdır. Görev dağılımında yalnızca istekli öğrencilere yetki vermekle kalmayıp, konuya uzak duran çocukların da katılımı sağlanmalıdır. Eğitsel çalışmalarda öğrencilerden ilginç haber ve araştırma haberlerini derlemeleri istenebilir. Kızılay kolunda her hafta bir öğrencinin ilkyardım teknikleriyle ilgili bilgi vermesi, müzik kolundaki öğrencilerin arkadaşlarına farklı müzik aletlerini tanıtması ve koro çalışmaları yapılması derse aktiflik kazandırır.

Öğretmen, grup çalışmalarında işleyişe direkt müdahale etmekten ziyade çoklu seçenekler sunmalı ve seçeneklerin sonuçları ile ilgili öğrencileri düşünmeye sevk etmelidir. Öğrencilerin görüş birliğine varamadıkları durumlarda öğretmenden destek istemeleri teşvik edilmelidir. Oylama, görüş bildirme, seçenek sunma konularında öğrencilere öncelik tanınmalıdır. Öğretmen tek başına hem öğrencilerle ilgilenip, hem ders anlatamaz. Çocukların karşısındakini dinleme ve empati (duygudaşlık) kurma özellikleri geliştirilerek, kendi oto kontrollerini sağlamaları amaçlanmalıdır.

Çocuklar, öğretmenin tüm söylediklerini şartsız kabul etme eğilimindedirler. Öğrencilerin birlikte çalışma, fikir üretme yeteneklerinin gelişebilmesi için davranışlarının sonuçlarına katlanma becerisi kazanmaları gerekmektedir. Uygulama çalışmalarında öğretmen, öğrencileri tamamen serbest bırakmamalı ve gerekli bilgileri zaman zaman çocuklara iletmelidir. Çalışmaya başlarken çocukların bir hedef belirlemesi sağlanmalıdır. Çalışma sonunda öğrencilerin hedeflerine ne kadar ulaşabildikleri incelenir ve sonuçlar tartışılır. Çalışma ile ilgili herkesin katkı sağlaması için öğrencileri motive edecek ve yönlendirecek olan, öğretmenlerdir.

[email protected]

Mustafa OĞUZ

06.02.2007


Eğitim dünyasından haftaya bakış

• Talim ve Terbiye Kurulu, OKS’den sonra uygulanacak model üzerinde çalışırken, MEB’e bağlı sınavları gerçekleştiren Eğitim Teknolojileri Genel Müdürlüğü 2007 ve 2008’de yapılacak OKS ile ilgili bazı değişiklikler üzerinde duruyor. Buna göre ilköğretim başarısının yüzde 15’i, OKS puanına eklenecek. Böylece öğrencilerin okul eğitimine de önem vermesi sağlanacak. Öğrencilerden, sınav sonuçları belli olduktan sonra, bir kereye mahsus olmak üzere tercih listesi alınacak. Daha sonra yeniden tercih yaptırılmayacak. Yerleştirme işlemleri, tek liste üzerinden tamamlanacak. Tercihlerinden herhangi birisine yerleştirilen bir öğrenci, daha sonra üst tercihinde kontenjan açığı doğarsa, üst tercihine geçirilecek. Kayıt dönemleri birkaç günle sınırlı tutulacak. Böylece kayıtların yeni öğretim yılına sarkması, okul kontenjanlarının uzun süre boş kalması ve öğrencilerin okul kapılarında mağdur olması önlenecek (NTV).

• Türkiye Özel Okullar Birliği tarafından Antalya’da üç gün sürecek olan “Okul Öncesi Eğitimi” ve “Öğretmen Eğitimi” konulu sempozyum başladı. Sempozyumun açılış konuşmasını yapan Türkiye Özel Okullar Birliği Başkanı Rüstem Eyüboğlu, Türkiye’de okul öncesi eğitimin her yıl daha da önem kazandığını belirtirken, “Okul öncesi eğitim bir ülkenin geleceğidir. 2023 yılında Cumhuriyetin yüzüncü yaşında paylaşmasını bilen, ülkesini seven, anadilini yani Türkçe’yi daha iyi kullanan, birden fazla yabancı dil öğrenebilen bir nesil yetiştirmek istiyorsak, bugünden okul öncesi eğitime önem vermeliyiz” dedi. Çocuğun gelişiminde en hassas dönem 0-6 yaşlar olduğunu ifade eden Eyüboğlu, Türkiye’de 0-6 yaş döneminde yaklaşık 9-10 milyon civarında çocuğun bulunduğuna dikkat çekti. Eyüboğlu, 0-6 yaş döneminin sadece bakım ve gözetim hizmeti verilmesi gereken bir dönem olarak göremeyeceklerinin, aynı zamanda iyi ve planlı bir eğitim programı uygulaması gerektiğini kaydetti. (egitimgazetesi.com)

