Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 01 Eylül 2007

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Görüş

Pusula

Bazen veryansın eden ahvalim oluyor. Mazime ve bu yazıyı yazdıran sebeplere karşı fevrileşiyorum. Çok insanla haşir oldum ama neşir olamadım. Hiç birinin nahoş huyları uymadı kaderime. Kimi dost görünmek istedi, kimi dost oldu, kimi de arkadaş, ama hepsinde aynı telâş. Ekseriyet bir darbe vurdu, çıkıp gitti hayatımdan. Ben darbe dedim, siz hayat kazığı anlayın. Çok yönlü dostluklarım vardı. Var olmasına vardı, ama insan değildi. Acaba dostluğun şahs-ı manevisi insanlardan nasibini alamadığı için, el-âlemin diyarına mı göçmüştü ya da sürgün vermişti başka kalplere. Ben kitaplara dosttum, çünkü onlar doğru olanı yansıtıyordu. Menşei vicdanım olan hayallerimle dosttum.

Dostluğu yine de birisinde aradım. Ararken de, insan niçin dosta muhtaç olabilir, diye ampuller yandı kafamda. Sonra yol gösteren fener oldular, bu yolda. Sanki dostluklar karanlıkta kalana fener olmaktı, inayetin tezahürüydü. Zor olana, kolay gelmekti. Hayatın rampalarına, düzlük olmaktı. Kafamdaki mânâsı bu meyandaydı o anda dostluğun. Belki yaşanabilecek ne mânâlar mahfuzdur dostlukta.

Fevri düşüncelerim olmadı dost arayışımda, intikamcı olmadım geçmişe. İç açıcı intiba bırakmasa da, birçok darbesini yedim. Yine de aradım, ararım...

Arıyorum... Arıyorum... Yoruldum, bir akşamüstü ve akşam geceye tekabül ediyor. Güneş, ay ve yıldızlar yerlerinde amade bekliyor. Ve gece başlıyordu. Uzanmışım ve yakaza halinde olduğumun farkındalığında, dalgaların aheste aheste kıyıya yanaşma sesi refakatinde şu cümleler dökülüyordu dilimden.

Ay ışığını yorgan yapıp örttüm üstüme,

Mehtapta yalnızlık üşütmüştü tenimi.

Yıldızlara sığındım.

Baktım onlarda yalnız,

Belki şimdilik, belki izafi,

Yalnızlığa alışmış gece,

Mehtap da, yarenleri de...

Bu halime eşlik eden uğultular,

Dalgaların sesi,

Rüzgârın Hakk’a zikri...

Adeta yalnız değilsin demek istiyorlar.

Lâkin ben insanların içindeyken bîtaraf kalmıştım?

Bertaraf olmuştum etraflarında, haksızlıklarına, bu ne diyeceksin kalbim?

Dayanamadım onlara.

İnsanlar safîliğini yitirmişti adeta,

Gençliğin yitirilmesi,

Ölüme kapı çalan ihtiyarlığa intikali gibi,

Telâkki ettim geri dönüşü yok gibi,

Arayamadım bu hasleti başkasında,

Sonra baktım ki yitirilmemiş sevdalılar var.

Gözlerim ısırıyor gibi,

Evet onlar.

Yıldızlar, Ay ve Güneş,

Anladım ki bunlar ezelden kardeş,

Zira onlara hayat veren tek Bir’i var,

Onlara hayat veren, nurefşan yaptıran Bir’i var,

Yalnız düşene aradığını aratmayacak meziyetleri var.

Her birine ayrı mekânlarda rastladım,

Her biri ayrı eşkalde,

Ay gülerken dolunay halinde,

Güneş, iliklere kadar parlatan ışığında,

Yıldızlar yalnızlıkları süsleyen tüm ihtişamındaydı.

Onlar fersah fersah uzaktaydı benden,

Ama yakındı sohbetleri.

Ey dostlarıma hayat veren Bir ve Dost...

Kalbî nidalarım istidadımdır,

Mülteciyim mağfiretine,

Ey yalnızlara kesretli Rahmetiyle Vasi olan...

Mücrim etti insanlar beni,

Seyyiatın diyarlarından,

Mağfiret deryana seyyahım,

Dümeni kırık bir sefineyim,

Tövbe limanına yanaşıyorum,

İçime rahatlık ver,

Nefs-i nâdânıma müdebbir Bir,

En gür seda ile yalvarıyorum,

Dostlarım Sana müteveccih,

Dostların dostu Bir,

El kapılarını çaldım bir bir,

Bu hayıflanmalar,

Sanki doğruya, Sana gitmeye vesiledir anladım.

Onlar yalancıydı, doğruya mecbur oldum.

