Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 24 Ekim 2007

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Hasan GÜNEŞ

İhlâs ve rakamlar



Cenâb-ı Hak insanı yarattığında makamını sabit bırakmayıp en aşağılardan en yükseklere kadar iniş ve çıkışlara müsait kabiliyetlerle donatmıştır.

Bu değişik kabiliyetler ve donanımın yanında insanın ne olmasına ilâveten nerede olduğu, hangi konumda olduğu, neyi hedeflediği ve nereye yönlendiği çok daha önemli hale gelmiştir. Konumdaki, makam ve mevkideki ya da hedefteki her bir değişiklik insanın değerini ya da icraatını katlamalı olarak aşağı indirmede ya da yukarı çıkarmaktadır.

İnsanlar bu cihetle harflere ve rakamlara benzer. Hatırlanacağı üzere, Risâle-i Nur’da mânâ-yı ismî ve mânâ-yı harfî kavramları kullanılır. Okuma yazma bilmeyenler için harfler ya da rakamlar sadece birer şekil yığınları iken, gerçekte aldıkları konumlarla ve dizilişlerle en aşağılardan en yukarılara kadar mânâlar kazanır. Sınırlı sayıdaki rakamlarla kâinatın zerreleri ya da zamanın saniyeleri tahminî de olsa söylenebilir. Yine sınırlı sayıdaki harflerle şaheserler telif edilir. Kur’ân’ın “Eğer Rabbimin sözlerini yazmak için deniz mürekkep olsa, Rabbimin sözleri tükenmeden önce, deniz muhakkak tükenecekti, bir mislini daha yardımcı getirsek bile” ifadesiyle harflere denizler dayanmaz.

Harfler ifade için nasıl sınırsız kullanım şekline giriyorsa rakamlar da miktar ve kıymet olarak aynı şekilde büyük farklılıklar gösterir. Harfler ve rakamlar şimdiki tâbirle sözel ve sayısal olarak kâinatın ve insanın birer ifadesidir. İhlâs Risâlesi’nden hatırlanacağı üzere: “Evet, üç elif ittihad etmezse, üç kıymeti var. Sırr-ı adediyet ile ittihad etse, yüz on bir kıymet alır. Dört kere dört ayrı ayrı olsa, on altı kıymeti var. Eğer sırr-ı uhuvvet ve ittihad-ı maksat ve ittifak-ı vazife ile tevafuk edip bir çizgi üstünde omuz omuza verseler, o vakit dört bin dört yüz kırk dört kuvvetinde ve kıymetinde olduğu gibi, hakikî sırr-ı ihlâs ile, on altı fedakâr kardeşlerin kıymet ve kuvvet-i mâneviyesi dört binden geçtiğine, pek çok vukuât-ı tarihiye şehadet eder” ifadesi de sayılarla insanlar arasındaki kuvvetli irtibata dikkat çeker.

Burada dikkat çeken diğer önemli bir husus da, birinci misâlde “üç adet bir” denilmeyip “üç elif” denilmesidir. Yani burada rakamların sinerjisine bir de harflerin sinerjisi eklenmektedir. Elde edilen kuvvet, hâsıl olan netice mânevî hizmetlerdeki “kerametkârâne muvaffakiyet” seviyesine çıkıyor.

İhlâs Risâlesi’nden iktibas ettiğimiz kısmın sonunda “pek çok vukuât-ı tarihiye şehadet eder” ifadesi geçmektedir. Gerçekten tarih bunların sayısız misâlleri ile doludur. Burada rakamların benzemesi dolayısıyla önemli bir tevafuk olan Mısır’ın fethiyle ilgili hadiseyi aktarmak istiyorum: Tarih kitaplarında da geçtiği gibi Amr ibn-ül As, Doğu Roma orduları karşısında başarı sağlayamayınca Hz. Ömer’den yardım istemiştir. Hz. Ömer gönderdiği küçük bir orduya ilaveten dört kişi daha gönderiyordu ve mektubunda tavsiyelerine ilaveten de bu kişilerin özelliklerini sayıyordu: “Sana yardım için, dört Müslümanı yolluyorum! Çünkü onların her biri, bin askere bedeldir. Haydi, Allah yardımcınız olsun.”

