Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 28 Mayıs 2007

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Görüş

Siyasette yeniden toparlanma devri

Bediüzzaman Hazretleri siyasetçi değildir.

Onun siyasî bir hedef ve gayesi yoktur. Yani siyasetin temel görevi olan devleti yönetmeye talip olmak gibi bir hedefi olmamıştır.

Ne gizli, ne de açık.

Ancak, bu demek değildir ki siyasî bir fikir ve düşüncesi de olmasın. Bu noktada siyasîlere yol göstermek, cemiyete siyasî bir ölçü koymak için çok mühim siyasî görüş ve düşünceler de ortaya koymuştur Bediüzzaman. Bütün bu fikirlerini de eserlerinde beyan etmiş.

Üstelik bir vatandaşlık görevi olarak kendi düşüncesine yakın bulduğu bir siyasî harekete de açık ve net olarak destek vermiştir.

Bu siyasî hareket, Demokratlar diye tanımlanan Demokrat Parti’dir.

Evet, Bediüzzaman Hazretleri Demokratları açıkça desteklemiştir.

1957 seçimlerinde sandık kurulu önünde açık oy kullanarak bu desteğini fiilen göstermiş.

Bu sebeple Nur Talebeleri de siyasî tercihlerini hep Demokratlardan yana kullanmışlar. 1960 sonrası kurulan ve Demokratların uzantısı olan Adalet Partisine, 12 Eylül ihtilâli sonrasında ise Doğru Yol Partisine destek verilmiş. Bediüzzaman’ın yolundan giden Nur Talebeleri demokrasi, hak ve hukuk yolundaki dik duruşlarından asla taviz vermemişler, her şart ve zeminde hak ve hukukun savunucusu olmaya devam etmişlerdir. Bu hak ve hukuk mücadelesinin siyasî cephesinde samimî olarak demokrasiye, hakka, hukuka, millete ve milletin değerlerine sahip çıkan ve bu ülkeye çok değerli hizmetlerde bulunan Demokratlara destek vermeye devam etmişlerdir.

22 Temmuz seçimlerinde de aynı destek, hiç şüphesiz ki verilmeye devam edecektir.

Zira bu seçimlerde bir ölçüde 12 Eylül sonrası bölünmüşlük ortadan kalkacaktır. Demokratlar yine Demokrat Parti çatısı altında seçime gideceklerdir. Fesat şebekeleri yıllarca Demokratları parçalayıp, bölmek ve yok etmek istedi. Bütün ihtilâllerin Demokratlara karşı yapılmış olması bunun en açık delilidir. 1960 sonrası 47 yıldır demokrat kadrolar bölünmüş, parçalanmış, yok edilmek istenmiş ve bir ölçüde tahrip edilmiştir. Hatta son cumhurbaşkanlığı seçimi hadisesi bile yeniden toparlanma sürecine giren Demokratlara karşı acımasızca kullanılmıştır. Fakat kaderin cilvesine bakın ki, Demokratlar yeni bir hamle yaparak tekrar gündemin baş köşesine oturmuşlar, aleyhlerine çevrilen fitne ve dolapları boşa çıkarmışlardır.

Demokratlar Nur Talebelerine dostturlar.

Nur Talebeleri de Demokratların dostudur.

Yıllardan beri devam ede gelen, her şart ve durumda bozulmayan bir gelenektir bu.

Dost ise dosta yardımcı olur. Bazı zahirî hatalarından dolayı aşırı ve yıkıcı tenkitlerde bulunmaz. Hatalarını tedavi etmeye gayret eder. Dost dostunu şefkatli ve merhametli bir şekilde ikaz eder. Yıkarak değil, yaparak destek olur.

Üstad Bediüzzaman Demokratlara destek vermiş, ama onları sürekli dostane bir şekilde ikaz etmeye de devam etmiştir. Onların siyaset icabı bilerek veya bilmeyerek yaptıkları hataları tamir etmeye çalışmıştır. Zaten samimi dostluğun gerektirdiği davranış şekli de bu değil midir?