Dost doğru insanlar gördüm hayal meyal,

Biz tecelliyiz, Zeynabımız, membaımız var dediler,

Git O’na, O’nun dergâhı var.

Evet Senin dergâhın var,

Kapısı yok,

Çalmaya ne hacet var.

Kalplerden kiri pası atan, Gaffar Bir,

Senin yoluna namzet hüsn-ü niyetim,

Lahuti bir savt ile girmek isterim dostluk dergâhına,

Ellerim arşa kalkık,

Dillerde, dilimde Sen varsın.

Ali KARABİBER

01.09.2007


Bu kadar özgürüm

gölgelerin eline düştüm

benimle oynamak istedi ateş

bir yağmurun serinliği yetişti imdadıma

bu günümü de kurtardım

gözlerimde uykunun izi

suyla buluşuyor tekrar ellerim

kuru bir yaprak misali sürgündeyim

çıkıyorum bak evimden

ne kadarda özgürüm

taranmış saçlarım

boynumda boyun bağım

frenk taklidi kıyafetin içinde

ancak bu kadar özgürüm

beni mutlu edecek

okuduğum kitaplar

arıyorum hislerimi

seçimi zor olacak

mutluluk ve keder

aynı renkteler

düşündüm, konuştum ve sustum

yanarım şimdi kendi cümlelerime

gündüzleri dünya dostum

geceleri kâbusum

yanarım hızla geçen senelerime

çalıştım ve yoruldum

işte dönüyorum evime

içtiğim her bir yudum

siyah bir nokta koyar kalbime

dünyadan geliyorum

akla beni seccade

yemek, içmek ve uyku

nefis ve bedenin oyunu

bu oyunu bende oynamalıyım

dünyadan geliyorum

bazen konuşmalı cisimler

bazen dinlemeli mânâ âlemini

çıkardım kravatı

dört duvar etrafımda

bedenim hapis dünyada

fakat rüyalarım var

beni gezdiren başka âlemde

yinede uyanacağım birazdan

yine aynı oyunları oynayacağım

dünyanın huyu bu

işte bu kadar özgürüm

bu kalın ten kafesinde

Yusuf BAL

01.09.2007


HATUN ile EFENDİ (6)

Nihayet bayram gelmişti. Namazdan sonra köylüler kurbanlarını kesmeye başladılar. Köy halkı bu soğukta kurbanın telâşına girmiştiler. Bu telâş Efendi ve Hatun Hanımın evinde de vardı. Hatun Hanım birkaç gün öncesine nazaran daha iyi di. Bugün efendisini bayram namazına kendisi kapıda uğurlayarak göndermişti. Efendi eşinin iyi olmasına o kadar çok seviniyordu ki nerdeyse çocuklar gibi. Kendine gelmesi yine yüzünde çok sevdiği tebessümün bulunması. Onu bahtiyarlığın en yüksek makamına çıkartıyordu.

Hatun Hanım bedenen iyiydi; ama oğlunun gidişinin tarihi olmasından manen bir yorgunluk içindeydi. Belli etmese de yüreği kor gibi yanıyordu. Öğlen bütün çocuklar, gelin, damatlar ve torunlar hepsi gelmişti. Yemek için sofranın etrafından toplanmaya başladılar. Bayram telâşı ve birbirlerini görme heyecanı bugün farklıydı. Sanki bugün çok önemli bir şey olacaktı; ve oldu da. Hatun Nine arkası kapıya dönüktü. Kapı açıldı. Bir anda her kez kapıya dönüp baktı. Şaşkınlık ve sevinç birbirine karıştı. Efendi gözlerine inanamıyordu. Ayağa kalktı. Hatun nine hiçbir şey anlayamadı. Efendiyle beraber herkes neden böyle şaşırmıştı. Arkasını dönüp baktığında donup kaldı. Kapıda bekleyen adam “anne” demişti ki Hatun Hanım yere yığıldı. Bir anda koşuşturmalar, ağlaşmalar ve korku odanın havasına büründü. Otuz yıldır eve gelmeyen evlât annesini kendine getirtmeye çalışıyordu. Çok uğraşmalarına rağmen Hatun Nine kendine gelememişti. Hasta kalbi bu heyecana daha fazla dayanamadı. Yani öbür hayatın yolunu çoktan tutmuştu. Artık dünyayla bütün ilişkisi bitmişti. Efendi dizinin üzerine çöktü. Etraftaki ağlamalar onun kalbine mıhlanıp kalmıştı. Kendisi de inanamadı; bir ölümün yasını çoktan yüreği kabullenmek zorunda kalmıştı. Dudaktan ne bir ses çıkıyor ne de gözden bir yaş akıyor. Bu hali Hatun Hine toprağa verilene kadar devam etti. Hep suskunluk onun dünyasına bir tiryaktan çok zehir veriyordu. Bu zehir bile bile içiyordu. Yıllardır gelmeyen evlât annesinin ölümüne sebep olduğunu düşünerek vicdana hesaplar vermeye başlamıştı. Yıllarca gelme ve gelip annenin o has kalbine son hançeri vur. Ne babasını yüzüne bakabiliyor ne de kardeşlerine, ahbaplarına yârenlik edebiliyordu. Ve yine eskiden olduğu gibi çekip gitti. Anne sevgisini bu köyde bırakarak.

