Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 11 Kasım 2007

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Hüseyin GÜLTEKİN

Meşrepler farklı da olsa, aynı dâvâ etrafında kenetlenmek



Hoşgörüde, affetmede, müsamahalı davranmada biraz cimri, biraz muktesit mi oluyoruz bilemiyorum. Sevgi ve muhabbetli yaklaşımlarımızda bir eksiklik mi var acaba? “Muhabbet fedaisi” olabilme ideâlimizden sapmalarımız mı oluyor bilemiyorum...

Çoğu zaman bize benzeyen insanları tercih ediyoruz. Huyu huyumuza benzeyen, mizacı mizacımızla örtüşen, meşrebi meşrebimize yakın insanları seviyoruz. Hep onlarla teşrik-i mesâi yapmayı arzuluyoruz.

Bize benzemeyen, bizim gibi düşünmeyen, değişik meşrebi, mizacı olan insanların ne kadar takdire şayan, ne derece gıpta edilecek kabiliyetleri, tutum ve davranışları da olsa çoğu zaman yanımızda bir kıymeti, bir değeri olmuyor.

Bu bencil, bu yanlış yaklaşım ve tutumlarımızın tabiî bir sonucu olarak yalnız, dostsuz kalıyoruz; çevremizde eğriye eğri, doğruya doğru diyebilecek basireti ve cesareti gösteremeyen, bize benzeyen sınırlı sayıdaki insanlar kalıyor.

Hele bir de işin içine nefis ve hevâmız, tehevvür ve öfkemiz girince, işler iyice çığrından çıkıyor, yakıp yıkıyoruz. Etrafımızdaki insanlar en yakın dostlarımız da olsa kırıp dökmekten çekinmiyoruz.

Halbuki hak ve hakikat bunu mu istiyor? Yüce dinimizin emir ve tavsiyeleri böyle davranmamızı hoş görüyor mu? “O takva sahipleri ki öfkelerini yutanlar, başkasının kusurlarını affedenlerdir” kelâm-ı İlâhî’sini dikkatlice tefekkür etmede fayda var.

Müttakî bir kul olabilmenin yolu, terk-i kebâir ile beraber amel-i salih sahibi olmanın gayretinde olmak ve bir de yukarıda zikrettiğimiz âyette geçtiği gibi “öfkelerimizi dizginlemek” ve “başkalarının kusurlarını affetmek”tir.

Evet bütün mesele, öfkemize kapılmadan, his ve hevesimize takılmadan, nefis ve hevamıza uymadan, birbirimize sevgi ve muhabbetle yaklaşmak, hoşgörü ve müsamaha ile muâmelede bulunabilmek...

Kudsî bir dâvâyı dâvâ edinen, ulvî bir dâvâya baş koyan insanlar için böyle olmaktan başka bir çare, bu şekilde yapıcı ve tamir edici alışkanlıklara sahip olmaktan başka bir yol görünmüyor.

Hata ve kusurlara karşı gözlerimizi, kulaklarımızı kapatabilmek... İncitici, kırıcı söz ve davranışlardan uzak durmak... Rencide edici, kem söz ve hareketleri sineye çekebilme olgunluğunu gösterebilmek... Kırmamak, kırılmamak... Sabır ve tahammülü şiâr edinmek... Böyle olmak, böyle olabilmenin gayretinde olmak, hem şahsımıza, hem de mensubu bulunduğumuz kudsî hizmetlerimize çok şeyler kazandırır.

Efendimiz (asm) böyle yapmış. İnsanlara öyle davranmış. Kur’ân, nasıl emir ve tavsiye etmiş ise, insanlara öyle muâmelede bulunmuş.

O (asm), cesaret ve şecaat timsâli amcası Hz. Hamza’yı katleden Vahşi’nin pişmanlığını, nedametini sabırla dinleyerek, onu affettiğini beyan ederek, bu yaklaşımı sayesinde onun sahabe saflarına girmesine, hidayetine sebep olmuş.

O, mescide bevledecek kadar âmî ve gabî olan bir insanın, bu hareketine nazar-ı müsâmahâ ile bakarak, ona hoşgörü ve sevgiyle yaklaşarak, din-i mübine iyice ısınmasını sağlamış.

Yine o (asm), hiç çekinmeden, korkmadan kendisinin huzuruna gelerek zina yapmak istediğini söyleyen, bunun için kendisine izin verilmesini talep eden bir insanı, kızmadan, sabırla dinleme nezaketini gösterdikten sonra, onun anlayacağı bir lisanla gerekli cevabı vererek, hemencecik o anda bu çirkin işten vazgeçmesini sağlamış.

Evet işte böyle... Dini ve dinin güzelliklerini neşir ve tebliğ ile vazifeli olanlara Resûlullah’ın (asm) örnek yaşantısından küçük bir kesit...

Bu meyanda, bu asırda rehber olarak kabullendiğimiz Bediüzzaman’ın hayatına ve uygulamalarına baktığımızda, onun da her konuda olduğu gibi, müsamaha ve hoşgörü gibi konularda da Efendimizin (asm) yaptığını yapmaya çalıştığını ve o istikametteki bir tutum ve davranış içinde bulunduğunu görmekteyiz.

Söz gelimi, onun önemli prensiplerinden ve olmazsa olmazlarından saydığı, “müsbet hareket” diye adlandırdığı düsturun bir gereği olarak, kendi şahsına yönelik bütün taciz, tahkir, tahrik, haksızlık ve hakaretlere hep nazar-ı müsâmahâ ile baktığını ve hatta bunu yapanları affettiğini görüyoruz.

