Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 24 Haziran 2007

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Lahika

ÂYET-İ KERİME MEÂLİ

Ey kullarım! Bugün size bir korku yoktur; artık mahzun da olmazsınız.

Zuhruf Sûresi: 69

24.06.2007


HADİS-İ ŞERİF MEÂLİ

Allah bir kulu hakkında hayır dilediğinde onu dinde ince anlayış sahibi kılar ve doğru yolu kendisine ilham eder.

Câmiü's-Sağîr, c: 1, no: 221

24.06.2007


Milliyetimizin esası ve ruhu İslâmiyettir

Hürriyet-i şer’iye ile meşveret-i meşrûa, hakikî milliyetimizin hâkimiyetini gösterdi. Hakikî milliyetimizin esası, ruhu ise İslâmiyettir. Ve Hilâfet-i Osmaniye ve Türk Ordusunun o milliyete bayraktarlığı itibarıyla, o İslâmiyet milliyetinin sadefi ve kalesi hükmünde Arap ve Türk hakikî iki kardeş, o kale-i kudsiyenin nöbettarlarıdırlar.

İşte, bu kudsî milliyetin rabıtasıyla, umum ehl-i İslâm bir tek aşiret hükmüne geçiyor. Aşiretin efradı gibi, İslâm taifeleri de birbirine uhuvvet-i İslâmiye ile mürtebit ve alâkadar olur. Birbirine mânen—lüzum olsa maddeten—yardım eder. Güya bütün İslâm taifeleri bir silsile-i nuraniye ile birbirine bağlıdır.

Nasıl ki bir aşiretin bir ferdi bir cinayet işlese, o aşiretin bütün efradı, o aşiretin düşmanı olan başka aşiretin nazarında müttehem olur. Güya her bir fert o cinayeti işlemiş gibi, o düşman aşiret onlara düşman olur. O tek cinayet, binler cinayet hükmüne geçer. Eğer o aşiretin bir ferdi, o aşiretin mahiyetine temas eden medar-ı iftihar bir iyilik yapsa, o aşiretin bütün efradı onunla iftihar eder. Güya her bir adam, aşirette o iyiliği yapmış gibi iftihar eder.

Hutbe-i Şâmiye, s. 59

***

Saniyen: Madem ki Meşrûtiyette hâkimiyet millettedir. Mevcudiyet-i milleti göstermek lâzımdır. Milletimiz de yalnız İslâmiyettir. Zira Arap, Türk, Kürt, Arnavut, Çerkez ve Lâzların en kuvvetli ve hakikatli revâbıt ve milliyetleri İslâmiyetten başka bir şey değildir. Nasıl ki az ihmal ile tevâif-i mülûk temelleri atılmakta ve on üç asır evvel ölmüş olan asabiyet-i cahiliyeyi ihyâ ile fitne ikaz olunmaktadır. Ve oldu gördük...

Hutbe-i Şâmiye, s. 59

Lügatçe:

unsuriyetperverlik: Irkçılık, ırkçılığı sevmek.

zehr-i katil: Öldürücü zehir.

uhuvvet-i İslâmiye: İslâm kardeşliği.

revâbıt: Rabıtalar, bağlar.

tevâif-i mülûk: 1- Meliklerin taraftarları, taifeleri. 2- tar. Moğol istilâsından sonra Abbasi devletinin otoritesi sarsılınca ortaya çıkan kabile yönetimleri. 3- tar. Selçuklu devletinin zayıflamasıyla birlikte Anadolu’da hüküm sürmeye başlayan beylikler.

24.06.2007


Namaz kendini korur

Birtakım insanların heveslerine kapılması ve haddini bilmezlik yapması her zaman görülmekte ve bu da hamiyet sahiplerini üzmektedir. Haddini aşanlara Firavun ve Nemrut gibi isimler verildiği, gülünç duruma düşenlere de Batı Edebiyatında olduğu gibi Donkişot ismi verildiği görülmektedir.

Ortada yok edilmesi imkânsız bir hakikat olan İslâm dinine ve bu dinin emirlerine saldırma cesareti gösteren Donkişot bozmaları, ne yazık ki, günümüzde de kol gezmektedir. “Eğitim kurumu olan bir okulda toplu namaz kılınıyor” denilerek sanki çok büyük bir suç unsuru bulunmuş gibi ifşaat yapılması tüyler ürperticidir. Televizyonlara verilen görüntülerdeki saatin öğle namazından bir saat öncesini göstermesine, namaz kılanların kıbleden bile habersiz oluşlarına ve sirkatini söyleyen velinin hezeyanlarına bakılacak olursa, olayın düzmece olduğu, her yönüyle anlaşılmaktadır. Nitekim bu işin böyle olduğu ve öğrencileri kandırmak suretiyle biraz da zorlanarak çekim yapıldığı müfettiş raporlarıyla da teyit edilmiştir. İslam âleminin buğzunu üzerlerine celbeden bu zavallıların komik durumları Donkişot’a hakaret bile sayılabilir.