Hatun Ninenin ölümünün üzerinden bir ay geçmişti. Efendi bu bir ay için tek kelime konuşmadan yaşıyordu. Ne yediği yemekten ne de soluduğu havadan bir lezzet alıyordu. Sabahları uyanmak bile istemiyordu. Çünkü onu uyandıracak Hatunu yoktu. Sabahları evden çıkmak zor geliyor; onu uğurlayacak Hatunu yoktu. Eve gelmek istemiyordu; onu karşılayacak canının içi yoktu. O yoktu; kışında bahar olan; yazın da rüzgârı olan. Hayat arkadaşı; ebedî yoldaşı; kalbinin yarısı yoktu. Onunla beraber gitmişti. Şimdi artık gülmeyi, sevinmeyi ve mutlu olmayı neylesin; bu ömrünün sonbaharın da onsuz geçen bu günlerde. Gitmek var; onun yanına. Can yoldaşına. Artık bu yerler gurbet ve sancı üzerine sancı.

Efendi bugün kendisini çok yorgun hissediyordu. Dışardan yeni gelmişti. Kapıda karşılayan Hatunu olmadığı için eve bile girmek istemedi. Ayakları artık yorulmuş bir bedeni taşımaktan acizliğe düşmüştü. Zoraki adımlarını attı. Salondaki divana oturup; çok şükür dedi. Yine pencereden dışarıya baktı. Gözleri bir noktaya dalıp gitti. Bu dalış onun son bakışıydı. Ruh bedenden ayrıldı. Artık yaşamayacağı bu dünyadan ebediyete gitti.

Hatun’la Efendi’nin mezarları yan yana. Bu köy böyle bir evliliğe bir daha şahit olmadı. Onlar gerçek anlamda bir evliliği yaşadılar. Olması gerekeni yani cennetin özelliğini taşıyan. Örnek bir evlilik orada yaşayanların dilinde yıllarca sürüp gitti. Hiç ayrılmayan bu çiftin ayrılığı sadece bir ay sürdü. Zaten kimse de Hatun’unun arkasında uzun süre yaşayacağına inanmıyordu. Hiç ayrılık yaşamayan bu evliliğe bu kadar ayrılık bile uzundu. Zaten bu dönemde Efendi zaten yaşamıyordu. Bedenen hayat fonksiyonları yerinde olsa da ruh zaten çoktan onun yanına gitmişti. Hiç konuşmaması bunun en bariz bir misaliydi. Ve gitti; onun yanına. O sonsuz hayatta beraber olmak için. Bu fani yere geldiler; örnek olup gittiler. Bu örneği alan oldu; almayan oldu. Alanlar onların ki kadar olmasa da mesut bir evlilik için yaşamanın mutluluğuna erdiler. Almayanlar ise hep mutsuz evliliklerin grubuna dahil oldular.

— Son —

Fadime KAYA

01.09.2007


Sen her zaman büyüksün ya Resûlallah!

Zaman geçtikçe büyüklüğün daha da belirginleşiyor, ortaya çıkıyor. Dünya ihtiyarladıkça, sen ve fikirlerin tazeliğini, gençliğini koruyor. O sözlerine, öğütlerine ne kadar ihtiyacımız olduğu anlaşılıyor. Bulunduğun zamandan, fikirlerinle tâ âhirzamana kadar uzanıyorsun. Günümüze dahi projektör gibi ışık tutuyorsun.

Bir hadisinde diyorsun ki: “Bir nehir kenarında abdest alsan dahi o suyu tasarruflu kullan, israf etme.” Günümüzde, suyun altın değerinde olduğu şu günlerde o hikmetli sözün ne kadar da değer kazanıyor. Suyu tasarruflu kullanmamızın öğütlendiği, tenbih edildiği şu günlerde, büyüklüğün bir defa daha âleme ilân ediliyor. Çünkü senin yaşadığın o coğrafyada daimî akan bir akarsu yok ki bu söz yöresel ifade olsun. Demek ki sen bütün âleme peygamber olarak gönderildin. Kup kuru taşlarla kaplı bir yörede daimî bir akarsudan tasarruflu kullanmamızı öğütlüyorsun, tavsiye ediyorsun. Çünkü sen âlemşumülsün. Doğduğun yöreye değil, bütün insanlığa rehber olarak gönderilmişsin. Rehber-i Âzam’sın. Muallim-i Ekber’sin.

