Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 14 Mart 2007

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Lahika

ÂYET-İ KERİME MEÂLİ

And olsun ki düşünülmesi, anlaşılması ve ezberlenmesi için Biz Kur'ân'ı kolaylaştırdık. Fakat düşünüp ibret alan nerede?

Kamer Sûresi: 22

14.03.2007


HADİS-İ ŞERİF MEÂLİ

Şaşırtıcı derecede büyük iftiranın ne olduğunu biliyor musunuz? Aralarını bozmak için insanlar arasında söz taşımaktır.

Câmiü's Sağîr, c: 1, no: 61

14.03.2007


Dünyadan kazandığına mesrur, kaybettiğine mahzun olmamalı

İ’lem eyyühe’l-aziz!

Allah’a tevekkül edene Allah kâfidir. Allah, Kâmil-i Mutlak olduğundan, lizatihî mahbubdur. Allah, Mûcid, Vâcibü’l-Vücud olduğundan kurbiyetinde vücut nurları, bu’diyetinde adem zulmetleri vardır. Allah, melce ve mencedir. Kâinattan küsmüş, dünya ziynetinden iğrenmiş, vücudundan bıkmış ruhlara melce ve mence odur. Allah Bâkîdir; âlemin bekası ancak Onun bekasıyladır. Allah Mâliktir; sendeki mülkünü senin için saklamak üzere alıyor. Allah, Ganiyy-i Muğnîdir; herşeyin anahtarı Ondadır. Bir insan Allah’a hâlis bir abd olursa, Allah’ın mülkü olan kâinat, onun mülkü gibi olur.

***

İ’lem eyyühe’l-aziz!

Aklı başında olan insan, ne dünya umurundan kazandığına mesrur ve ne de kaybettiği şeye mahzun olmaz. Zira dünya durmuyor, gidiyor. İnsan da beraber gidiyor. Sen de yolcusun. Bak, ihtiyarlık şafağı, kulakların üstünde tulû etmiştir. Başının yarısından fazlası beyaz kefene sarılmış. Vücudunda tavattun etmeye niyet eden hastalıklar, ölümün keşif kollarıdır. Maahaza, ebedî ömrün önündedir. O ömr-ü bâkide göreceğin rahat ve lezzet, ancak bu fâni ömürde sa’y ve çalışmalarına bağlıdır. Senin o ömr-ü bâkiden hiç haberin yok. Ölüm sekeratı uyandırmadan evvel uyan!

***

İ’lem eyyühe’l-aziz!

Cenâb-ı Hakka malûm ve mâruf ünvanıyla bakacak olursan, meçhul ve menkûr olur. Çünkü, bu malûmiyet, örfî bir ülfet, taklidî bir sema’dır. Hakikati ilâm edecek bir ifade de değildir. Maahaza, o ünvanla fehme gelen mânâ, sıfât-ı mutlakayı beraberce alıp zihne ilka edemez. Ancak, Zât-ı Akdesi mülâhaza için bir nevi ünvandır. Amma Cenâb-ı Hakka mevcud-u meçhul ünvanıyla bakılırsa, mârufiyet şuâları bir derece tebarüz eder. Ve kâinatta tecellî eden sıfât-ı mutlaka-i muhîta ile, bu mevsufun o ünvandan tulû etmesi ağır gelmez.

Mesnevî-i Nûriye, s. 111

Lügatçe:

lizatihî: Kendiliğinden. mahbub: Sevgili, sevilen. Mûcid: İcad eden. Vâcibü’l-Vücud: Vücudu mutlak var olan, yokluğu mümkün olmayan Cenâb-ı Hak. kurbiyet: Yakınlık. bu’diyet: Uzaklık. adem: Yokluk. zulmet: Karanlık. melce: İltica edilecek, sığınılacak yer. mence: Kurtulacak, necat bulacak yer. umur: İşler. mesrur: Sürurlu, mutlu olma. tavattun: Vatan edinme, yer edinme. maahaza: Bununla beraber. mâruf: Tanınan, bilinen. menkûr: Tanınmayan, inkâr olunmuş. ülfet: Alışkanlık. sema’: İşitmek, kulakla dinlemek. fehm: Anlayış, anlama. sıfât-ı mutlaka: Mutlak sıfatlar. ilka: Koymak, bırakmak. şuâ: Işın. tebarüz: Belli olma, belirtme. Görünme. sıfât-ı mutlaka-i muhîta: Her yeri kuşatan mutlak sıfatlar.