Hatta Üstad, bu günleri görürcesine bakın talebelerini nasıl ikaz ediyor:

“Risâle-i Nur’un neşri her tarafta kanaat-i tâmme verdi ki, Demokratlar dine taraftardırlar. Benim Nur âhiret kardeşlerim, ‘ehvenüşşer’ deyip bazı bîçâre yanlışçıların hatâlarına hücum etmesinler. Daima müsbet hareket etsinler. Menfî hareket vazifemiz değil... Çünkü dahilde hareket menfîce olmaz. Madem siyasetçilerin bir kısmı Risâle-i Nur’a zarar vermiyor, az müsaadekârdır; ‘ehvenüşşer’ olarak bakınız. Daha ‘âzamüşşer’den kurtulmak için, onlara zararınız dokunmasın, onlara faydanız dokunsun” (Emirdağ Lâhikası, s. 458)

Bu ikaz doğrultusunda bizler de Demokratların yaptığı hatalara yapıcı olarak bakıyoruz. Kadîm dostlarımız olan Demokratları hak, hukuk ve demokrasi konusunda daha dikkatli olmaları için hem ikaz ediyor, hem de onları, milletin değerlerine sahip çıkma konusunda daha cesur olmaya davet ediyoruz. Zaten onlar da bu yolda samimi bir şekilde gayret ediyorlar. Bu gayretlerini de tebrik ediyoruz.

Netice-i kelâm:

22 Temmuz’da yine Demokratlara olan desteğimiz devam edecek.

Üstelik eskisinden çok daha fazla.

Zira Demokratların Millet Meclisinde temsil edilmesi siyasî dengelerin oturması için çok önemli. Milletin problemlerinin tam olarak çözümü için Demokratların iktidara gelmesine ihtiyaç var. Mevcut AKP iktidarı tam olarak demokrat olamamıştır. CHP’nin vesâyetine havale ettiği en temel konularda hiçbir çözüm üretememiştir. Hâlâ istismar, kriz ve tahrik zemininden partisine pay çıkarmaya çalışmaktadır. Demokratlığın en önemli göstergesi olan fikir, düşünce, din ve vicdan hürriyeti konusunda problemler artarak devam etmektedir. Bu konuda gözle görülür bir adım atılamamıştır. Milletin kesesini boşaltma uğruna düşürdük dedikleri enflasyondan başka hiçbir tutar dalları yoktur.

Bu seçimde yine prensiplerimiz doğrultusunda siyasî tercihimizi Demokratlardan yana kullanacağız. Fiilî ve kavlî duâlarımız yine Demokratlarla birlikte olacaktır. Tıpkı 1957’de Üstad Bediüzzaman’ın yaptığı gibi.

[email protected]

Halil AKGÜNLER

28.05.2007


Babana bile güvenme (!)

İnsanoğlu kıyas yapan bir varlıktır. Kendi durumunu da genellikle başka insanlarla kıyaslayarak değerlendirir. Meselâ, kendisine yetecek miktarda geliri olan bir insan, kendisini üst gelir gruplarının oturduğu bir semtte fakir, alt gelir gruplarının oturduğu bir semtte ise zengin hisseder. Yani kişinin zenginliği veya fakirliği aslında çok göreceli kavramlardır. Kazandığından daha azını harcayabilen herkes zengindir aslında.

Geçenlerde yayınlanan bir habere göre, son bir yılda ülkemizde şahsa karşı işlenen suçlarda yüzde 62, mala karşı işlenen suçlarda yüzde 60 artış olmuş. Kendilerine sunulan aynalar dünyasına kıyasla kendilerini çok fakir hisseden, gösterilen parlak dünyalara ulaşma hevesini karşılayamayan insanlar, artık bunu başkalarının malını çalarak gerçekleştirmeye başladılar galiba. Küçük çocukların bile dizilerden göre göre, ‘baba bizim neden jipimiz yok’ dediği bir ortamda, ahlâk da sükut edince, ortaya bu manzara çıkıyor maalesef.

Yakın zamanda üç arkadaşımın evine hırsız girdi. Bilmem farkında mısınız? Her hırsızlık olayında insanların güveni de çalınıyor. Site kültürü, şehirlerin yeni hayat modeli oldu. Kalın ve yüksek duvarların arkasında, sürekli güvenlik elemanlarının bulunduğu izole binalarda yaşamak durumunda artık insanlar. Çünkü neredeyse kimse kimseye güvenemez bir durumda artık. Bir internet sitesinde şöyle bir kıssa okumuştum:

‘Devesiyle birlikte çölde yürümekte olan bir bedevî, yürüyen, dudakları susuzluktan kurumuş bir adama rastlamış. Adam bunu görünce su istemiş. Bedevî devesinden inip ona su vermiş. Suyu içen adam birden bedevîyi iterek deveye atladığı gibi kaçmaya başlamış.