Burada önemli nokta harflerin ve sayıların maksat ve vazifede ittifak ve ittihadı ve omuz omuza gelebilmesi yani ihlastır. Yine omuz omuza gelenlerin sayıların dizilişinde olduğu gibi, hangi basamakta olması gerektiği, yöneticinin en uygun basamağı tesbit etmesi; yönetilenin de basamaklar arasında fazilet farkı olmadığını idrak ederek basamağına kanaat etmesi gerekmektedir. Aksi takdirde yüz on bir yerine Roma rakamlarındaki gibi üç değerinde olur.

Neden rakamlardaki gibi büyük bir değer ya da harflerdeki gibi güçlü bir ifade olmak gerektiği aslında çok açık. İnsan âciz bir varlık olmakla birlikte önünde ibadet ve tefekkür açısından arza halife olmak için istidadını nemalandırmak gibi muazzam bir vazife ile mükelleftir. Topluma karşı vazifeleri açısından da, Risâle-i Nur’da bahsedildiği gibi “bizler gayet az ve zaif” ifadesiyle hakkın ve hakikatın taliplileri, fedakârlık gösteren ve feragat edenler genellikle hep azdan çoğa doğru bir trend izlemişlerdir. Misâldeki Hz. Ömer (ra), vaktiyle Peygamberimizin (asm) etrafında bir avuç sahabeden birisi iken, ihlâs ve imanları sayesinde Mısır’a ordu gönderecek seviyeye çıkmışlardır. Gerçekte Mısır’a gönderecek güçlü bir ordusu yoktu. Dünyanın en güçlü devletinin hâkim olduğu, İstanbul’dan sonra dünyanın ikinci büyük şehri olan İskenderiye’yi fethedecek sayı ve rakama sahip değillerdi. Bu sebeple, her biri bin kişi değerinde olan kişilere ihtiyacı vardı. Herkes rakamına göre savaştı. Roma ve rakamları kaybetti.

24.10.2007

E-Posta: [email protected]


 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri


Önceki Yazıları

  (07.10.2007) - Tankını satan bilge

  (30.09.2007) - Yeni bir soğuk savaş

  (22.09.2007) - Adım adım hürriyet

  (09.09.2007) - Rahmet ve Kyoto

  (30.08.2007) - İşbölümü ve ihlâs

  (14.08.2007) - Sivil ve asker

  (12.02.2007) - Asabîlik

  (03.02.2007) - Hamiyet ve taassup

  (25.01.2007) - Sistemin suçu

  (18.01.2007) - Kayyûm ve devlet

 

Bütün yazılar

YAZARLAR

  Abdil YILDIRIM

  Abdurrahman ŞEN

  Ali FERŞADOĞLU

  Ali OKTAY

  Cevat ÇAKIR

  Cevher İLHAN

  Davut ŞAHİN

  Faruk ÇAKIR

  Gökçe OK

  Habib FİDAN

  Hakan YALMAN

  Halil USLU

  Hasan GÜNEŞ

  Hasan YÜKSELTEN

  Hülya KARTAL

  Hüseyin EREN

  Hüseyin GÜLTEKİN

  Hüseyin YILMAZ

  Kazım GÜLEÇYÜZ

  Kemal BENEK

  M. Ali KAYA

  M. Latif SALİHOĞLU

  Mahmut NEDİM

  Mehmet KAPLAN

  Mehmet KARA

  Meryem TORTUK

  Mikail YAPRAK

  Murat ÇETİN

  Murat ÇİFTKAYA

  Mustafa ÖZCAN

  Nejat EREN

  Nimetullah AKAY

  Raşit YÜCEL

  S. Bahattin YAŞAR

  Saadet Bayri FİDAN

  Sami CEBECİ

  Sena DEMİR

  Serdar MURAT

  Suna DURMAZ

  Süleyman KÖSMENE

  Vehbi HORASANLI

  Yasemin GÜLEÇYÜZ

  Yasemin Uçal ABDULLAH

  Yeni Asyadan Size

  Zafer AKGÜL

  Zeynep GÜVENÇ

  İslam YAŞAR

  İsmail BERK

  Şaban DÖĞEN

  Şükrü BULUT


 Son Dakika Haberleri