14.03.2007


Bediüzzaman ve eşya ile muhatabiyet

Son zamanlarda medyada, gittikçe yaklaşan ve tedbir alınmadığı takdirde geri dönülemez olacak bir felâketin haberlerini sıkça duyar ve okur olduk. “Küresel ısınma” adı verilen tehlikenin nedeni ise gelişen teknoloji ve sanayi ile birlikte kullanımı artan fosil yakıtların yakılması sonucu atmosfere sorumsuzca ve sınırsızca salınan karbondioksit gazının sebep olduğu atmosferdeki sıcaklık artışı.

Her şeyin birbiri ile ilişkisinin ve bağlantısının olduğu kâinatta, küresel ısınmanın sebebini sadece yukarıdaki sebebe bağlamak kolaycılığa kaçmak olur. Küresel ısınma, çağımız insanlarının bir sorunudur ve “çağdaş” insanların tek sorunu da değildir. Vahye sırtını dönen ve kutsalla bağını koparan Batı medeniyetinin insanlığa yaptığı en büyük tahriplerden birisi anlam buharlaşmasıdır. Hayatların anlamlı bir gayesi yoktur artık. Bu anlam kaybının insanların hayat tercihleri, tüketim ilişkileri ve küresel ısınma ile ilişkisi başlı başına üzerinde düşünülmesi, çalışılması gereken bir konudur. Kâinatın anlamının unutulması, insanın bireyselleşmesi, kutsalla bağının koparılması ve kâinata yabancılaşması, tabiatı tüketilecek ve üzerinde hâkim olunacak bir mal ve metâ gibi algılaması ve bunun sonucu olarak onu hoyratça kullanması ve tüketmesi gibi bir çok konunun da beraber ele alınması ile küresel ısınma sorunu üzerine bütüncül bir yaklaşım ve çözüm getirilebilir. Böyle bir çalışma ise bir kitap hacmi kadar geniş olacağından bu yazıda kâinatla nasıl bir muhatabiyet içinde olmamız gerekiyor sorusuna çözüm yolunda fikir vermesi açısından Said Nursî’nin hayatından, eserlerinden bir kaç örnek verilecektir.

Said Nursî düşüncesinde kâinat ve insan bir bütündür; yaratılmış paydasında eşit ve kardeştirler. Zira ikisi de aynı Hâlık tarafından yaratılmıştır, herbirisi kendine özel dilleri ile Allah’ı tesbih etmektedir. Kâinatta insana sunulan ve ihsan edilen her şey ise bir nimettir ve Yaratıcı tarafından verilmiştir. Bu sebeple insan, kâinat ve tabiat üzerinde sınırsız bir tasarruf hakkına sahip değil, ancak Yaratıcının ona izin verdiği sınırlar içinde kullanım hakkına sahiptir. Bu kullanım ve tasarrufta dikkat edilecek en önemli noktalardan birisi ise iktisattır. Yani her şeyi maksadına uygun kullanmak ve israf etmemek. Bu noktada Peygamber Efendimizin (asm) abdest alırken fazla su harcayan sahabeyi uyarması ve ‘Akan bir suyun kenarında bile olsan ihtiyaçtan fazla su harcaman israf olur’ demesi dikkat çekicidir. İmkânımızın ya da paramızın olması bize israf hakkını vermemekte ve sorumluluk yüklemektedir. Kur’ân’dan ve sünnetten aynı dersi alan Said Nursî de hayatında iktisada azamî dikkat edecek, zaman zaman talebelerini bu noktada uyaracaktır. Abdest için Eğirdir gölünden fazla su harcayan talebelerine “Gölden israf etmeyin” diyecektir. Soğuk bir günde “Kömürle mangalı yak” dediği talebesinin her zamanki kullandığı kömürden bir kaç avuç fazla kömür kullanmasına kızacak ve fazla kömürleri geri aldıracaktır. Bir başka defasında, misafirlere ikram edilen çaydan sonra bardakları toplayan talebesinin yarım küp şekeri bardağa atıp israf etmesine ruhu çok sıkılacak ve talebesini paylayacaktır.

