Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 05 Kasım 2007

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Hakan YALMAN

Yaprak dökümü



Demokrasi bir yönetim şekli olmaktan öte bir hayat tarzı olarak ele alınmadıkça günlük hayata yansıması çok zorlaşıyor. Bu hayat tarzına toplumun her kesimi gibi dindar insanların da ihtiyacı var. Demokratik yaklaşımın ferdi planda hayata taşıdığı en önemli farklılık, karşı tarafa hata yapma hakkı tanımak olmalı. Aynen Âlemlerin Rabbi’nin her birimize tanıdığı gibi. Ancak insanda yansıması gereken bu özellik yerine çoğunlukla tahammülsüzlük ve her hatada kesip atmak gibi yaklaşımlar ön plana çıkıyor.

Bu hal özellikle dindar ailelerin kendi evlâtlarına karşı tavrı olarak öne çıkıyor ve çocuklarının yanlışa sapmasını istemezken iyice yanlışa sürüklüyorlar. Dindar aile sendromu diyebileceğimiz sayıda çok ailede gözlenen bir problem, ailelerin dini hassasiyetinden dolayı dinde sapmaları olan çocuklarını dışlamaları ya da aşırı sert uyarıları sebebiyle çocuklarını daha fazla yanlışa sürüklemeleri. Garip bir şekilde evlâtlarının içinde bulunmasını istemedikleri olumsuz hale kendi elleri ile sürüklemeleri. Sosyal hayatta karşılaştığımız ateist ve dine karşı düşmanca ya da küskünlük tavrı içinde olan pek çok insanın dindar bir aileden gelen ve dindar babalarına düşmanlıktan dolayı bu ruh haline girmiş fertler olması dikkat edilmesi gereken bir durum.

Hataya düşen evlâdının koluna girip doğruya yöneltmek ve diyaloglarını arttırarak istikameti bulmasına yardım etmek yerine evlâtlıktan reddeden baba, nefsî hareket etmiş ve yavrusunu elleri ile yanlışa sürüklemiş oluyor. Çözüme yönelik olmayan ve sadece nefsi rahatlatan yaklaşımlar kendi öz evladı ile çatışmalar ve sevgisiz bir toplum şeklinde Rabb-i Rahim tarafından cezalandırılıyor. Toplumdaki pek çok çatışmanın temelinde anlamamak dinlememek ve yanlışa karşı tahammülsüzlük ve yanlışı ortadan kaldırıcı soğukkanlı tepkiler yerine hissi ve fevri tepkilerden kaynaklanıyor.

Genellikle doğru olmak ya da yanlış olmak zemininde yürütülen iletişim, paylaşımları çok azaltıyor. Çoğu zaman aileden başlayıp siyasî eğilimlere kadar uzanan bir alanda bütün hadise haklı olmak ya da olmamak ekseninde gelişiyor. Oysa bu dünya ve sahip olduğumuz özellikler haklılık noktasında hep problemli olacak bir tarzda yaratılmıştır. Bu da imtihan için zemin oluşturan faktörlerden biri olmalıdır. Vahye dayanan bilgiler dışında, bilimin verileri de dahil olmak üzere hiçbir bilginin mutlak doğruluğundan bahsetmek mümkün değildir. O halde kulun vazifesi doğru olmak ya da haklı olmak değil samimiyetle hakkın ve doğrunun arayışı içinde olmaktır. Bu arayış esnasında samimiyetini tamamlayacak duygu muhabbet ve kucaklayıcı bir yaklaşım içinde doğru olduğuna inandıklarını anlatmak ve kabul ettirmek yerine paylaşmak ve geri kalanını Kalpleri Çeviren Âlemlerin Rabbi’ne bırakmak olmalıdır.

Her zaman hayatımızın merkezinde yer alması gereken muhabbet zaman zaman vehimler ve olmadık varsayımlarla zarar görmektedir. Hayat olabildiğince olumluluklar üzerine bina edilmelidir. Fert kabul etmediği şeyi, tarafsızlık adına ve ön yargısız olmak için, kabul ediyor gibi düşünse veya kendi doğrularını bir tarafa bırakıp olaya karşı fikir noktasından baksa bu zamanla iç âleminde ve şuur altında karşı taraf tezin kabul edildiği, ona taraftar olunan bir hale dönüşebilecektir. Aslında ideal bir kulluk hayatında tarafsızlık değil hakka taraftarlık esas olmalıdır. Hakkın ölçüleri içinde doğru kabul edip taraftar olduğu inançları yalnızca tarafsız ve objektif olmak adına bir tarafa bıraktığında elde doğru ve yanlışı birbirinden ayırt edecek hiçbir ölçü kalmayacaktır. Üstelik böyle durumlarda genel olarak öne konan teklif kendi inandıklarını bir kenara bırakarak bir de bu şekilde inanıyormuş gibi düşünmek şeklinde olduğundan zamanla tarafında olunan olumsuz düşünceler bir inanca dönüşme riskini hep taşımaktadır. Sadece tarafsız olmak adına düşmanının ya da şeytanın sinsice kalbine attığı mânâların savunuculuğunu yapmak, onların doğru olup kendi inandıklarının yanlış olduğu tezinden hareketle olayları değerlendirmek zaman içinde ferdin doğruluk algılarını değiştirme ve iç âleminde karşı tarafın doğrularının yerleşmesi gibi bir sonuç doğurabilir.