Aynen “Kıyametin kopacağını bilseniz dahi, elinizdeki fidanı dikiniz” hadis-i şerifin gibi. Tâ uzaklardan, ekolojik dengeye ışık tutuyorsun. Çevredeki ağaçların yok olması, o bölgenin ekolojik dengesini bozuyor. Yani Allah’ın tanzim ettiği bir şekilden farklı hâl alınması, yörenin varlık dengesini bozuyor. Yağmur düzenli yağmıyor. Çünkü o bölgedeki ağaçlık alan, bir anlamda yağmurun yağması için fiilî ve fizikî bir duâdır. Allah’tan istemektir, taleptir. İnsan eli karıştığı zaman, çevrenin düzeni karışıyor. Sistem alt üst oluyor. Denge bozuluyor.

Evet! Ağaçların gelişigüzel kesilmesi, tarla veya yerleşim yeri kazanmak için v.s., yerine ağaç dikilmemesi çevrenin dengesini bozuyor. Sera etkisi dediğimiz, normalüstü ısınma gerçekleşiyor. Bu durum da kuraklığa sebep oluyor. Vahşî hayatın, yaban hayatının da yok olmasına sebep oluyor. Demek ki nasıl insana ihtiyarlıkla, çirkinleşerek, gözünün feri giderek, beli bükülerek, ayaklarının dermanı çekilerek, ölüm güzel gösteriliyorsa; yağmursuzluk, kuraklık, çölleşme, su alanlarının azalması ile kıyametin kopması arzulanır olacak. Ahirete, vatan-ı aslîmize, Âdem babamızın memleketine, Cennet’e istek duyacağız. Dünyanın fani yüzünü görüp, gerçek hayatın ahiret hayatı ve yurdu olduğunu anlayabilecek, idrak edeceğiz. Ne mutlu o idrak ve şuur içinde olanlara.

Cihat ERDOĞ

01.09.2007


HSYK kararları yargıya açılmalı

Ülkemizde en çok tartışılan konuların başında yargı gelmektedir. Yargı ile ilgili tartışmalar içinde Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) önemli bir yer kaplamaktadır.

Yürürlükteki Anayasanın 159. maddesine göre;

“Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu, mahkemelerin bağımsızlığı ve hâkimlik teminatı esaslarına göre kurulur ve görev yapar.

“Kurulun Başkanı, Adalet Bakanıdır. Adalet Bakanlığı Müsteşarı Kurulun tabiî üyesidir. Kurulun üç asıl ve üç yedek üyesi Yargıtay Genel Kurulunun, iki asıl ve iki yedek üyesi Danıştay Genel Kurulunun kendi üyeleri arasından, her üyelik için gösterecekleri üçer aday içinden Cumhurbaşkanınca, dört yıl için seçilir. Süresi biten üyeler yeniden seçilebilirler. Kurul, seçimle gelen asıl üyeleri arasından bir başkanvekili seçer.

“Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu; adlî ve idarî yargı hâkim ve savcılarını mesleğe kabul etme, atama ve nakletme, geçici yetki verme, yükselme ve birinci sınıfa ayırma, kadro dağıtma, meslekte kalmaları uygun görülmeyenler hakkında karar verme, disiplin cezası verme, görevden uzaklaştırma işlemlerini yapar. Adalet Bakanlığının, bir mahkemenin veya bir hâkimin veya savcının kadrosunun kaldırılması veya bir mahkemenin yargı çevresinin değiştirilmesi konusundaki tekliflerini karara bağlar. Ayrıca Anayasa ve kanunlarla verilen diğer görevleri yerine getirir.

“Kurul kararlarına karşı yargı mercilerine başvurulamaz.”

Disiplin Cezaları 2802 sayılı Hakimler ve Savcılar Kanununun 62 v.d. maddelerinde düzenlenmiştir. Kurul kararlarının en ağırı “meslekten çıkarma”dır.

2802 sayılı Kanununun 69. maddesine göre;

“Meslekten çıkarma: Bir daha mesleğe alınmamak üzere göreve son verilmesidir.