Bedevî arkasından bağırmış: “Tamam deveyi al git, ama senden bir ricam var. Sakın bu olayı kimseye anlatma! Eğer anlatırsan, bu her yere yayılır ve insanlar bir daha çölde muhtaç birini görünce yardım etmezler.”1

Bedevîden günümüze geçen zaman içinde toplumdaki güven duygusu büyük oranda kayboldu maalesef. Toplumdaki güvenin kaybolmasındandır ki, bundan bir nesil öncesine kadar sokaklarda ağırlayacak misafir arayan, evine misafir getiremediği için çocuğunu azarlayan ve misafirsiz kalmaktan rahatsız olan bir neslin çocukları, bugün yanında yürüyen insandan bile çekinir olmuş ve ‘bana bir zarar verebilir mi acaba’ diye düşünmeye başlamıştır.

Francis Fukuyama, ‘toplumda insanların birbirlerine duydukları güven o toplumun sosyal sermayesidir’ der. Sokakta bir adres sormak için yaklaştığınız herhangi bir kişinin bile ‘acaba benden bir şey mi istenecek‘ diye tedirgin olduğu bir toplumda, sosyal sermaye ne orandadır dersiniz. Dünya Değerler Araştırması verilerine göre, Türkiye, dünya ülkeleri arasında yüzde 6.5 oranıyla Brezilya’dan sonra insanların birbirine en az güvendiği bir ülke konumundadır. Diğergamlığı, yardımlaşmayı, başkasının acısını dindirmeyi yücelten bir inancın insanları nasıl oldu da bugün birbirlerine bu kadar güvenmez bir duruma düştüler dersiniz?

Öyle ya... Artık ‘bu devirde babana bile güvenmeyeceksin’ diye tavsiyelerde bulunulmuyor mu? Sahi babasına bile güvenemeyecek bir insan bu dünyada nasıl mutlu olabilir ki?

Toplumda güven kayboldukça bencillikler artıyor. Bencillikler arttıkça hırsızlıklar da artıyor. Birbirlerine güvenmeyen insanlar birbirlerine yardımcı da olmuyor. Alabildiğine bireysel hayatlar yaşanıyor artık. Diğergamlık, yardımlaşma gibi duygular kayboldukça, güvenlik paranoyası daha çok kuvvetleniyor. Kısacası toplumda güven kaybolduğundan beri insanların yüzü gülmüyor.

Çöldeki bedevî gibi, derdimiz devemiz değil de kötülüğün yayılmaması olmadıkça, vicdanımız menfaatimizin önünde yer almadıkça, güven problemini aşmamız pek de mümkün gözükmüyor.    

1. www.fatihiraz.net

[email protected]

Hasan YÜKSELTEN

28.05.2007


Cumhuriyet mitinglerinin dili

Son günlerde yurdumuzun çeşitli illerinde düzenlenen cumhuriyet mitinglerine şahit olmaktayız. Eline bayrağını alıp meydana çıkan insanlar, coşkulu bir şekilde bağırıp çağırıyorlar. Bu kalabalıkları görenler de, millet ekseriyetinin onlar gibi düşündüğünü zannediyorlar. Onları yönlendirenlerin attıkları nutuklar cumhuriyetin ve demokrasinin uzağında olsa da, oradaki insanların büyük çoğunluğu samimiyetle cumhuriyeti savunuyorlar. Kendilerine telkin edilen “Cumhuriyetimiz tehlikede, laiklik elden gidiyor” gibi düşüncelerin verdiği evhamla hareket ediyorlar. Halbuki ne cumhuriyet tehlikede, ne de laikliğin elden gittiği var. Zaten her ikisinin de hakiki anlamda elimizde olduğunu da söyleyemeyiz. Ne cumhuriyetimiz çağdaş cumhuriyete benziyor, ne laikliğimiz hakiki laikliği yansıtıyor.

Cumhuriyet deyince, klasik anlamda, “halkın kendi kendini yönetmesi” ifadesini anlıyoruz. Fakat çok defa bu çerçevenin içini boş bırakıyoruz. Yönetimde halkın arzuları, istekleri, inançları hiç dikkate alınmıyor. Bazılarının kafalarındaki bir şablon cumhuriyet diye halka dayatılıyor. Yapılan kamuoyu yoklamalarında, seçim sandıklarından çıkan oylarda, halkın istediği cumhuriyetle halka dayatılan cumhuriyet arasında büyük farklar görülüyor.

