Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 03 Kasım 2007

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Lahika

ÂYET-İ KERİME MEÂLİ

İkisine o ap açık kitabı verdik. Ve onlara dos doğru yolu gösterdik. Daha sonra gelenler arasında ikisine de güzel bir nâm nasip ettik.

Saffât Sûresi: 117-118-119

03.11.2007


HADİS-İ ŞERİF MEÂLİ

Günahların çoğaldığında insanlara bol bol su dağıt ki, fırtınalı bir rüzgârda ağaçlardan yaprakların döküldüğü gibi günahların dökülsün.

Câmiü's-Sağîr, c: 1, no: 467

03.11.2007


Irkçılık büyük bir tehlikedir

Reis-i Cumhura ve Başvekile,

Kabir kapısında ve seksen küsur yaşında, birkaç hastalıkla hasta bulunan ve ölüme kendini yakın gören bir bîçare garip ihtiyar der ki:

Size iki hakikati beyan ediyorum:

Evvelâ: Sizlerin Pakistan ve Irak’la gayet muvaffakiyetkârâne ittifakını, bu millete kemâl-i samimiyetle, sürûr ve ferah ile kazanmanızı bütün ruh-u canımızla tebrik ediyoruz. Bu ittifakınızı, inşaallah 400 milyon İslâmın sulh-u umumiyesine ve selâmet-i âmmenin teminine kat’î bir mukaddeme olarak ruhumda hissettim. Ve namaz tesbihatındaki kuvvetli bir ihtar ile bunu size yazmaya mecbur kaldım. Otuz kırk seneden beri dünyayı ve siyaseti terk ettiğim halde, şiddetli bir alâka ile bu ihtar-ı kalbînin sebebi: Elli seneden beri imanı kurtarmak için gayet kısa bir yolu bulan ve Kur’ân’ın bu zamanda bir mucize-i mâneviyesi olan Risale-i Nur’un Arabistan ve Pakistan’da her yerden daha ziyade tesiratı olduğu ve makbul olması, hattâ aldığımız habere göre, mahkemece tesbit edilen miktarın üç misli Risale-i Nur’un talebelerinin o havalide bulunmalarıdır. Bu sır için âhir hayatımda kabir kapısında bu netice-i azîmeyi görmek ve beyan etmeye ruhen mecbur oldum.

Saniyen: Irkçılık fikri, Emevîler zamanında büyük bir tehlike verdiği ve hürriyetin başında “kulüpler” suretinde büyük zararı görülmesi ve Birinci Harb-i Umumîde yine ırkçılığın istimaliyle mübarek kardeş Arapların mücahid Türklere karşı zararı görüldüğü gibi, şimdi de uhuvvet-i İslâmiyeye karşı istimal edilebilir ve istirahat-i umumiye düşmanları gizli dinsizler, yine o ırkçılıkla büyük zarar vermeye çalıştıklarına emareler görünüyor. Halbuki, menfî hareketle başkasının zararıyla beslenmek ırkçılığın seciye-i fıtrîsi olduğu halde, evvelâ başta Türk milleti dünyanın her tarafında Müslüman olduğundan onların ırkçılıkları İslâmiyetle mezc olmuş, kabil-i tefrik değil. Türk, Müslüman demektir. Hattâ Müslüman olmayan kısmı, Türklükten de çıkmışlar. Türk gibi Araplarda da Araplık ve Arap milliyeti İslâmiyetle mezcolmuş ve olmak lâzımdır. Hakikî milliyetleri İslâmiyettir. O kâfidir. Irkçılık, bütün bütün bir tehlike-i azîmdir.

Sizin bu defaki Irak ve Pakistan’la pek kıymettar ittifakınız, inşaallah bu tehlikeli ırkçılığın zararını def edecek ve dört beş milyon ırkçıların yerine, 400 milyon kardeş Müslümanları ve 800 milyon sulh ve müsalemet-i umumiyeye şiddetle muhtaç Hıristiyan ve sâir dinler sahiplerinin dostluklarını bu vatan milletine kazandırmaya tam bir vesile olacağına ruhuma kanaat geldiğinden, size beyan ediyorum.