“Derece yükselmesini durdurma cezasından dolayı hangi sınıf ve derecede olursa olsun iki defa diğer hallerden dolayı bir derecede iki veya derece ve sınıf kaydı aranmaksızın üç defa yer değiştirme veya derece yükselmesinin durdurulması cezası almış olmak veya taksirli suçlar hariç olmak üzere, (...) (1) üç aydan fazla hapis veya affa uğramış olsa bile 8 inci maddenin (h) bendinde yazılı suçlardan biri ile kesin hüküm giymek meslekten çıkarılmayı gerektirir. Ancak, hürriyeti bağlayıcı cezanın hapis veya yukarıda belirtilen suçlardan dolayı verilmemiş olması şartıyla, ertelenmiş veya 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun 50'nci maddesindeki ceza ve tedbirlerden birine çevrilmiş olması halinde meslekten çıkarma cezası yerine yer değiştirme cezası verilir.

“Birinci fıkra dışında kalan ceza mahkumiyetlerinin ertelenmiş veya 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun 50 'nci maddesindeki ceza veya tedbirlere çevrilmiş olup olmadığına bakılmaksızın suçun niteliğine göre 64, 65, 66, 67 veya 68 inci maddelerde sayılan disiplin cezalarından biri verilir.

“Hükümlülüğü gerektiren suç, mesleğin şeref ve onurunu bozan veya mesleğe olan genel saygı ve güveni gideren nitelikte görülürse, cezanın miktarına ve ertelenmiş veya 647 sayılı Kanununun 4 üncü maddesindeki ceza veya tedbirlerden birine çevrilmiş olup olmadığına bakılmaksızın, meslekten çıkarma cezası verilir.

“Disiplin cezasının uygulanmasını gerektiren fiil suç teşkil etmezse ve hükümlülüğü gerektirmese bile mesleğin şeref ve onurunu ve memuriyet nüfuz ve itibarını bozacak nitelikte görüldüğü takdirde de meslekten çıkarma cezası verilir.”

HSYK kararlarına karşı, yargı yolu kapalı olduğundan; verilen kararların hukuka uygun olduğu tartışmalıdır/şüphelidir. HSYK kararlarına karşı yargı yolunun açılmaması; yargı bağımsızlığı ve hakimlik teminatını zedelediği gibi, yargıya güvensizliğin itirafı olmaktadır. HSYK kararıyla haklarında meslekten çıkarma kararı verilen yargı mensupları (1136 sayılı Avukatlık Kanununun 5. maddesinin b bendi uyarınca), avukatlık yapma haklarını da kaybetmektedirler.

22.06.2006 tarih ve 5525 sayılı Memur ve Diğer Kamu Görevlileri Disiplin Cezaları Sicil Affı Kanunu ile “Devletin şahsiyetine karşı işlenen suçlarla, yüz kızartıcı suçlar hariç tüm disiplin cezaları affedilmiş, meslekten çıkarılan memur ve kamu görevlilerine mesleklerine geri dönme hakkı tanınmıştır. Ancak haklarında meslekten çıkarma kararı verilen yargı, ordu ve emniyet mensupları tümüyle kapsam dışında tutulmuştur.”

HSYK YENİDEN YAPILANDIRILMALI,

KARARLARINA KARŞI YARGI YOLU ÇILMALIDIR:

HSYK hakkında fikir sahibi olmak için 1961 Anayasası ile gelişen, 21 Mart Muhtırası, 12 Eylül Askerî Darbesi ve 28 Şubat Post Modern Darbesi ile devam eden ve günümüzde devam eden süreci irdelemek; HSYK’nın yeniden yapılandırılması ve kararlarının yargı denetimine açılmasının gerekçelerini irdelemek gerekir.

1961 Anayasasının 143. ve 144. maddelerine göre; “Yüksek Hakimler Kurulu, kararlarına karşı yargı yolu açıktır.” 1961 Anayasası döneminde, Yüksek Hakimler Kurulu seçimle gelen yüksek hakimlerden oluşmakta olup, Adalet Bakanı ve Adalet Bakanlığı Müsteşarı Kurul’da yer almıyordu.

1971 muhtırasından sonra, 20.09.1971 tarih ve 1488 sayılı Kanunla Anayasa değişikliği yapılarak yargı yolu kapatılmıştır. Anayasa Mahkemesinin 27.1.1977 gün ve 1976 – 43 E., 1977 – 4 K. sayılı kararı ile “ 1971 Anayasa değişikliği ile yargı yoluna başvurma yasağını getiren “ hükmü iptal etmiştir. Ancak 1971’deki düzenleme 1982 Anayasasına yansıtılmış; Adalet Bakanı ve Müsteşar Kurul’a dahil edilmiş, Kurul kararları yargı denetimine kapatılmıştır.

Anayasanın 159/4 maddesine paralel bir düzenleme 2461 sayılı Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu Kanununun 12. maddesinde yapılmıştır. Buna göre; “HSYK kararlarına karşı yargı yoluna başvurulamaz.” 28 Şubat sürecinde ve devamında; HSYK “astığım astık, kestiğim kestik” mantığı ile hareket etmiş, siyasî sebeplerle pek çok hakim ve savcıyı cezalandırmıştır. Binlerce hakim-savcı çeşitli disiplin cezalarıyla cezalandırılırken, yüzlercesi de meslekten çıkarılmıştır.

