Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 24 Şubat 2007

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Görüş

Cemil Meriç Bediüzzaman hakkında ne düşünür, ne söyler?

Fikriyle, tecessüsüyle, ilmiyle ve irfanıyla Türk münevverleri üzerinde derin tesirler bırakmış bir mütefekkir: Cemil Meriç. Seyahatle değil, ama düşüncesiyle bütün Avrupa’da ve Asya’da devr-i âlem yaptı, sonunda bu topraklarda karar kıldı. Mustafa Armağan’ın ifadesiyle, “Osmanlı doğdu, Osmanlı öldü.” Dünya tefekkür tarihinde önemli rol oynayıp da Cemil Meriç’in zihninde yoğrulmamış ve satırlarından çıkmamış bir düşünce veya düşünür var mıdır acaba? Sanmıyorum. Neler çıkmadı ki bu münzevi aydının satırlarından… Liberalizm, Marksizm, anarşizm, emperyalizm, egzistansiyalizm, nihilizm… “İdrakimize giydirilmiş deli gömlekleri”ni öğrendik bu geniş tecessüsten. Avrupa’nın edebiyatını da edebiyatçısını da öğrendik; Hugo’yu, Zola’yı, Balzac’ı ve daha nicelerini... Haksızlık etmeyelim; Ahmet Mithat’ı, Namık Kemal’i ve Ali Suavi’yi de öğrendik… Herkesi ve her şeyi bulduk bu ummanda, derde devadan gayri. Peki, bu engin tecessüsün havsalasında Bediüzzaman Said Nursî’ye de yer var mıydı? Elbet. “Bir Türk aydınının bu büyük ve ulvî hazineden haberdar olmaması düşünülemez.”

70’li yıllardan itibaren yakınlaşmaya başladılar Nur talebeleri Cemil Meriç’le. Külliyatı okudular ve tartıştılar. Cemil Meriç, Said Nursî’yi ve risalelerini tanımadığı yıllarını “bedbahtlık” olarak nitelendiriyordu.

Cemil Meriç hangi yönünden etkilenmiştir Said Nursi’nin? Tefekkür yönünden mi? Yoksa? Yoksa tavizsiz kişiliğinden mi? Said Nursi’nin mütefekkir yönünden elbette etkilenmiştir Cemil Meriç, ama onu esas cezbeden Said Nursî’deki—hangi zaman ve zeminde olursa olsun—tavizsiz kişiliktir. Bunu şu satırlarından rahatça anlayabiliyoruz: “87 senelik ömründe eserlerine nasıl başlamışsa öyle de bitirmiştir. Hiçbir dünya büyüğüne dalkavukluk yapmamıştır. Bu bizim memlekette büyük bir fazilettir. Cemiyette hemen herkes anadan doğma bir dalkavuk olmuş… Said Nursî bir kavga adamı. Yalçın bir irade, taviz vermeyen bir mizaç… Yakın tarihimiz tek bir mücahid tanımıştır, o da Said Nursi’dir… Ben Müslüman mütefekkir deyince, celâdetiyle, cihadetiyle, onu tanıdım, başka tanımadım. Hepsi pırt deyince kaçan, firar eden insanlar. Bir tane başka görmedim ki… 60 yıl her kahra, her cefaya göğüs gererek mücadele eden biricik dâvâ adamı…” diyerek ona olan saygısını en samîmî duygularla ifade ederken, ondaki mücadeleci kişiliği özellikle ortaya koymak istemiştir.