Emirdağ Lâhikası, s. 437

Lügatçe:

sulh-u umumiye: Genel barış.

selâmet-i âmme: Genelin selâmeti, esenliği, huzur ve rahatı.

mukaddeme: Başlangıç.

mucize-i mâneviye: Manevî mucize.

netice-i azîme: Büyük netice.

uhuvvet-i İslâmiye: İslam kardeşliği.

seciye-i fıtrî: Yaratılıştan var olan özellikler.

mezc: Karışma, kaynaşma, birleşme.

kabil-i tefrik: Ayrılmaya kabiliyetli, ayrılması mümkün.

tehlike-i azîm: Büyük tehlike.

müsalemet-i umumiye: Umumun selameti, genel barış.

Bediüzzaman Said NURSÎ

03.11.2007


Altın oranda okunan

“Altın Oran’ın, sayısız canlının, cansızın şeklinde ve yapısında bulunan özel bir oran olduğuna dikkati çeken Çukurova Üniversitesi Öğretim Üyesi Matematik Profesörü Fikri Akdeniz, ‘Altın Oran, tabiatta bir bütünün parçaları arasında gözlemlenen, yüzyıllarca sanat ve mimaride uygulanmış, uyum açısından en yetkin boyutları verdiği sanılan geometrik ve sayısal bir orandır’ dedi.

“Akdeniz, Altın Oran’ın tabiattaki en belirgin örneklerine insan vücudunda, deniz kabuklularında ve ağaç dallarında rastlandığını, eski Yunanlar ve Mısırlılar tarafından keşfedildiğini, mimaride ve sanatta kullanıldığını ifade ederek, ‘Altın Oran göze hoş gelen bir oran, yani güzelliktir, güzellik ise her yerde hoş karşılanan bir misafirdir’ dedi.”

Prof. Fikri Akdeniz’in “Altın Oran, göze hoş gelen bir oran, yani güzelliktir” sözü, mârifetullah (Allah’ı tanıma) açısından önemli ipuçları taşıyor.

Oran ve güzellik, aslında birbirini tamamlayan iki mânâ.

Oranın olduğu yerde güzellik de vardır. Yaratıcı böyle koymuş kanununu.

Orandan âhenk, âhenkten de güzellik hâsıl olur.

Sanat ve mimarinin temelinde de bu mânâ yatar. Bütün hesaplamalar, çizimler, ölçüler, oranlar hep o âhengi, güzelliği yakalamak ve görenlerin sanat zevklerini okşamak adınadır.

Estetik, yaratılışta var olan ve insanoğlunun tabiatına da konmuş bir özellik.

İşte bu estetik ve sanat arzusuyladır ki, insanoğlu ortaya koyduğu eserleri, hep belli bir ölçü ve oran ile yapmak istemiştir.

Aslında insanoğlunun yaratılışında var olan bu özellik, Yaratıcı’nın kendi güzel sıfatlarının yansımasından başka birşey de değildir.

Altın Oran’a biraz da bu gözle bakmak gerek...

Bu yönüyle, Altı Oran, Zâtında Güzel Olan Yaratıcının, kendi güzelliğini hem bizzat kendisinin, hem de başkalarının gözüyle görmek istemesinden kaynaklanan bir tecellî olsa gerek. Bediüzzaman, bu mânâyı, “Her cemâl ve kemâl sahibi, kendi cemâl ve kemâlini görmek ve göstermek ister” kaidesiyle ifade eder.

İşte, Yaratıcı’nın, bu güzel ve sanatlı yapmak arzusudur ki, varlık âleminde Altın Oran’ı netice vermiştir.

Öyleyse, ‘Altın Oran’ da, tıpkı kâinattaki tüm diğer oranlar gibi, Allah’ın Mukaddir, Munazzım, Musavvir isimlerini okutan ölçülerden.