Normlar hiyerarşisi tersyüz edilmiştir:

Normlar hiyerarşisine göre; kanun kaynağını anayasadan alır ve kanun, anayasaya aykırı olamaz. Ancak burada bu temel ilke tersyüz edilmiştir: 2461 sayılı Kanun 13.5.1981’de kabul edilerek Resmî Gazete’nin 14.5.1981 tarih ve 17340 sayısında yayınlanmıştır. Anayasa ise, 7.11.1982 tarihinde kabul edilmiş, Resmî Gazetenin 9.11.1982 tarih ve 17863 mükerrer sayısında yayınlanmıştır. Anlaşılacağı üzere; 2461 sayılı Kanun, anayasa’dan 1,5 yıl önce yürürlüğe girmiştir. 2461 sayılı kanunun yürürlüğe girdiği dönemde, ortada 1961 Anayasası da yoktur. Kanun anayasaya değil, anayasa kanuna uydurulmuştur. Dolayısıyla 2461 sayılı kanunun anayasal dayanağı dahi bulunmamaktadır.

Kurul kararlarının yargı denetimi dışında

tutulması olağanüstü dönemlerin bir ürünüdür:

Görüldüğü üzere; 1961 Anayasası döneminde Kurul kararları yargı denetimine tabi olduğu halde, 12 Mart döneminde Anayasa’da değişiklik yapılarak Kurul kararları yargı denetimi dışına çıkarılmış, Anayasa Mahkemesi bu değişikliği iptal edince, tekrar yargı yolu açılmış, ancak 12 Eylül ürünü 2461 sayılı Kanun ve anayasa ile yargı yolu kapatılmıştır. HSYK kararlarına karşı yargı yolunun kapalı olması olağanüstü dönemlerin, askerî darbe dönemlerinin bir ürünüdür. Olağanüstü dönemlerin, sakıncalarının giderilmesi gerektiği açıktır.

HSYK kararlarının yargı denetimine kapalı

olması anayasaya aykırıdır:

Anayasanın 2. maddesine göre; “Türkiye Cumhuriyetinin insan haklarına dayanan demokratik hukuk devletidir.” Anayasa Mahkemesinin 29. 11. 1966 tarih ve 44 sayılı kararına göre; “Hukuk Devleti, insan haklarına saygı gösteren ve bu hakları koruyucu adil bir hukuk düzen kuran bunu devam ettirmeye kendisini yükümlü sayan bütün eylem işlemleri yargı denetimine bağlı bulunan devlet demektir.” HSYK kararlarına karşı yargı yolunun kapalı olması, değiştirilmesi teklif dahi edilemeyen bu maddeye aykırıdır.

Anayasanın 36. ve İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi (AİHM)’ nin 6. maddesine göre; “ Herkes meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde dâvâcı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.” HSYK kararlarına karşı yargı yolunun kapalı olması nedeniyle, temel insan haklarından olan “hak arama hürriyeti” hakim ve savcılardan esirgenmektedir.

Anayasanın 125 / 1. maddesine göre; “İdarenin her türlü eylem ve işlemlerine karşı yargı yolu açıktır.“ HSYK idarî bir kuruldur. HSYK Başkanı Adalet Bakanı olup, Adalet Bakanlığı Müsteşarı Kurulun tabiî üyesidir. Diğer yandan kurulun yaptığı iş de tamamen idarî bir işlem mahiyetindedir. Kurul üyelerinin hukukçu olması–yargı mensubu olması da HSYK’nın idarî bir Kurul olma özelliğini ortadan kaldırmaz. Bu itibarla, HSYK kararlarına karşı yargı yolunun kapalı olması, bu madde ile de çelişmektedir.

Yüksek yargı, Türkiye Barolar Birliği,

akademisyenler, siyasetçiler, sivil toplum da

eleştirmektedir:

Cumhurbaşkanı sayın Ahmet Necdet Sezer, Anayasa Mahkemesi Başkanı olduğu dönemde Anayasa Mahkemesinin kuruluş yıldönümü olan 27 Nisan 1998 ve 27 Nisan 1999’ da yaptıkları konuşmalarında; Anayasa Mahkemesi eski Başkanı sayın Mustafa Bumin, Anayasa Mahkemesinin kuruluş yıldönümü olan 27 Nisan 2003’te yaptıkları konuşmalarında; Yargıtay Başkanları sayın Mehmet Uygun 1997 - 1998, 1998 – 1999, sayın Sami Selçuk 1999 – 2000, 2000 – 2001, 2001 – 2002, sayın Eraslan Özkaya, 2002 – 2003, 2003 – 2004, sayın Mater Kaban 2004 – 2005 Adlî Yıl açılış törenlerinde yaptıkları konuşmalarında; “Anayasanın 159. maddesinin değiştirilmesi, Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu kararlarına karşı yargı yolunun açılması gerektiğini” ifade etmişlerdir.