Cumhuriyet mitinginde boy gösteren genç kızlardan birine yöneliyor kamera ve muhabir, genç kıza mitinge katılma amacını soruyor. Genç kız da endişe içinde “zorla başımın kapattırılmasını istemediğim için buradayım” diye cevap veriyor. Kadınların ve genç kızların cumhuriyet mitinglerine katılma amacı, ne yazık ki, genel olarak böyle. Muhtemel bir dinî rejimin baskısına maruz kalmaktan endişe ettikleri için, ellerine bir bayrak alıp kendilerini miting meydanlarına atıyorlar. Halbuki cumhuriyetin anlamı, insanların zorla başını açmak olmadığı gibi, zorla örtmek de değildir. Cumhuriyet, insanları bir takım ideolojik kalıplara hapsetmez.

Cumhuriyet demek; inancı, düşüncesi, kılık-kıyafeti ne olursa olsun, tüm insanların eşit haklara sahip olması, vatan ve devlet için çeşitli külfetlere katılmayı bir vazife bilenlerin bir takım nimetlerden de yararlanabilmesi demektir. Cumhuriyetteki düşünce ve vicdan hürriyeti dinsizlere ve sefahatçilere ilişmemeyi gerektirdiği gibi, inancını yaşayanlara, dindarlara da ilişemez, ilişmemeli. Laiklik de cumhuriyetin temel değerlerinden birisidir. Ama, insanların inancını, ibadetini, kılık ve kıyafetini devletin kurallarına göre düzenlemek de laiklik demek değildir. Nasıl ki devletin kuralları dinî esaslara uymak zorunda değilse, dinin kuralları da devlet eli ile tanzim edilmemelidir. Laikliğin iki esasından birincisi inanç ve ibadet hürriyeti, ikincisi ise din ve devlet işlerinin ayrılığıdır.

Cumhuriyet mitinglerinde öne çıkan en önemli sloganlar, “Türkiye laiktir, laik kalacak” ve “Türkiye İran olmayacak” sloganlarıydı. Halbuki aklı başında hiçbir Türk vatandaşı, laiklik ortadan kalksın demediği gibi, Türkiye’nin bir İran olmasını da istemez. Ama kendilerini laikliğin bekçisi olarak görenler ve durumdan vazife çıkaranlar, Türkiye’yi İran’a benzetmeye çalışıyorlar. İran’da kadınların başı zorla kapatılırken, burada da zorla açtırılıyor. Bunu yapanlar da kendilerini laikliğin bekçisi kabul ediyorlar. Aslında halk iradesine dayanan demokratik cumhuriyetlerde cumhuriyetin temel değerleri cumhur tarafından korunur. Yoksa cumhuriyeti cumhurdan korumaya kalkmak gibi gülünç bir durum ortaya çıkar.

Bir takım endişe ve evhamlarla sokaklara dökülenler, halkın ne istediğini anlamayacak kadar halktan uzak olanlardır. Bu millet cumhuriyetine de, bayrağına da, devletine de sonuna kadar sahip çıkacaktır. Bayrak, milletin mukaddes bir varlığı ve namusu olarak kabul edilmektedir. Bazı insanlar meydanlarda bayrak sallayarak milletin değerlerine karşı meydan okuyorlarsa, bayrağı siyasî ve ideolojik emellerine alet ediyorlar demektir. Nasıl ki, dini siyasî emellere alet etmek doğru olmadığı gibi, bayrağı ve cumhuriyeti de öyle şeylere alet etmek doğru değildir.

Türk milleti mitinglerde boy gösteren birkaç milyon insandan ibaret değildir. Meydanlara çıkmayanlar tuzu kuru olup, her hakkını rahatça kullandığı için evlerinde oturmuyorlar. Kutuplaşma ve gerginlik olmasın diye sessiz kalmayı tercih eden büyük çoğunluk, söyleyeceklerini sandıklara saklamaktadır. Onların sesi sandıklarda yükselir.

Millî irade Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde tecelli edecektir. Gerçek cumhuriyetçiler, bu iradeye saygı gösterip sonucu kabullenen insanlardır. 22 Temmuz günü en anlamlı mitingi bu millet sandık başlarında yapacaktır. Bunun adına da “ Demokrasi Mitingi” demek mümkündür.

[email protected]

Mehtap YILDIRIM

28.05.2007

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

 Son Dakika Haberleri
Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004