Kâinatta en büyük hakikat imandır. Ondan sonra da namaz gelir. Namaz ise dinimizin direğidir. Bu direği yıkmaya hiç kimsenin gücü yetmez. Basit bir çadırı bile direksiz ayakta tutamayan insanın, namaz olmadan dinini ayakta tutması nasıl beklenebilir? İnsanoğlunun önüne konulan iman ve küfür yollarının ortası yoktur. Bütün mesele iman ya da küfrün yanında yer alıp almamakta düğümlenmektedir.

Küfrün çok hatarlı ve çıkmaz bir yol olduğunu, çabaladıkça dibine çeken bir bataklık olduğunu bilmeyen yok gibidir. Nefis ve şeytanın yardımı ile bu bataklığa düşen insanların çıkma çabaları da, samimi olmadıkları sürece, bir fayda vermemektedir.

Hayatta küfrün yanında yer alan ve benliğini yere göğe sığdıramayan enaniyet sahibi zalimler olduğu gibi, bir zarar ilişmesin diye bu zalimlere korkudan itaat edenler de mevcuttur. Bunların yanında, bilmeden ve bilmediğini bilmeden küfrün yardımına koşan kara cahiller de bulunmaktadır. Bu kara cahillerin, bilmedikleri konularda, özellikle de din konusunda iyi ahkâm kestiklerine her zaman şahit oluyoruz. İslamın şartını bilmezler ama, namaz gibi çok önemli hususlarda çok rahat fetva vermekte üstlerine yoktur. Başkalarının kıldığı namazın Türkçe kılınmasını, beş vakit yerine üç vakte inmesini, Hıristiyanlar gibi camilere sıraların dizilmesini isterler. Bu münafıkane tavrın, İslâmın esaslarını bozmaya ve samimi Müslümanları rencide etmeye yönelik olduğu ortadadır.

Yirmi dört saat olan bir günlük ömrünün tamamını çarçur edip müflis duruma düşen insanlar, sıkıştıklarında da deve kuşu gibi kafalarını kuma sokmakta ve gaflet içinde süren hayatlarını devam ettirmeye çalışmaktadırlar. Sahip oldukları vücut, sağlık ve diğer bütün imkânları kendilerine sunan Zatı tanımamakta ısrarcı davranmalarının esas nedeni, fânî lezzetlerin basiretlerini bağlamış olmasıdır. Lezzet nefsi, nefis enaniyeti besler. Enaniyetine gem vurulmayan insanların sonu da inatçı birer Firavun olmaktır.

Kâinatın Halıkını tanımadan ve O’na itaat etmeden yaşamakta ısrar eden muannit ruhlu insanların, kendilerine itaati, sadakati ve acziyeti hatırlatan namazı kabullenmemeleri ve namaz kılanlarla alay etmeye kalkışmaları, menfî yönde oluşan kişilikleriyle hiç de ters düşmemektedir. Bu bozuk davranış biçimiyle insanlara zımnen; “Allah’ına, Peygamberine, dinine, ailene, milletine ve devletine isyan et” telkininde bulunmaktadırlar. Bunların isyan ve başıbozukluktan, öncelikle kendilerinin zarar göreceklerini hesaba katmaları gerekir. Miracın bir hediyesi olan ve inananların ruhlarını huzurlandıran namazın, sorumluluk kaçkınları tarafından kaldırılmaya çalışılması neyi çözecektir? Yaratanlarıyla olan bağları koparılmış milyarlarca huzursuz insanın kendilerine dünyayı dar edeceklerinin farkına varamamaları, dünya işlerini bile anlayamadıklarının bir göstergesidir.

Geleceğimizi emanet edeceğimiz gençler arasında bir yandan ahlâksızlığın ve zararlı alışkanlıkların hoş görülerek önü açılmaya çalışılırken, diğer yandan da zararın ucu kendilerine dokunduğunda, feryat figan ortaya koydukları ve İlâhî kaynaktan beslenmeyen çözüm yolları ise, önleyici tedbirler olmaktan ziyade, sorunları ertelemekten ve artırmaktan başka bir işe yaramamaktadır.

