Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 05 Ağustos 2007

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Mustafa ÖZCAN

Pozitivizm ve yağmur duâsı



Bazı hakikatlar bağlamının dışında kullanılıyor. Bunlardan birisi de tevekkül. Tevvekkül, Kerametullah’ın Sünnetullahdan sonra gelme keyfiyetidir. Yani siz işin gereklerini yaparsınız sonra da Yaratan sonuçları yaratır. Bu anlamda Einstein’ın anlamlı bir sözü var: Kâinatta her şey hem olağan ve hem de olaganüstü görünüyor. Yani kâinatta herşey esbaba bağlı ve aynı zamanda herşey esbaptan mustağni, yani mucizedir.

Tevekkül ve kader de bunun değişik ifadesidir. Bu itibarla, sünnetullahı ve adetullahı yerine getireceğiz sonra da keremetullaha (ikram-ı ilahi) yöneleceğiz. Zaten Gazali sebebiyete veya nedenselliğe nedensellik dememiş adet ve adetullah demiştir. Bunu ilim diliyle ifade edenlerin başında da Einstein gelmektedir. Bu itibarla adetullah ile kerametullah birbirinden bağımsız değildir. Bu ilişkiyi Mevlana güzel bir benzetmeyle açıklar. Kimse çalışarak menzil-i maksuda ulaşamadı. Ama ulaşanlar çalışanlar arasından çıktı. Bunları birbirinden bağımsız addeden iki taifede yanılmıştır. Bu taifelerden birisi dehriye diğeri de haşeviyye ve ona tekabül eden cereyanlardır.

Yağmur meselesi dahi böyledir. İçiçe birçok unsur var. Depremin nasıl fiziki nedenleri varsa metafiziki nedenleri dahi vardır. Yani esbabı maneviye ile esbab-ı maddiye ittifak ettiklerinde deprem gelir. Bu anlamda faylar hem maddi hem de manevi nedenlerden dolayı harekete geçerler. Manevi nedenler bazen tek olmayabilir. İnsanların bir kusurları da olmayabilir ve ceza suretinde değil de imtihan suretinde veya mükafat suretinde gelebilir. Kader böyle tecelli eder. Bu durumda seyyiatsız zayiat şüheda hükmüne geçer. Netice, ceza değil mükâfattır. Dünyayı kavuran ve saran kuraklık, çölleşme ve bunun zıddı olan seller ve tufanların mütedahil ve içiçe birçok daireleri ve nedenleri vardır. Bunlar arasında tabiatın hovardaca bir şekilde kullanılması ve israf derecesinde tüketilmesi de vardır. İsraf zaten şükürsüzlüğün fiili bir ifadesidir. Bunun sonucu olarak fıtrat bizden intikam alıyor. Zira dünyada herşey kader, taktir ve ölçü iledir. Sadece esbabın kalktığı öteki dünyada ölçü yoktur onun yerine mutlaklık vardır. Bu dünyada herşeyin kısıtlı olmasının nedeni eşya ile olan imtihanımızdır. Dolayısıyla onları korumakla mükellefiz. Başta kendi vucudumuzu kötü alışkanlıklardan korumakla mükellef olduğumuz gibi onun daha geniş çerçevesi ve ortamı olan tabiat ve fezayı da korumak ve kollamakla mükellefiz. Özel dünyamız da genel dünyamız da bizim sorumluluğumuz altında. Yaşantımızın bütün özellikleri bu dünyaya ve düzenine bağlı olduğundan dolayı bu dünyanın ıslahı ve imarı için Efendimiz, Allah’a dua ve niyazda bulunuyor..

***

Allah insan ile dünya arasındaki ilişki tarzını teshir (insanın emrine verilmesi) ve istimar (imar) ifadeleriyle tanımlıyor. Bu ifadeler çok önemli. Kayıt ve inkiyat altına alma anlamındadır. İsraf ile tüketmek değildir. Ama kapitaizm fıtrata aykırı bir sistem olduğundan dünyayı imar ediyor görüntüsü altında onu istihlak ediyor ve tüketiyor. Bu ise fıtratı bozmak ve tağyir etmektir. Allah bunu enfus ve afak dairesinde yani küçük kâinat ile büyük kâinat dairelerinde yasaklıyor. Dolayısıyla kapitalistlerin tabiatı inkiyat altına alma modelleri eko sistemi yani fıtratı bozuyor. Bu da veylat ve tabiatın laneti olarak bumerang gibi bize geri dönüyor. Kuraklık olarak dönüyor, çölleşme olarak dönüyor ve bazı kara parçalarının su altında kalması olarak dönüyor. Tashih etme, düzeltme miadı da giderek doluyor. Kimilerine göre zaten geri dönülmez sınırı aşmış bulunuyoruz. Kimilerine gire de halen 10 yılımız var. Bunları din adamları söylese hurafe derler. Bereket ki ilim adamları söylüyorlar. Maelesef ülkemizde kuraklıkla ilgili tartışmalar bir kez daha gösterdi ki Türkiye’de hakim pradigma pozitivizmdir. Yani bir nevi dehrilik veya tabiatperestliktir. Dini hayat da bir dereceye kadar bu anlayışın su-i tesiri altında. Eskiden kuraklık zamanlarında yağmur duasına çıkılır ve bundan önce de duamın tesirli olması için dargınlar barıştırılır ve sosyal mezalim telafi edilmeye çalışılırdı. Ta ki Cenabı Hak bizden razı olsun ve rahmeti gazabını söndürsün. Kullarının bencilliklerini bir kenara bıraktıklarını görsün ve onlara rahmetini indirsin. Melih Gökçek de Ankara’yı kasıp kavuran kuraklıkla alakalı benzeri tavsiyelerde bulunmuş. Anne baba ziyaretlerini önermiş. Elbette bunlar güzel şeyler ama maalesef bunlar yer yer basın tarafından alay konusu ediliyor. Pozitivizme iman etmiş kitleler Allah’a olan imanla alay ediyor. Bazı hocalar da buna çanak tutuyorlar.