Yıllarca gece gündüz okuyan, hemen her platformda fikirlerini açıklamaya çalışan, hangi kesimden olursa olsun bütününe kapılarını ardına kadar açan ve ziyaretçisi hiç eksik olmayan bir mütefekkirdir Cemil Meriç. Cemil Meriç’in isteği; her fikrin her platformda tartışılabilmesi, fikirlerin önündeki engellerin ortadan kaldırılması, düşünene, neyi düşünürse düşünsün saygı gösterilmesi gerektiğini söyler ve şu cümleleri serdeder: “Ben bir fikir adamıyım. Fikir adamı demek fikir için yaşayan adam demektir. Bu itibarla doğru veya yanlış her fikrin mutlak ve kâmil hürriyet içinde kendini ifade etmesi ülkemizin haysiyeti, vak’arı ve şerefidir… Said Nursi bir havaridir. Bir mücahiddir. Bir dünya görüşünün yayıcısıdır. Bu dünya görüşüne katılsın katılmasın, her namuslu insanın vazifesi; bu toprağın bağrından fışkıran, selabet, metanet, ciddiyet ve samimiyetini asırların imtihanından geçerek ispat etmiş bulunan İslâmî düşünceleri tamim ve neşr etmektir. Kanaatlerinden emin olanlar, başka kanaatlerden nasıl endişe edebilirler? Hıristiyanları aslanlara parçalatmak, Roma’nın ne işine yaradı? Zulüm, her samîmîdüşünceyi kanatlandırır.”

Burada şu hakikati söylemeden geçemeyeceğiz. Gerek Bediüzzaman gerekse talebeleri, fikirleri münasebetiyle yıllarca dâvâlarla ve kovuşturmalarla mücadele etmek zorunda kalmışlardır.

[email protected]

Şefaattin DENİZ

24.02.2007


Sanadır ya Resulallah

Ey Peygamber-i zişan,

Ey şefaatıyla donatan,

Ey kutlu yar-ı sadık,

****

Sen hilkate vesilesin,

Elfu elfu senalar sanadır, ya Resulallah

Senin içindir methiyeler,

Sana okunuyor naatler, kasideler.

****

Doyamadı sana yıldızların,

Doyamadı Ebu Bekir, Ömer’in,

Sevgine doyamadı Zinnureyn Osman’ın.

****

Bir cengâver vardı Esedullah Ali,

O da doyamadı sana.

Varislerin vardı Mevlânâ, Rabbani, Gazali,

Dellalıdır Bediüzzaman mu’cizen Kur’ân’a.

****

Ya resulallah

Bizde doyamıyoruz sana,

Gir, biz gafil kulların rüyalarına.

Bizleri de al mahşerde daire-i şefaatine,

Ki atmasın Rabbim nar-ı cehenneme.

****

Affet bizleri ya Resulallah,

Lâyık kılsın bizleri Zat-l Zülcelal, şefaatine.

****

Nasıl çıkarız ruz-i mahşere?

Kalplerimizde lekeler var.

Yüzümüz yok günahkâr dille, şefaatini dilemeye.

Nasıl bakar günahkâr gözler, nur yüzüne.

****

Küffara atılan bir ok olsaydım,

Oka yay olsaydım senin için.

Mevlidine harf olayım,

Mürekkep olsun kanım, o mübarek harflere.

Okunsun mevlidin, sana aç gönüllere.

Ben yoluna kurban olayım,

Affet bizleri, ya Resulallah affet…

***

Ru-i zeminde aç susuz kaldık sensiz,

İçir bizlere nurdan ellerinden ab-ı kevseri,

Kattır bizlere mu’cize bereketinden hurmaları.,

***

Affet bizleri ya Resulallah affet.

[email protected]

Ali KARABİBER

24.02.2007


Ömür binasının düşen taşları

Hızla tükenen zamanımız karşısında ömrümüzün nerede ve ne zaman biteceğini bilmeden ilerliyoruz… Her gün bir taşı düşen ömrümüzün hangi taşını geri getirebildik? “Günde bir taşı binâ-yı ömrümün düştü yere; / Can yatar gafil, binası oldu vîran bîhaber” diyen Niyaz-i Mısrî her gün bir parça kaybettiğimiz ömür sermayemiz karşısındaki gafletimizi ne güzel ifade etmiş.