İsmail TEZER

03.11.2007


Her insanın tenkid edilebilecek bir tarafı mutlaka vardır

Hatasız kul olmaz

Kabul etmek gerekir ki, insanın olduğu yerde hatalar da mümkündür. İnsanları hatasız kabul etmek ve ona uygun davranışlar geliştirmek pek de sağlıklı değildir. “Hatasız kul olmaz” sözü yaşanan bir gerçeğe işaret etmektedir. İnsanlar arası ilişkilerde bu ölçünün dikkate alınması, daha sağlıklı ve sağlam ilişkiler geliştirilmesinde oldukça önem arz edecektir.

İnsanların her birinin güçlü tarafları var olduğu gibi, yine insanların her birinin zayıf tarafları da vardır. Böyle bir ölçüyle yapılacak yaklaşımlar daha sağlıklı sonuçlara ulaşılmasını netice verecektir.

İnsanlar arası ilişkilerde zaman zaman yaşanan hayal kırıklıklarının, şaşkınlıkların, hatta düşmanlıkların altında insanları yanlış değerlendirme algısı bulunmaktadır.

Hüsn-ü zan; adem-i itimat

İnsanlarla ilişkilerimizde çoğu kez ölçüyü kaçırmaktayız.

Ölçüsü kaçmış muhabbet de, ölçüsü kaçmış düşmanlık da neticede insanlar arası ilişkilerde vahim sonuçlar doğuruyor.

Burada ölçü, dostluğun da düşmanlığın da bir seviyesinin belirlenmesidir. Bugün dost olunan bir insanla öyle ilişkiler içerisinde ol ki, mümkündür ki bu kişi yarın senin düşmanın olabilir; yine bu gün düşmanın olan bir insana karşı, öyle ölçülü ilişkiler içerisinde ol ki, yarın bu kişi senin dostun olabilir.

Oysa insan, içinin ısındığı, elektriğinin uyuştuğu ve iyi ilişkiler içerisinde olduğu ve birkaç da doğru davranışlarına şahit olduğu insanlara karşı hemen, ‘adem-i itimat’ kaidesini unutuveriyor.

Yani her zaman insana karşı mutlak güven diye bir kaidenin olmadığını, açık bir güvensizlik kapısının bulunduğunu göz ardı etmemek gerekir. Yani buna içinde ‘acaba’ bulunan bir hüsn-ü zan demek daha doğrudur. Onun için de özellikle çok sevdiğimiz insanlarla, yakın akrabalarla olan ticarî ilişkilerin sonucunda çoğu kez hayal kırıklıkları dikkat çekiyor. Ölçüsü kaçmış muhabbetler, ‘açık kapı bırakılmamış’ güvenler beraberinde sarsıcı tokatları da taşıyor. Dolayısıyla bir zamanlar aşırı sevgi beslenen insanlara karşı, başka bir zaman aşırı tenkidler gerçekleştiriliyor.

Onun için insanlar arası ilişkilerde yine peygamberî ölçüyü, hüsn-ü zan adem-i itimatı hayatımıza taşımak zorundayız.

Dostlarla olan alış verişlerin kuralı:

Eşeğini sağlam kazığa bağlamak

Yıllar önce çok yakın dost, bir alış verişimizde borç ödeme planı için senet imzalattığında önce biraz şaşırmıştım. “Böyle dostluk olur mu?” diye iç konuşmalar bile yapmıştım. Ama sonra yaşanan pek çok yakın akraba alış verişlerindeki ortaya çıkmış sonuçlarda gördük ki, her işin bir kuralı olduğu gibi, ticarette de, ticaretin kuralını işletmek oldukça sağlıklı ve sünnete uygun bir tarz.