• 2006 Öğrenci Seçme Sınavı’nda (ÖSS), 7 bin 84 lise arasından başarılarıyla öne çıkan ortaöğretim kurumları belli oldu. Öğrenci Seçme ve Yerleştirme Merkezi’nce (ÖSYM) hazırlanan “Ortaöğretim Kurumlarına Göre 2006 ÖSS Sonuçları Kitabı”nda, 2006 ÖSS’de en başarılı ilk 20 lise arasında devlet okulları çoğunluğu oluşturdu. ÖSYM’nin kitapçığında: Başarılı lise sıralaması “4 yıllık fakültelere girmenin önşartı olan 185 taban puanı alan öğrenci sayısı” dikkate alınarak yapıldı. Şampiyon okulları ağırlıklı olarak fen, özel fen, Anadolu öğretmen ve Anadolu liseleri oluşturdu. En başarılı 20 okul sıralamasında; “Sayısal-2” puan türünde 17 fen lisesi, “Sözel-2” puan türünde 15’i “Anadolu öğretmen” olmak üzere 18 Anadolu lisesi, “Eşit Ağırlıklı” puan türünde 12 fen lisesi öne çıktı. Puan türlerine göre en başarılı 60 lisenin gösterildiği listelerde, en başarılı ortaöğretim kurumları arasına iki düz lise girebildi. En başarılı okullar arasında özel liselerin oranı yüzde 10 düzeyinde belirlendi. (egitimhaber.com)

• Türk-Eğitim-Sen, eğitim alanında Türkiye ile OECD ülkelerini karşılaştırdığı araştırmanın sonuçlarını açıkladı. Türkiye ile AB ülkeleri arasındaki eğitim farkı, Türkiye’nin eğitim alanında çok büyük mesafe kat etmesi gerektiğini ortaya koydu. Araştırmaya göre; Türkiye OECD ülkeleri arasında eğitim düzeyi ortalaması en düşük 3. ülke oldu. AB ülkelerinde 15 yaş grubundakilerin eğitim düzeyi 10.6 iken, ülkemizde ise bu oran 3.1 olarak belirlendi.

• Millî Eğitim Bakanlığı, ilk ve orta dereceli okullarda okutulan ders kitaplarının tamamını internet ve CD ortamına aktarıyor. E-kitap adı verilen projede elektronik ortama taşınan kitapların, basılı kitaplardan üstün tarafları olacak. Öğrenci, bu sayede derste işlediği konularla ilgili bilgi, fotoğraf, resim ve filmlere rahatlıkla ulaşabilecek. Proje hakkında bilgi veren Talim Terbiye Kurulu Başkanı Prof. Dr. İrfan Erdoğan, işlenen ünitelerle ilgili bir kütüphanede bulunabilecek kadar bilginin e-kitapta olacağını anlattı. Erdoğan, “Ders kitaplarımızda en iyi anlatılan konu bile birkaç sayfa bilgiden ibaret. E-kitapla öğrencinin araştırma yapmasını teşvik edeceğiz.” dedi. (egitimgazetesi.com)

06.02.2007


Tatilde çocuğun verimliliği nasıl ölçülür?

Çocukların tatili verimli biçimde değerlendirmesi, yalnızca ders çalışmak anlamına gelmemelidir. Çocuklar, okul dışında başka sosyal faaliyetlere katıldıklarında iletişim yönleri gelişir, rahatlar ve daha etkin olurlar. Tatillerde çocuklar için çok farklı eğitimler mevcuttur. Bu eğitimler, okulda verilen eğitimlerden farklı olarak, çocukların özgürce davranmasına imkân sağlar.

Sinema, tiyatro, satranç, drama eğitimi, spor faaliyetlerine yönlendirilen çocuğun çok serbest bırakılması da doğru değildir. Yetişkinler, çocukların faaliyetlerden ne ölçüde yararlandıkları izlenmeli ve çocuğun düşünceleri dikkate alınmalıdır. Çocuğun, drama eğitimi aldığını düşünelim. Çocuk, eve döndüğünde anne-baba onunla konuşmalı ve neler öğrendiğini paylaşmalıdır. Küçük bir gösteri sunmasını istemek, arkadaşlarıyla gerçekleştirdiği diyalogları dinlemek gerekir. Satranç öğrenen çocukla satranç oynamak, eğer bilmiyorsanız ondan öğretmesini istemek de faaliyetlerin sonuçlarını görme açısından önemlidir. Televizyondaki eğitici programları takip etmek, çocuğun da bunlardan yararlanmasını sağlamak faydalı olacaktır.