2003’de Danıştay Başkanlığı tarafından hazırlanan ve Başbakanlığa sunulan “Anayasa ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Teklifler”inde “Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu kararlarına karşı yargı yolunun açılmasını, bu maksatla anayasanın 159/4. maddeleri ile ilgili kanunların değiştirilmesi teklif edilmektedir.”

2001’ de Türkiye Barolar Birliği öncülüğünde 11 akademisyen ve yargı mensubu tarafından hazırlanan, “Türkiye Cumhuriyeti Anayasa Önerisi” nin; 172. maddesinde “Yargıçlar ve Savcılar Yüksek Kurulu” düzenlenmiş olup Kurul kararlarına karşı yargı yolu açılmaktadır.

Prof. Dr. A. Şeref Gözübüyük (Anayasa Hukuku s. 271, 272), Prof. Dr. Orhan Aldıkaçtı (Anayasa Hukukunun Gelişmesi ve 1961 Anayasası s.345), Prof. Dr. Ergün Özbudun (Türk Anayasa Hukuku s. 333), Dr. Sema Pişkinsüt (Filistin Askısından Fezlekeye s. 426 v.d.) gibi pek çok hukuk ve siyaset insanı “Anayasanın 159. maddesinin değiştirilmesi, Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu kararlarına karşı yargı yolunun açılması gerektiğini” ifade etmişlerdir.

Ekim 2000’ de İnsan Hakları Derneği (İHD), öncülüğünde bir komisyon tarafından hazırlanan “Kopenhag Siyasi Kriterleri ve Türkiye (Mevzuat Taraması)“ adlı çalışmaya göre; anayasanın 159/4. maddesinin değiştirilerek Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu kararlarına karşı yargı yolunun açılmalıdır (s. 56 – 57).

Avrupa Birliği müktesabına ve diğer

uluslararası mevzuata aykırıdır:

13 Ekim 1994 tarihli Hakimlerin Rolü, Etkinliği ve Bağımsızlığı Konusunda Avrupa Konseyi Üye Devletler Bakanlar Komitesi Tavsiye Kararı, 23 Nisan 2003 tarih ve 2003 / 43 sayılı BM Bangolar Yargı Etiği İlkeleri (13 Kasım 2003’te Avrupa Konseyi ve Bakanlar Konseyi tarafından kabul edilmiştir), 28 Ağustos – 6 Eylül 1985 tarihli Milano toplantısında kabul edilen BM Yargı Bağımsızlığı Temel İlkeleri, 2003, 2004 Avrupa Birliği Türkiye İlerleme Raporları ile Avrupa Komisyonu Tavsiyeler Raporları, Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi – Türkiye Tavsiyeleri (Ekim 2003 ve Temmuz 2004), 2005 Avrupa Birliği Türkiye İlerleme Raporu (9 Kasım 2005)’na göre; “Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu kararlarına karşı yargı yolunun kapalı olması, Birliğin temelini oluşturan ilkelere ve Kopenhag kriterlerine aykırı olan bir düzenlemedir. Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu yeniden yapılandırılmalı ve Kurul kararlarına karşı yargı yolu açılmalıdır.“