Çoğu zaman ne için çalışmamız gerektiğini, vaktimizin ve nakdimizin ne kadar kısıtlı olduğunu unutup dünyanın işlerine dalıyoruz. Bu gaflet halinden ancak dünyanın bir sillesini yediğimiz zaman ya da acı yüzleriyle karşı karşıya geldiğimiz zaman uyanıyoruz. Ölümler, firaklar, hastalık ve yaşlılık gibi…

Bir zamanlar gençlik gecesinin uykusundan ihtiyarlık sabahıyla uyandığını ifade eden Bediüzzaman Said Nursî de Niyaz-i Mısrî’nin yukarıdaki dizelerini hatırlayıp duygulanıyor: “Ruhumun hanesi olan cismimin de her gün bir taşı düşmekle yıpranıyor ve dünya ile beni kuvvetli bağlayan ümitlerim, emellerim kopmaya başladılar. Hadsiz dostlarımdan ve sevdiklerimden ayrılık zamanının yakınlaştığını hissettim” diyor.

Esasında her biten gün, her düşen yaprak, her ölüm bize de ayrılık zamanının yaklaştığını hatırlatmıyor mu? Hangi kelebek günlerce yaşadı, hangi çiçek mevsimlerce solmadan hayatta kaldı? Bir güldüysek bin ağlamadık mı? Hangimiz hayatın hep gülen yüzünü gördü? Kaybettiğimiz hangi fani geri döndü? Her şey hayatımızdan hızla akıp giderken, hangi birini tutabildik? Elimizdeki tek geçerli naktimiz olan vaktimizi nasılda faydasız ve geçici işlere sarf ederek tüketiyoruz?

Büyük şehirlerin merkezi yerlerinde kalan eski binaları bazı müteahhitler sahibinden alırlar ve yerine yeni ve modern apartmanlar yaparak bina sahibine de birkaç dairesini verirler ya. Kâinat mülkünün sahibi olan Rabbimiz de, bizim yıkılıp viran olacak ömür binamızı bizden almak ve yerine ebedî ve çok muhteşem saraylar vermek istiyor. Biz “Yok, olmaz, ben bu virânemi hiçbir şey karşılığında vermem” diye itiraz edersek, ne kadar divanelik etmiş oluruz değil mi? Zaten her gün harabe olmaya devam eden ve bir gün tamamen yıkılıp gidecek olan bu fâni ömrü, bâki olan bir ömürle değişmek, aklın, iz’ânın ve insafın gereği değil midir?

Yıkılmaya ve yok olmaya mahkûm olan ve zaten de tapusu bize ait olmayan beden mülkünü verip, yerine ebedî olan saadet sarayları almaya ne dersiniz? Elimizde bulunan cam parçalarını paha biçilmez elmaslarla değiştirmek akıllı bir alış veriş değil midir?

Mehtap YILDIRIM

24.02.2007


Havalar çok güzel!

Geride bıraktığımız haftanın çok iyi geçtiğini söylemeye gerek var mı? Ankara’da yılın bu mevsiminde paltolar çıkarıldı, ceketle dolaşıyor insanlar. Yani, havalar güzel, maddi havalar... Aslında manevî havalar da güzel.

Yeni Asya basın dünyasında 38. yıldönümünü kutluyor. Başımız dik, anlımız ak. Yani, bizim havamız da yerinde. Rüzgârlar güzel esiyor. Ilık bir bahar gibi, denizden gelen sıcak bir meltem gibi. Gönlümüzü ve ruhumuzu okşuyor. Özetle; manevî iklimimiz harika, her tarafta çiçekler açmış, rengarenk; sarısından, yeşiline, morundan kırmızısına her tona rastlamak mümkün. Bu renkler insanın içini ısıtıyor, seyrederken başka bir aleme götürüyor insanı. Cennete…

Zemin o kadar münbit ki, ekilen tohumlar fışkırıyor adeta… Nur tohumları “zeminimizde” çiçekler açıyor. “Cennetasa bir baharı” yaşıyoruz. “Acele edenler” kabirlerinden bu güzelim manzarayı seyredip manen alkışlıyorlar. Horhor Medresesinin yekpare mezartaşı olan Van Kalesinin üzerine çiçek koyanlar “henien leküm” (sizi tebrik ederiz) sadasını işitiyorlar.