Onun için, kimsenin ne diyeceğine bakmadan, ‘adem-i itimadı’ dikkate alarak, özellikle de alış verişlerde şer’î kural neyi gerektiriyorsa, onun şartlarını yerine getirmeyi, yani alış-verişi; borç ve alacağı senet altına alma gibi adımları rahatlıkla atmak gerekmektedir. Bu tavır dostluğun ve kardeşliğin zedelenmemesi için oldukça gereklidir.

Ayrıca aramızda bir alış-veriş olmamış, kendisiyle bir yolculuğumuz olmamış, birbirini yeterince tanıyacak ilişkiler bulunmamış bir insan hakkında, menfî veya müsbet yorum yapmak, sağlıklı bir sonuç içermeyecektir. Dolayısıyla böyle bir insanla müsbet veya menfî sonuçlar taşıyacak adımlar atmak isabetli olmayacaktır.

Adem-i itimadın yaşı yoktur

Yakından tanımadığımız, ama hakkında abartılmış olarak bolca övgüler duyduğumuz, bundan dolayı da hüsn-ü zan ettiğimiz pek çok insan, biraz yakından tanındığında, o kişiyle biraz insânî ilişkiler içerisine girildiğinde, onun hakkında haddi aşan bir hüsn-ü zan taşındığından, o kişideki küçücük hatalar bile gözümüzde çok büyük bir hata imiş gibi algılanmaya ve değerlendirilmeye başlanmaktadır. Hatta sâir insanlara tanıdığımız toleransı o insan için kullanmayız. Belki de başkaları için normal kabul ettiğimiz davranışları onun için anormal kabul ederiz. Bu durum aslında o kişiye ciddî anlamda yük yüklemek olmaktadır. Evet, belki konumu güzel, seçkin ve olgun davranışlar gerektiriyordur, ancak bunu göremediğimizde de, karşılaştığımız şeyin bir insânî hal olduğunu hatırlamak ve ona göre adım atmak gerekmektedir.

İnsan her yaşta hata yapabilir

Yaşla birlikte insanın bir takım davranışlarında olgunluk, tutarlılık, samimiyet, dürüstlük gibi sonuçlar daha çok beklenmektedir. Ancak bu her zaman böyle değildir. Genç yaşlarda olgun davranışlar görülebileceği gibi, ileri yaşlarda da yaşına uygun düşmeyen davranışlar görülebilir.

Orta yaşların üstüne çıkmış insanlarda bile zaman zaman hırs, kin, dargınlık, küskünlük, yalan, faiz gibi dinimizin de yasakladığı bazı çirkin tavırlarla karşılaşmak mümkündür. Bu aslında bizim arzu etmediğimiz, görmek istemediğimiz tutumlardır, ancak bizim arzumuz, davranışın olmamasına sebep değildir. Böyle durumlarda da yapmamız gereken kişi hakkındaki bu olumsuzluğu yaymak değil, onu bir şekilde tamir etmek/etmeye çalışmak olmalıdır.

Netice itibariyle, hüsn-ü zan adem-i itimadın her yaşta dikkate alınması ve her işin kuralına uygun yapılması; hem dinin, hem de o işin bir gereği olarak dikkate alınmalıdır.

Bu kaide dikkate alınmadan atılmış adımlar sonucu oluşmuş mağduriyetlerde de faturayı sadece muhataba yazmak değil, en az onun kadar bu durumun oluşmasında etken olan kişinin kendisine de yazması, bir hakkaniyet yansıması olacaktır. Yani başa gelen musibetlerde kaderin bir hissesi olduğu gibi, mağdur olan kişinin de şer’î kuralı dikkate almaması sonucu bir menfî katkısı söz konusu olabilir.

Evet, tekrar edelim ki, her insanın alkışlanabilecek bir tarafı mutlaka var olduğu gibi; yine her insanın tenkid edilecek bir tarafı da mutlaka vardır. Ama biz hayatı yaşarken mutlu olmak ve mutlu etmek için insanların daha çok ‘alkışlanabilecek’ taraflarına bakmalı ve onları büyütmeliyiz.

S. Bahattin YAŞAR

03.11.2007

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

 Son Dakika Haberleri