2004 Temmuz’unda Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu ile Adalet Bakanlığı yetkililerinden oluşan bir grup Avrupa Birliği organları ile İsveç, İngiltere ve Fransa’ya çalışma ziyareti gerçekleştirdi. Bu gezi sonunda Adalet Bakanlığı tarafından hazırlanan “Değerlendirme Raporu” 26 Temmuz 2004 tarihinde TBMM Adalet Komisyonuna sunuldu. Adalet Bakanlığı’nın TBMM Adalet Komisyonuna sunduğu 26 Temmuz 2004 tarihli Değerlendirme Raporuna göre; “AB çevreleri aşağıdaki taleplerde bulunmaktadır: BM Yargı Bağımsızlığı Temel Prensipleri’nin 13.-17., 20. maddeleri ile Yargı Bağımsızlığı Hakkında Avrupa Komisyonu Tavsiye Kararı’nın 1, (2), (c), 6 (3) maddeleri, Avukatların Rolü Hakkında BM Temel İlkeleri ve Savcıların rolü Hakkında BM Kuralları uyarınca; Hakim adaylarının seçimi, atamalar, teftiş ve disiplin işlemleri tamamen Hakimler ve Savcılar Yüksek Kuruluna bırakılmalı, Adalet Bakanı ve Müsteşar Kurul’dan çıkarılmalı, Kurulun ayrı bir bütçesi ile binası ve sekretaryası olmalı, Kurul üyelerini Cumhurbaşkanı’nın ataması kaldırılarak Kurul kendi temsilcilerini kendi belirlemeli, Kurul kararlarına karşı yargı yolu açılmalı, yargı mensuplarının birlik kurma yolundaki yasal ve idarî engeller kaldırılmalı, Savcılıklar adliyeden ayrılarak ayrı bina ve sekretaryası olmalı, idarî işler cumhuriyet savcılıklarından alınarak idarî kadrolara aktarılmalı, Genel Bütçeden Adalet Bakanlığı’na ayrılan pay artırılmalı, Hakim ve savcı sayısı arttırılmalı, duruşma salonlarının dekorasyonuna gereken önem verilmeli, yargı mensuplarının yabancı dil öğrenimine gereken önem verilmeli, Yargı Etik Kanunu çıkarılmalı, savunmaya gereken önem verilerek avukatların konuşmaları kesilmeden aynen zabta geçirilmeli, bilirkişiye başvurma azaltılmalıdır.”

Görüldüğü üzere, akademisyenlerden yargı mensuplarına, siyasetçilerden aydınlara, Avrupa Birliği çevrelerine kadar herkes HSYK’nın yeniden yapılandırılması, Kurul kararlarına karşı yargı yolunun açılması gerektiğini savunmaktadır.

YENİ HSYK MODELİ

Öncelikle eşitlik ilkesini zedeleyen, ayrımcılığa ve imtiyaza yol açan özel mevzuat (2949 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun, 2797 sayılı Yargıtay Kanunu, 2575 sayılı Danıştay Kanunu) gözden geçirilerek tüm hakim ve savcılarla ilgili tasarruflar HSYK’ya bırakılmalı,

Hakim adaylarının seçimi, atamalar, teftiş ve disiplin işlemleri tamamen Hakimler ve Savcılar Yüksek Kuruluna bırakılmalı,

Adalet Bakanı ve Müsteşar Kurul’dan çıkarılmalı,

Kurulun ayrı bir bütçesi ile binası ve sekretaryası olmalı,

Kurul üyelerini cumhurbaşkanının ataması kaldırılarak, Kurul kendi temsilcilerini kendi belirlemeli.

Kurul kararlarına karşı yargı yolu açılmalı,

Yargı mensuplarının birlik kurma yolundaki yasal ve idarî engeller kaldırılmalı,

Savcılıklar adliyeden ayrılarak ayrı bina ve sekretaryası olmalı,

İdarî işler cumhuriyet savcılıklarından alınarak idarî kadrolara aktarılmalı,

Genel Bütçeden Adalet Bakanlığı’na ayrılan pay arttırılmalı,

Hakim ve Savcı sayısı arttırılmalı,

Duruşma salonlarının dekorasyonuna gereken önem verilmeli,

Yargı mensuplarının yabancı dil öğrenimine gereken önem verilmeli,

Yargı Etik Kanunu çıkarılmalı,

Savunmaya gereken önem verilerek, avukatların konuşmaları kesilmeden aynen zabta geçirilmeli, bilirkişiye başvurma azaltılmalıdır.

Yeni mevzuata geçici bir madde eklenerek; “Önceki yıllarda HSYK tarafından verilen, ancak yargı yolu kapalı olduğu için yargı yoluna başvurulamayan meslekten çıkarma kararları aleyhine yargı yoluna başvurulabilir” hükmü eklenmelidir.

SONUÇ

Yargı bağımsızlığı ve hakimlik teminatı sağlanmadan “yapılan ve yapılacak olan” bütün reformlar etkili olamayacak, pratiğe yansımayacaktır. Zira görevini icra ederken “ya başıma bir iş gelirse” kaygısını taşıyan hakim-savcının vereceği karar tartışmalı olacağı gibi, üst yargı makamlarının iş yükünü arttıracak, adalet ya geç tecelli edecek, ya da hiç tecelli edemeyecektir. Yargı bağımsızlığı ve hakimlik teminatını sağlamanın ilk şartı HSYK’nın yeniden yapılandırılması ve Kurul kararlarının yargı denetimine açılmasıdır. Bu sınav, “insan haklarına saygılı demokratik hukuk devleti” olma iddiasının göstergesi olacaktır. Bu konuda, başta TBMM ve hükümet olmak üzere, herkese çok önemli görevler düşmektedir.

Dr. Sami GÖREN / Hukukçu

01.09.2007

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

 Son Dakika Haberleri