Geçen bir asır boyunca gelen neslin kapısında duranlar ise artık “mezar-ı müteharrik bedbahtlar” (yaşamasının ölümünden farkı olmayan, gayretsiz ve himmetsiz olanlar) olarak da yaşamıyor. Kendilerini saran mezarda, yaptıklarının hesabını vermekle meşguller.

Yeni Asya o çiçeklerden biri mi? Bir kaçı mı? Yoksa binlercesi mi? Belki de binlercesini yetiştiren gül bahçesi desek daha doğru olur. Fidan yetiştiren gül bahçesi. Görmüyor musunuz? Yeni Asya’da hayat bulmuş binlerce isim, başka diğer bağ ve bahçelerde her yıl binlerce çiçek açan bitkiler gibi veya binlerce meyve veren kocaman ağaçlar gibi esen rüzgârın serin ikliminde boy veriyor. Yeni fidanlar yetiştiren koca çınarlar olmuş. Artık, onlar da birer bahçeye dönüşecek kadar fidan vermeye başlamış, adeta, Yeni Asya bahçesinden yüzlerce bahçe oluşmuş gibi bir hal var onlarda.

Bu ne büyük mutluluk! Ve ne büyük saadet! Acele edip “kışta gelenler” kabrinden bu hali alkışlıyor. Yaptıkları hizmetin kutlu neticesinden, ektikleri “nur tohumlarının” ağaç olup meyve vermesinden büyük haz duyuyor. Onlar içinde bu durum büyük saadet! Ne mutlu onlara, ne mutlu bugünü yaşayıp yaşatanlara, ne mutlu bugünü hazırlayanlara… Bu güzel gün bu güzel bahar onlara ve bugünü yaşayanlara kutlu olsun.

Yeni Asya’m 38. yıldönümün kutlu olsun…

[email protected]

Nurettin HAYAT

24.02.2007


ABD’nin, Türkiye hesaplaşması

ABD, PKK ile problemleri olan müttefiki Türkiye lehine bir hareket tarzı takip etmemiştir. Kendisinin tarif ettiği terör, terörist ve terörizm kavramları çerçevesinde dünya çapında hareketlenmelere gitmesine ve operasyonlar yapmasına rağmen bunları sadece kendi menfaatleri çerçevesinde yorumlamış ve diğer ülkelerin çekmiş oldukları ıztıraplardan yükselen seslere kayıtsız kalmıştır.

ABD 2006 yılına kadar PKK konusunda adım atma hususunda ayağını sürümüştür. Bunu 2007’de de yapmaya, yani hiçbir şey yapmamaya devam edeceğini hareket tarzı ile göstermektedir. Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanı Sayın Abdullah Gül’ün 2007 Şubat’ında ABD’ye yaptığı ziyaretle ilgili olarak medyaya yansıyan haberler pek iç açıcı görünmemektedir. Kapalı kapılar ardında ne konuşulduğu ise belli değil. Bu ziyaretin akabinde Avrupa’nın değişik ülkelerinde eş zamanlı olarak PKK’ya karşı gerçekleştirilen polis operasyonları ve buna karşılık olarak ortaya çıkan şiddet olaylarına müdahaleler, banka hesaplarına erişimler ve tutuklamalar ABD’nin hiçbir şey yapmama gayretleri ile ilişkili değerlendirilmelidir. Örgütün bir yetkilisinin Avrupa’yı tehdit etmesi de dengelerin değiştirilmesine yönelik bir tavır olabilir. Avrupa Birliği ve diğer kıt’a ülkelerinde bugüne kadar fazla bir tavır sergilenmemişti. Ancak bu iki olayın kritik bir zamanda birbirini takip eder bir tarzda ortaya çıkması düşündürücüdür.