Allah’a iman ve itaat etmeyen başka hiçbir kimseye itaat etmez. Anarşist olur. Küfrün karanlık dereleri ve uçurumları içerisinde yuvarlanır, birçok kimseye de zarar verir. Bu zarar hem dünya, hem de ahiret saadetini harap eder. Bu maliyet yüksekliği, bütün ömür sermayesini sırf dünya için sarf eden insanlar tarafından bile çok rahat anlaşılabilir. Buna rağmen, ne yazık ki, bir dirhem hazır lezzeti, ilerideki binler batman lezzetlere tercih etme gafletine de düşmekten kendilerini alamamaktadırlar. Ne diyelim? Dünya imtihan dünyası. Allah hidayet versin demekten ve acımaktan başka elimizden bir şey gelmez.

Namaz bitmez tükenmez bir hazinenin kapısı, sırların ve kerâmetlerin keşşafıdır. Kendisine dehalet edeni beslediği ve koruduğu gibi, saldırana da elbette kerametkârâne bir cevap verecektir.

[email protected]

Kadir AYTAR

24.06.2007


Bekir Berk, mezarı başında rahmetle yâd edildi

14 Haziran 1992 tarihinde vefat eden, mazlumların avukatı olarak bilinen, Bediüzzaman Said Nursi’nin de avukatlığını yapan Avukat Bekir Berk, vefatının on beşinci yılında Eyüp’teki mezarı başında, sevenleri tarafından rahmetle yâd edildi.

Eyüp Sultan Mezarlığı’nda Zübeyir Gündüzalp, Mustafa Polat, Sadullah Nutku, Tahirî Mutlu ve kısa bir zaman önce vefat eden Mehmet Emin Birinci gibi Risâle-i Nur talebelerinin mezarlarının yanında medfun bulunan Bekir Berk’in on beşinci vefat yıldönümünde çok sayıda Nur talebesi hazır bulundu.

Kur’ân-ı Kerim okunmasıyla başlayan programda Bekir Berk’i tanıyanlar onunla ilgili hatıraları anlattı.

Kabri başında gerçekleştirilen anma programına Bekir Berk’in çok sayıda seveninin yanı sıra Bediüzzaman’ın yaşayan talebelerinden Mustafa Sungur ve Mehmet Fırıncı da katılarak birer konuşma yaptı.

Merhum Bekir Berk’in oğulları Avukat Ertuğrul Hakan Berk ve Zübeyr Berk de anma programına katılarak kısa bir konuşma ile bir baba olarak Berk’i anlattılar.

İstanbul dışından da katılımın olduğu anma programı 2 saat kadar sürdü.

24.06.2007


BİR KISSA, BİN HİSSE

Horasanın zalim krallarından Yakub b. Leys bir gün hastalandı. Doktorlar hastalığını tedavi etmekten aciz kaldılar.

Bir gün bir yakını kendisine:     

“Burada salihlerden Sehl b. Abdullah adında birisi vardır. Senin şifan ondadır” dedi.

Bunun üzerine o da Sehl b. Abdullah’a rica edip yanına çağırttı.

Hazret-i Sehl gelince ona:     

“Beni bu hastalıktan kurtarması için Allah’a duâ et” dedi.

Sehl b. Abdullah da ona kızdı:    

“Ben senin için nasıl duâ edeyim? Sen zulümle hükmediyorsun” diye çıkıştı.    

Bunun üzerine Yakub bin Leys, tövbe etti, zulümle hükmetmekten vazgeçti. Halkına güzel ve adaletle muâmele etmeye başladı, zulümle hapse attırdığı bütün mahkûmları serbest bıraktı.

Sehl de iyileşmesi için Allah’a şöyle duâ etti:     

“Allah’ım! Ona zulmün zilletini gösterdiğin gibi itaatin izzetini de göster. Ona şifalar ihsan et, onu hastalığından kurtar.”    

Yakub b. Leys sanki ipten çözülmüş gibi o anda iyileşip yerinden kalktı. O kadar şaşırdı, o kadar sevindi ki, Sehl b. Abdullah’a birçok mal teklif etti.

Fakat Sehl, hiçbir mal kabul etmeden memleketine döndü.

Sehl’e bir gün:

“Keşke kralın verdiği malı alıp fakirlere dağıtmış olsaydın” dediler.

Sehl o anda yere baktı, yerdeki küçük taşlar birden cevher oldu.

Sehl fakirlere:     

“İstediğiniz kadar alın” dedi.

Fakirler eteklerini doldurdular.

Sonra Sehl şöyle şükretti:

“Sehl’i dünyanın kralına muhtaç etmeyen Allah’a şükürler olsun.”

Süleyman KÖSMENE

24.06.2007

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

 Son Dakika Haberleri
Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004