Her insanın hayata bakışı geçmiş ömrünün âleminde oluşturduğu doğrular çerçevesinde şekillenmektedir. Bu doğrular iç dünyanın ve dış dünyanın karşılıklı olarak etkileşmesinden, vahyin ve âlemde işleyen fıtrî kuralların ahenkle uyumundan sonra ortaya çıkması gereken kabullerdir. Fert, ön planda anne ve babanın çocuğu olmakla birlikte, önemli ölçüde de zamanın çocuğudur. Kabuller, tasdikler, inançlar çoğunlukla uzun zamana yayılmış her seferinde aklın süzgecinden geçmiş ve ferdin ve toplumun genel yapısının oluşturduğu kabullerle de şekillenmiş yapının ürünüdürler. Bu sebeple bir kenara çabukça bırakılabilmeleri ve karşı fikrin ortaya koydukları esas alınarak bir düşünce şekli oluşturmak pek de mümkün değildir. Doğruyu ve yanlışı ayırt edebilmek için bunları tartabilecek bir doğrular ve yanlışlar manzumesi şeklinde kabullerin ve tasdiklerin oluşturduğu alt yapı bulunmalıdır. Aksi takdirde, herhangi bir hükmün akılda tartılıp tasdik edilebilir olduğu anlaşıldıktan sonra kalbde tasdike dönüştürülebilmesi için elde hiç bir kriter bulunmazdı.

Bu durumda kişinin neyi esas alarak doğru ya da yanlış hükmünü vereceği konusu havada kalırdı. Burada önemli bir unsur da vicdanın sesi ve zaman zaman sezgilerin yönlendirmesi olmalıdır. Vicdan gerçekten güvenilir bir hakem ve onunla irtibatlı şekilde kulak verilen sezgiler çoğu zaman çıkış yolu sunmak açısından çok etkilidirler. Belki de yapılması gereken asıl şey, kendi doğrularını ve uzun zaman içinde yerleşmiş inançlarını bir tarafa bırakmak değil ancak kabullerini ve inançlarını önüne çıkan yeni durumlara ve farklı bilgilere göre sorgulamaya açık olmaktır. Bu kendi doğrularını tamamen terk edip karşı taraf gibi düşünerek yapılamaz. Böyle yapıldığında karşı tarafın sunduklarını vuracak bir mihenk elde kalmaz.

Muhabbet fedailiği önce ailede ve en yakınımızdan başlamalıdır. Zaman zaman yakınlıktan dolayı en uç noktada olanlara gösterdiğimiz toleransı kendi yakınlarımızdan esirgiyoruz. Sosyal psikoloji aşısından değerlendirildiğinde aile içi çatışmalar ve yaprak dökümleri, büyüklerin yanlışa düşen evlâtlarına daha yakınlaşmak yerine onları evden kovmalarından ve şeytanın kucağına atmalarından kaynaklanıyor.

05.11.2007

E-Posta: [email protected]


 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri


Önceki Yazıları

  (22.10.2007) - Hayırlı olsun

  (08.10.2007) - Gölcük ve tevhid modeli

  (01.10.2007) - Kültürler arası köprüler

  (24.09.2007) - Oruçla kazanılan dünya

  (17.09.2007) - Ramazan ve birlik ruhu

  (10.09.2007) - İnsanlığın yolunu aydınlatan nur

  (03.09.2007) - Varlığın gerçek anlamı

  (20.08.2007) - Cumhuriyet, cumhur ve başkanı

  (06.08.2007) - Kader algısı ve insanlığın geleceği

  (30.07.2007) - Muhabbet fedailiği

 

Bütün yazılar

YAZARLAR

  Abdil YILDIRIM

  Abdurrahman ŞEN

  Ali FERŞADOĞLU

  Ali OKTAY

  Cevat ÇAKIR

  Cevher İLHAN

  Davut ŞAHİN

  Faruk ÇAKIR

  Gökçe OK

  Habib FİDAN

  Hakan YALMAN

  Halil USLU

  Hasan GÜNEŞ

  Hasan YÜKSELTEN

  Hülya KARTAL

  Hüseyin EREN

  Hüseyin GÜLTEKİN

  Hüseyin YILMAZ

  Kazım GÜLEÇYÜZ

  Kemal BENEK

  M. Ali KAYA

  M. Latif SALİHOĞLU

  Mahmut NEDİM

  Mehmet KAPLAN

  Mehmet KARA

  Meryem TORTUK

  Mikail YAPRAK

  Murat ÇETİN

  Murat ÇİFTKAYA

  Mustafa ÖZCAN

  Nejat EREN

  Nimetullah AKAY

  Raşit YÜCEL

  S. Bahattin YAŞAR

  Saadet Bayri FİDAN

  Sami CEBECİ

  Sena DEMİR

  Serdar MURAT

  Suna DURMAZ

  Süleyman KÖSMENE

  Vehbi HORASANLI

  Yasemin GÜLEÇYÜZ

  Yasemin Uçal ABDULLAH

  Yeni Asyadan Size

  Zafer AKGÜL

  Zeynep GÜVENÇ

  İslam YAŞAR

  İsmail BERK

  Şaban DÖĞEN

  Şükrü BULUT


 Son Dakika Haberleri