ABD ve AB bazı konularda farklı düşünmektedir. En azından devletleri sevk ve idare eden gruplar bazı konularda fikir ayrılığı taşımaktadır. ABD, İngiltere ve İsrail ile eşgüdümlü hareket etmekte adeta birinin ihtirası diğerinin sopası olmaktadır. “İktidar bozar, mutlak iktidar mutlaka bozar demişler.” AB ise 19. ve 20. yüzyılda başaramadığı ve asırlardır denenen, yekvücut olmuş bir süper güç olma amacına 21. yüzyılda ulaşmaya çalışmaktadır. ABD Ortadoğu’da kendisi, İngiltere ve İsrail hesabına planlar yapmakta ve bunu gerçekleştirmek için göz boyayan bir diplomasi ve insanî değer tanımayan bir savaş gücünü kullanmaktadır. Amerika Birleşik Devletleri, içerisinde farklı sesler yükselen ancak bir şekilde tereddütsüz olarak yüksek bir eşgüdümle hareket eden müstakil bir güçtür. AB ülkeleri arasında zahiren köklü bir eşgüdüm olmasa da derin gücü belirli hareketlenmeleri gerçekleştirmektedir.

ABD’nin Türkiye’nin bileğini bükmek için kullandığı bazı meseleler AB’nin kendi hedeflerine ulaşmasını zorlaştıracaktır. AB bazı operasyonlar ile Türkiye’nin içinde bulunduğu zor durumda kendi hesabına Türkiye’ye yardımcı olmakta, terör örgütünü maddî kaynaklardan, geniş hareket sahasından, propaganda imkânından mahrum bırakma yolunda adımlar atmaktadır. Böylece ABD’nin yapmadığını AB başka türlü yapmış olmaktadır. AB bu hareketi ile hem PKK’nın ABD ile organik bağının bulunduğunu, hem de kendi sınırları içerisindeki örgüt bağlantılı kişilerin var olduğunu ve bunlara mühlet tanıdığını, belki kısmen kullandığını, istediği bir şey olmadığında veya istemediği bir şey olduğunda kolaylıkla ve tesirli bir şekilde müdahale edebileceğini göstermektedir. Bu operasyonlar terör örgütünün fizikî ve maddî imkânlarını kısıtlayacağı gibi menfaat analizi yapan belli merkezlerdeki desteğini de azaltacaktır. Bundan sonra neyin geleceği iki tarafın durum değerlendirmesi yapmasından sonra belli olabilir. Bakalım bir sonraki adımda ABD ve AB ne yapacak?

Türkiye ne yapmalıdır? İki pehlivan birbiri ile mücadele ederken küçük bir çocuk ikisini de taciz edebilir hatta dövebilir. Netice itibari ile birisi açıkta diğeri perdeli bu iki gücün mücadelesinde Türkiye Cumhuriyeti taraf olmamalıdır. Himaye edilmek veya sığıntı olmak bize fayda vermez. Birinci Dünya Savaşında taraf olmayıp biraz daha beklenilmesi yönünde kanaati olanlar vardı. O kişiler birbirine çarpan iki testiden birinin kırılacağını diğerinin ise en azından çatlayacağını, çatlayan testiyi ise bizim kırabileceğimizi söylemişlerdi. Savaştan sonraki İngiltere savaştan önceki İngiltere kadar güçlü değildi. Bir tarafta güçlü bir imparatorluk diğer tarafta ise ABD’nin kuyruğundan ayrılmayan bir devlet vardır. Zamanın şartları malûm gidişata sebep olmuş. O zaman geldi geçti. Ama şimdi bu iki gücün birbiri ile mücadelesi zamanında dengeli bir siyaset takip edip, eşgüdümle belirlenmiş makul hedeflere daha geniş daireleri de dahil ederek bir tarafı sıcak bir tarafı soğuk bu ateş çemberinden selâmetle çıkmak mümkündür.

Halil Rıdvan ÖZ

24.02.2007

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

 Son Dakika Haberleri
Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004