Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 20 Ağustos 2007

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Lahika

ÂYET-İ KERİME MEÂLİ

"Bana kulluk edin; doğru yol işte budur" diye? cidden o pek çoğunuzu saptırdı. Akıl edemediniz mi?

Yâsin Sûresi: 61-62

20.08.2007


HADİS-İ ŞERİF MEÂLİ

Bir eve girdiğinizde ev halkına selâm veriniz. Çıktığınızda da onları selâmla Allah'a ısmarlayınız.

Câmiü's-Sağîr, c: 1, no: 339

20.08.2007


Âmir

Allah (c.c.), Âmir’dir. Yani Cenâb-ı Hak, her şeye yaratılışının gâyesini bildiren, varlık sebebini emreden Âmir-i Mutlaktır. Onun emri, fiildir; fiili, emirdir. Hazret-i Ali’nin (r.a.) Peygamber Efendimizden (a.s.m.) rivâyet ettiği1 Âmir ismi, Kur’ân’da genellikle “Ol!” emri ile birlikte ve kök olarak geçer. Kur’ân, Cenâb-ı Hakkın emri ile fiili arasındaki yakın ilişkiyi şöyle anlatır: “Onun işi, birşeyi dilediği zaman ona sadece ‘Ol!’ demektir; o hemen oluverir.”2 Kur’ân’da Cenâb-ı Hak yalnız şuur sahiplerine emretmekle kalmaz; yeryüzüne, gök yüzüne3 ve ateşe4 de emreder.

Bedîüzzaman’a göre, irâde sıfatından gelen ve kâinatı sımsıkı elinde tutan emirler ile kelâm sıfatından gelen Kur’ânî emirlerin tamamı Âmir-i Mutlak olan Cenâb-ı Hakka aittir.5 Bütün zerrelerine kadar kâinat, bütün melekler ve bütün varlıklar Cenâb-ı Hakkın “Kün! (Ol!)” emrine harfiyen itaatkârdırlar, eksiksiz boyun eğmişlerdir.6

Saîd Nursî, kâinatın her bir zerresinin Allah’ın emri altında hiç durmadan istikbâlden gelip, hâle uğrayarak teneffüs edip, mâziye döküldüğünü beyan etmektedir.7 Meydanda ne kadar eşya var ise, o eşyaya gayet kolay ve rahat vücut giydirildiğini; bir şeye emretmesiyle o şeyin yapılmasının bir olduğunu ifâde eden8 Bedîüzzaman, tabiat kanunları denilen yaratılış yasalarının, Allah’ın ilim, irade ve emirlerinin varlık sınıflarında ortaya çıkmasının, tecellî etmesinin isimlerinden başka bir şey olmadığını kaydetmektedir.9

Bedîüzzaman’a göre, zerrelerine kadar her bir varlığın, hayat sahibi olsun cansız olsun, şuurlu olsun şuursuz olsun, Allah Teâlânın emirlerine şartsız boyun eğişleri, onların ibâdetleridir. Varlıkların ibâdetleri, vazifelerinden ibârettir. Şuurdan yoksun varlıkların gayet şuurlu, gâyet düzgün ve bir emir sahibine itirazsız itaat edercesine gâyet güzel işler yapması ve vazife görmesi, onların bir Âmir-i Mutlakın emrine isyansız bir şekilde boyun eğmiş olduklarını gösterir.10

Meselâ cansız, hayatsız, şuursuz, durmadan çalkalanan, kararsız, fırtınalı ve hedefsiz bulunan ve azot ile oksijenden ibâret olan şu havanın; teneffüsü karşılamaktan ve döllenmeyi sağlamaktan tutun tâ ses, ışık, görüntü ve elektromanyetik kuvvet nakline kadar; tâ telsiz telefon, telgraf ve radyo yayınlarını hassas bir ölçü ile algılaması ve iletmesine kadar gayet hikmetli, gâyet şefkatli ve san’atkârâne işlerde çalıştırılması ve vazife yapması açık ve net bir şekilde ispat eder ki, bu hava ve rüzgârın her bir zerresi, Kerîm bir Âmir’in emri ile hareket eder; emri anlar, dinler ve itaat eder.11

Saîd Nursî’ye göre havanın böylesine hassas bir vazife icrâ ettiği halde vazifesinde aslâ şaşırmaması ve aslâ ihmali bulunmaması, hava unsurunun Allah’ın emir ve irâdesinin arşı bulunduğunu gösterir.12 Aynı şekilde her bir zerrenin sayısız cisimlerin vücutlarına girip işlemesi ve çıkması, sonra tekrar başka bir cismin vücudunda başka zerrelerle toplanması ve bütün zerrelerin aynı şuurlu vaziyeti göstermesi; her birisinin bir Âmir-i Alîmin emriyle sevk edildiğini bildirir.13

Saîd Nursî, rûhun da emir âleminden, irâde sıfatından gelen nesnel bir vücûd giydirilmiş fıtrî bir kanun ve şuur sahibi bir nâmûs olduğunu; kâinattaki bütün kanunların birer emirden ibâret olduğunu; tabiat kanunlarına Allah’ın kudreti tarafından nesnel birer vücût giydirilirse her bir kanunun birer rûh olacağını; rûhun başından şuurun alınması hâlinde ise ölümsüz bir kanundan ibâret kalacağını belirtir.14

Risâle-i Nur’da Esma-i Hüsna

Dipnotlar:

1- Mecmuatü’l-Ahzab, 2: 257

2- Yasin Suresi: 82.