06.02.2007


Tecrübe

‘Keşke’ sözcüğünü attım sözlüğümden,

Cümlelerime eklemiyorum artık.

Farklı sorular soruyorum kendime,

Cevaplara doğru ya da yanlış demiyorum.

Belki düzeltebilirim hatalarımı içtenlikle,

Başka yollar bulurum yürüyecek.

Hatalarıma da yeni adlar buluyorum,

Tecrübe, eğitim, gelişim, olgunluk…

Yanlışlarımı görürüm, anlarım, yaşarım,

Ama pişman olmadım, olmamalıyım.

Yine de sorular soruyorum kendime,

Acaba farklı davranabilir miydim diye…

Mustafa OĞUZ

06.02.2007


Zaman ve sabır başarının altın anahtarlarıdır

Önümüze çıkan engeller bizi daha güçlü yapsın. Kazandığımız zaferler bizi daha akıllı yapsın. Eylemlerimiz bizi daha gururlu yapsın (H.Jackson Brown Jr.). Pirincinde siyah taştan korkma, beyaz taştan kork (Arif Nihad Asya). İstemek yetmez, amacımıza ulaşmak için şiddetle arzulamamız gerekir (Ovidivs). Gerçek mutluluğun çekingen bir tabiatı vardır, debdebeyle, gürültüye düşmandır (Joseph Addison). Aslanın kral olmak için atanmaya ve törene ihtiyacı yoktur, kahramanca hareketleri onu bu mevkie getirir, onu yaratılışı kral ilân eder (Pançatantra). Görev, içinde bulunduğumuz zamanın bizden istediği şeydir (Goethe). Dünya karşılaştığın fırtınalarla değil, gemiyi limana getirip getirmediğinle ilgilenir (William Mc. Fee). İnsan üzüntülerini anlatarak başkalarını memnun etmemeli (Emile Zola). İdealler yıldızlar gibidir, onları tutmak mümkün olmaz; ama karanlık gecelerde yolumuza onlar rehberlik eder (Fransız sözü). Küçük kapılardan girmeye çalışanlar eğilmeye mecbur olurlar (Cenap Şehabettin).

06.02.2007


İkinci lisan

Fare bir peynir kokusu duyup, bulunduğu delikten kafasını dışarı uzatmıştı. Fakat bunun kedinin bir tuzağı olduğunu düşünüp dışarı çıkmadı. Bekledi ve biraz sonra ‘miyav’ diye bir ses duydu. Ertesi gün de peynir kokusunu aldı ve ‘miyav’ sesini duydu, yerinden çıkmadı. Sonraki gün ‘hav hav’ diye bir ses duydu ve kedinin ortalarda olmadığını anlayarak dışarı çıktı. Çıkmasıyla pençe yemesi bir oldu. Kedinin tuzağına düşmüştü. Kedi yerde baygın yatan fareyi yanındaki yavrusuna gösterip şöyle dedi: ‘Sana dememiş miydim, ikinci lisan çok önemli diye!’

06.02.2007


Verilen sözü tutmak

Gerhardt adında çok yoksul bir çoban varmış. Bir gün sürüsünü otlatırken ormandan bir avcı çıkmış ve en yakın köyün nerede olduğunu sormuş. Çoban yolu tarif ederken, kendisini oraya götürürse iyi bir ödül vereceğini söylemiş. Gerhardt koyunlarını bırakamayacağını, kaybolabileceklerini söyleyince, avcı: ‘Ne olacak canım’ demiş. ‘Koyunlar senin değil ki. Bir, iki tanesi kaybolursa, sahibi bir şey demez. Sana bir yılda kazandığından daha çok para vereceğim.’ Çoban yine itiraz edince, avcı: ‘O zaman koyunları bana bırak, köye sen git ve bana biraz yiyecek, içecek getir’ demiş. Çocuk başını sallamış ve ‘Koyunlar sizin sesinizi tanımazlar’ demiş. Artık öfkelenmeye başlayan avcı: ‘Bana güvenmiyor musun?’ diye sormuş.

Gerhardt: ‘Koyunlarımın sahibine ihanet etmemi söylediniz. Bana verdiğiniz sözü tutacağınızı nereden bileyim?’ demiş. Köşeye sıkışan avcı gülmüş ve ‘İyi ve inançlı bir çocuksun, seni hiç unutmayacağım. Bana yolu göster, ben kendim giderim’ demiş. Sonunda avcının ülkenin kralı olduğu ortaya çıkmış. Gerhardt’ın dürüstlüğünden o kadar etkilenmiş ki, bütün masraflarını karşılayıp onu okula göndermiş. Gerhardt varlıklı ve güçlü bir insan olmuş, ama dürüstlüğünü hiç yitirmemiş.

06.02.2007

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

 Son Dakika Haberleri
Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004