Said Nursî’nin eşya ile olan ilişkisi, modern zamanın insanının eşya ile olan ilişkisinden çok farklıdır. Ortasından kırılan kaşığını, bir talebesine tamire gönderir. Alüminyum olan kaşık kaynak tutmadığı için talebesi yeni bir kaşık alıp kendisine götürür. Bu duruma Said Nursî’nin tepkisi ise şöyledir: “Kardaşım sen bilmiyor musun? Bu kaşık benim kırk yıllık arkadaşımdır.” Bu cümleler karşısında talebesi çaresiz geri döner, bir şekilde kaşığı tamir edip geri getirir. Modern zamanın insanlarının anlamakta güçlük çekeceği bu örneklerin arkasında kâinatla mü’minâne kurulmuş bir ilişki görülmektedir. İnsan bütün kâinatla yaratılış kardeşiyse ve yaratılan her mevcud Rabbini tesbih ediyorsa, hepsine karşı insanın sorumluluğu vardır. Parasının veya gücünün olması, bu sorumluluğu kaldırmamakta ve ona her şeyi istediği gibi kullanma hakkı vermemektedir. Çünkü hakkın kaynağı ve meşrûiyeti Allah’tır. Onun izin verdiklerine insanın hakkı vardır, vermediklerine ise yoktur. Bu aynı zamanda Said Nursî’nin eserlerinin bir çok yerinde yaptığı, Avrupa medeniyeti ile Kur’ân medeniyetinin karşılaştırmasının bir sonucudur. Kur’ân medeniyetinde, güçlü olan değil, haklı olan kuvvetlidir. Ve yaratılan her mevcudun, yaratılıştan, Yaratıcı tarafından kendisine verilen bir hakkı vardır. Aynı zamanda, bu hakkın küçüğü ya da büyüğü yoktur. Allah katında hak haktır. Küçüğüne büyüğüne bakılmaz. İnsan da bu hakka riayet etmekle mükelleftir. Hal böyle olunca insan kâinattaki her şeye, ağaca, böceğe, kuşa, suya, elektriğe... karşı sorumludur ve onların hakkını gözetmek durumundadır. Parasının ya da imkânının olması bir mü’mine bu düşüncelerden dolayı suyu, elektriği, ağacı, kâğıdı, yiyeceği, elbiseyi... kısaca muhatap olduğu her şeyi israf etme ve sorumsuzca tüketme hakkını vermemektedir. Çünkü insan Allah’a karşı her yaptığından ve işlediğinden sorumludur. Sorumsuzca ve gereksizce tükettiği eşyanın hakkından bile!

Avrupa medeniyetinde ise, tam tersi, kuvvetli olan haklıdır. Kâinatın ve hayatın bir anlamı yoktur. İnsan, zevki ve istekleri için tabiatı ve çevreyi istediği gibi tüketebilir. Parası ve gücü varsa, bu kullanıma ve tüketime engel olacak bir engel ya da değer görmez. Bu zihniyetin sonucudur ki modern insana tüketici olmaktan başka bir mânâ veya gaye verememiştir. Bugün karşı karşıya kaldığımız küresel ısınma tehlikesi ya da felâketi de bu tüketim hastalığının sonucudur. Ama artık dünyamız tehlike sinyalleri vermekte ve insanlığı tedbir almaya zorlamaktadır. Burada bir ayrım daha dikkati çekmektedir. Eğer küresel ısınma gibi bir tehlike kapımızı çalmasaydı modern zamanın tüketici insanları tabiatı ve çevreyi istedikleri gibi kullanmakta ve tüketmekte bir beis görmeyecekti. Kâinata mü’mince bir nazar ile muhatap olan Müslüman içinse tam tersidir. O, küresel ısınma tehlikesi olsun ya da olmasın her mevcudun hakkına saygılı olacak ve Rabbinin kendisine verdiği izin dairesinde tabiatla, çevreyle ilişki kuracak, ihtiyacı ve izin verildiği kadar kullanacak, israftan uzak duracaktır.

Her geçen gün biraz daha yaklaşan ve sadece insanlığı değil, dünyadaki diğer canlıları da etkileyecek olan küresel ısınma sorununa çözüm düşünürken günümüz insanının zihniyet kodlarını gözardı edemeyiz. Vahyin nurundan mahrum kalan insanlık kendi sonunu kendi eliyle hazırlarken, çözüm yolunda bütün insanlar gibi Müslümanlara da önemli görevler düşmektedir. Her şeyden önce kutsalla bağını koparmış ve anlam boşluğuna düşmüş insanlığa “insanlığını”, kâinatın ve hayatın mânâsını hatırlatmak elzemdir. Sonra da kâinatla mü’mince bir muhatabiyet kurmanın yolları gösterilmelidir. Tam da bu noktada aramızdan 47 yıl önce ayrılmış olan “muktesid ihtiyar” Said Nursî’nin hayatının ve onun bir asra yaklaşan bereketli ömrünün meyvesi ve mirası olan Risâle-i Nur Külliyatının hepimize, bütün insanlığa söylediği çok şey var.

Murat KURU

14.03.2007

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

 Son Dakika Haberleri
Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004