3- Hud Sûresi: 44; Fussilet Sûresi: 11.

4- Enbiyâ Sûresi: 69.

5- Mektubat, s. 463

6- Sözler, s. 384

7- Mektubat, s. 463

8- A.g.e., s. 237; Sözler, s. 180

9- Mesnevî-i Nuriye, s. 52

10- Mektubat, s. 384

11- Şuâlar, s. 100

12- Sözler, s. 148

13- A.g.e., s. 627

14- Mektubat, s. 454; Sözler, s. 478

20.08.2007


Eskişehir'den gül demeti

Ebedî arkadaşımla yazın, ziyaret edeceğimiz mekân ve kişilerin listesini hazırlamıştık. İlk sırada Eskişehir de ikamet eden Abdil Yıldırımın ailesi vardı. Güzel ve haşmetli tefekkür pencerelerinin her karede değişen lezzetleriyle karşılandık. Yıldırım ailesinin yıldırım gibi sevgi ışıkları bünyemizi sarmaladı. İnsanın dâvâ arkadaşlarıyla hemhal olmasının tadı bir başkaydı. Aynı dilden konuşmanın verdiği huzur, gerçektende yaşanması gereken güzel anılar oluyor.

Cemaatle kılınan namazlarımız, Akabinde tesbihat ve namaz sonrası derslerimiz derken umumî derslerin takibiyle kendimizi okuma programının içinde bulduk. Muhabbetlerin koyuluğunun kıvamı arttıkça hizmetlerin içinde olmanın ve sırf rıza i ilâhî için çarpan kalpler taşımanın önemini ve kıymetini doyasıya hissettik. E… yazarların arasında olup da edebiyat, kalem ve kâğıt hiç gündeme gelmez mi? Sekteye uğrayan yazı yazma motivasyonumu tekrar yakalayabilmem için ellerinden geleni yaptılar. (Bu satırlar döküldüğüne göre başarmış görünüyorlar.)

Abdil kardeşimin bitirmeye çalıştığı romanı, Mehtap kızımın işlediği genel konu çalışmaları ve geleceğin parlak kalemi olacağına inandığım Vahdet oğlumuz. Ve bizlere hizmet etmek için keklik gibi seken Lütfiye Sultanımızın yuvalarında yaşadığımız bir kaç günlük sefamız oldu. Yazın sıcağının aksine hep içimizde ferahlık hissettik ve hiç sıkılmadık.

Çalışmalı derslerimiz, komşu kardeşin bahçesinde yapılan mütalâalı kahvaltımızın tadı hâlâ damağımızda. Ağaçların altında ve yeşilin tonlarıyla harmanlanmış çiçeklerin gözetiminde yaptığımız derse başladığımızda, çocukların koşarak dinlemeye gelmeleri bizler için ayrı bir doyumluk ders verdi. Yemeklerden sonra parlayan tabaklar, otomatikman sünneti seniyyenin yaldızladığı paklığı hatırlattı. Yaratılışımıza yakışan ve imanın bizlere ulaştırdığı nefaseti iliklerimize kadar yaşadık. Yapay çiçekler ne kadar donuk ve cansızsa insan da gayesinin dışında kullanıldığında o derece ruhsuz ve işe yaramaz oluyor onu kavradık.

Gittiğimiz umumî dersin sonunda benden reçel tarifi istenmesi tek bozulduğum teklif oldu. Bende “oysa beni seminer için dâvet etmenizi beklerdim” diye atıfta bulundum. Evet. Bütün güzelliklerin bir sonu olduğu gibi bizimde Eskişehir’e veda zamanımız gelmişti. Ayrılacağımız sabah biraz daha sohbet edebilmemiz için erken kalktık. İçilen çayın yudumları bile düğüm düğüm olarak midemize oturdular. Kırık bakışlar, zoraki gülümsemeler ve tren saatinin kalkma saatine takılan donuk bakışlarımız.

Ebedî arkadaşımla yaşadığımız Yıldırım ailesinin—gül demetinin—tadına doyamadık. İsterim yolu oralara gidebilecekler, bu manevî görüntü ve kokulardan nasiplensinler.

Kendinizi cennet bahçelerinde hissetmek isterseniz ve okuma programında olduğunuzun tadıyla—ilim öğrenme—farzını yerine getirmenin hoşluğuyla hislerinizi ve lâtif duygularınızı Nur ışıltılarına gark etmek isterseniz daha ne duruyorsunuz. Yıldırım ailesi gibi kardeşler sizleri bekliyor.

Nevin ALAN

20.08.2007


Allah'ın kelâmından öğüt alamıyorsan!

Emir Süleyman Pervane, Mevlânâ’dan kendisine öğüt vermesi için ricada bulundu. Mevlânâ, bir zaman düşündükten sonra:

“Emir Pervane, Kur’ânı ezberlediğini duyuyorum, doğru mu?” dedi. Pervane: ”Evet.” dedi.

Mevlânâ: “Ayrıca, Şeyh Sadreddin’den hadis ilmi okuduğunu da duydum.”

Pervane: ”Evet; doğrudur.” dedi. Bunun üzerine Mevlânâ şöyle dedi:

“Allah kelâmını okuyorsun. O’nun Peygamberinin sözlerini okuyorsun. O sözlerden öğüt alamıyorsan, ben sana ne diyeyim?”

Emir Pervane, bu sözler üzerine ağlayarak dışarı çıktı. Mevlânâ.

Süleyman KÖSMENE

20.08.2007

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

 Son Dakika Haberleri