***

Bu noktada Tayyar Altıkulaç’ın Sabah’ta yer alan konuşması gereksiz olduğu gibi yer yer pozitivim anlamı işman etmektedir. Kuraklığın tehdit ettiği İstanbul ve Ankara’nın bazı ilçelerinde yağmur duasına çıkılması ve Ankara Belediye Başkanı Melih Gökçek’in “Allah dilerse bir anda susuzluk biter” sözlerini eski Diyanet İşleri Başkanı Altıkulaç yorumlamış: “Deveni bağla, ondan sonra Allah’a tevekkül et.” Peki burada alınması gereken tedbirler neler? Elbette maddi ve manevi tedbirler var. Ama maddi tedbirler bizi de aşan küresel çapta karar vericilerin karar vermesi gereken tedbirler. Bir de manevi tedbirler var. Manevi tedbir bağlamında esbaba ram olmanın anlamlarından birisi emr-i bi’l maruf görevini ifa etmektir. Yani günaha günah diyebilmektir. Bırakın ahkâmla ilgili tavsiyeleri, günah ve ibadetlerle ilgili tavsiyelerde bile bulunamıyoruz. Azgın kollektif pozitivizm ile kollektif egoya takılıyor. Velhasıl toplu dua etmekten korkar hale geldik. Günaha da günah diyemez hale geldik. İyi ki aklımızda devenin bağlanacağı kazık kalmış. Bir tarafta dua etsek bile diğer tarafta dua ile alay ediliyor. Yine 1994 yılında göreve gelen R. Tayyip Erdogan gibiler ilk iş olarak yağmur duasına çıkmışlardı. Hatırlayanların hatırladığı kadarıyla o zaman da Güneri Civaoğlu gibiler aynı bugünkü gibi pozitivizm adına buna karşı çıkmışlardı. Üzücü olan Civaoğlu gibilerine eski diyanet işleri başkanlarının da da katılmış olmasıdır. Yeni olan unsur budur. Pozitivizmin savunmasını yapmak onlara mı kaldı?

Gerçek tevekkül, Allah’ın elindekine güvenin kendi elindekine güvenden kuvvetli olmasıdır.

05.08.2007

E-Posta: [email protected]


 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri


Önceki Yazıları

  (03.08.2007) - Kuruyan manevî ve fizikî iklim

  (02.08.2007) - Değişimin aracı olarak kadın

  (01.08.2007) - Eski ve yeni Erdoğan

  (31.07.2007) - Sosyal dönüştürücü

  (30.07.2007) - Laikliği kollamak, dini sollamak

  (29.07.2007) - Redd-i miras geleneği

  (27.07.2007) - Üss-i zafer

  (26.07.2007) - Üss-i inkilap

  (25.07.2007) - Turuncu devrim veya evrimcilerin zaferi

  (24.07.2007) - Yeni Churchill düzeni

 

Bütün yazılar

YAZARLAR

  Abdil YILDIRIM

  Abdurrahman ŞEN

  Ali FERŞADOĞLU

  Ali OKTAY

  Cevat ÇAKIR

  Cevher İLHAN

  Davut ŞAHİN

  Faruk ÇAKIR

  Gökçe OK

  Habib FİDAN

  Hakan YALMAN

  Halil USLU

  Hasan GÜNEŞ

  Hasan YÜKSELTEN

  Hülya KARTAL

  Hüseyin EREN

  Hüseyin GÜLTEKİN

  Hüseyin YILMAZ

  Kazım GÜLEÇYÜZ

  Kemal BENEK

  M. Ali KAYA

  M. Latif SALİHOĞLU

  Mahmut NEDİM

  Mehmet KARA

  Meryem TORTUK

  Mikail YAPRAK

  Murat ÇETİN

  Murat ÇİFTKAYA

  Mustafa ÖZCAN

  Nejat EREN

  Nimetullah AKAY

  Raşit YÜCEL

  S. Bahattin YAŞAR

  Saadet Bayri FİDAN

  Sami CEBECİ

  Sena DEMİR

  Serdar MURAT

  Suna DURMAZ

  Süleyman KÖSMENE

  Vehbi HORASANLI

  Yasemin GÜLEÇYÜZ

  Yasemin Uçal ABDULLAH

  Yeni Asyadan Size

  Zafer AKGÜL

  Zeynep GÜVENÇ

  İslam YAŞAR

  İsmail BERK

  Şaban DÖĞEN


 Son Dakika Haberleri