Hasımlarına karşı böyle hep nazar-ı müsamaha ile bakan, onlara hoşgörü içinde muâmelede bulunan Bediüzzaman’ın, yakınlarına ve dostlarına tolerans ve müsâmahânın ötesinde çok sıcak ve kucaklayıcı bir şefkat ve muhabbetle yaklaştığını müşahede ediyoruz.

Bediüzzaman, imanı olan herkesi, hangi cemaatten, hangi mezhepten, hangi meşrepten olursa olsun, hepsini “kardeş” olarak ilân ediyor, onlardan bilerek bilmeyerek sudûr eden bütün kusur ve hatalarına da nazar-ı müsâmahâ ile bakıyor.

Muhabbet ve hoşgörünün bir sembolü olan Bediüzzaman’ın, yakın talebelerine karşı bir anne-babadan, bir nesebî ağabeyden daha çok sevgi ve şefkatle muamelede bulunduğunu görüyoruz.

Onlara hep, “Aziz, sıddık, kahraman, fedakâr, berzah yolunda can yoldaşlarım...” gibi övgü dolu ifadelerle hitap ettiğini, serapa şefkat, muhabbet kokan mektuplarından anlıyoruz.

Bilerek veya bilmeyerek onlardan sudûr eden hata ve kusurlara karşı, hizmetlerimize bir zarar gelmesin diye, uygun bir lisanla ikazını yaptıktan sonra akabinde de tebrik ve taltif ifadeleriyle onları okşar ve şevke getirirdi.

Fıtratın bir gereği olarak, talebelerinin kendi aralarında vukua gelen en küçük bir problem veya anlaşmazlığa talebeler arasındaki uhuvvet ve tesanüde zararı olur mülahazasıyla, hemen müdahalede bulunur “Sakın sakın, münakaşa etmeyiniz, en ufak bir münakaşanın bile hizmetlerimize zararı büyüktür” diyerek ikazda gecikmezdi Bediüzzaman.

Yine böyle durumlarda o büyük insan, “Binlerce haysiyetimi, kardeşler arasındaki uhuvvete feda ederim” diyerek bu hizmetlerde kardeşliğin önemini dile getirirdi. Yine hâdimler arasında bir nazlanma, bir soğukluk hissedince, “Sarfedilen bütün çirkin sözleri kendi üzerime alıyorum, çabuk barışınız” derdi. Yine iki şakirt arasındaki bir münakaşayı işittiğinde, bir tarafı teskin etmek için; “O kardeşimizin bin kusuru da olsa, onun eski hizmetleri onu affettirir” diyerek sükûneti sağlardı.

Bediüzzaman’ın bu ve benzeri tutum ve yaklaşımlarından anlıyoruz ki, çekinmelerin, dargınlıkların, kırgınlıkların olduğu zeminlerde sağlıklı, istikametli, kalıcı hizmetlerin olması mümkün değil. Etkili, kalıcı, gerçekçi bir hizmetin yolu, sevgiden, kardeşlikten, hoşgörüden geçiyor.

Bediüzzaman talebelerine böyle davranmakla, farklı meşrep ve mizaçtaki Nur hadimlerini aynı hizmet havuzunda, aynı gaye ve dâvâ etrafında kenetleyerek yıllarca bu kudsi hizmete hadim eylemiştir. Ne mutlu o hizmet erlerine...

11.11.2007

E-Posta: [email protected]


 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri


Önceki Yazıları

  (04.11.2007) - Tevazu ve mahviyet olmadan olmaz

  (28.10.2007) - Farklı meşrepteki insanların bir arada olması mümkündür

  (21.10.2007) - Para ve kariyer uğruna hebâ edilen değerler

  (14.10.2007) - En etkili tebliğ yolu

  (07.10.2007) - Nurlu eserlere muhatap olmak

  (30.09.2007) - Aslî vazifelerimizi başkalarına havale etme alışkanlığı

  (23.09.2007) - Tesettürde daha duyarlı olmaya ne dersiniz?

  (16.09.2007) - Tesettürdeki yozlaşma

  (09.09.2007) - Siyaset yapmıyoruz

  (02.09.2007) - Yaşantımızda yozlaşma sinyalleri

 

Bütün yazılar

YAZARLAR

  Abdil YILDIRIM

  Abdurrahman ŞEN

  Ali FERŞADOĞLU

  Ali OKTAY

  Cevat ÇAKIR

  Cevher İLHAN

  Davut ŞAHİN

  Faruk ÇAKIR

  Gökçe OK

  Habib FİDAN

  Hakan YALMAN

  Halil USLU

  Hasan GÜNEŞ

  Hasan YÜKSELTEN

  Hülya KARTAL

  Hüseyin EREN

  Hüseyin GÜLTEKİN

  Hüseyin YILMAZ

  Kazım GÜLEÇYÜZ

  Kemal BENEK

  M. Ali KAYA

  M. Latif SALİHOĞLU

  Mahmut NEDİM

  Mehmet KAPLAN

  Mehmet KARA

  Meryem TORTUK

  Mikail YAPRAK

  Murat ÇETİN

  Murat ÇİFTKAYA

  Mustafa ÖZCAN

  Nejat EREN

  Nimetullah AKAY

  Raşit YÜCEL

  S. Bahattin YAŞAR

  Saadet Bayri FİDAN

  Sami CEBECİ

  Sena DEMİR

  Serdar MURAT

  Suna DURMAZ

  Süleyman KÖSMENE

  Vehbi HORASANLI

  Yasemin GÜLEÇYÜZ

  Yasemin Uçal ABDULLAH

  Yeni Asyadan Size

  Zafer AKGÜL

  Zeynep GÜVENÇ

  İslam YAŞAR

  İsmail BERK

  Şaban DÖĞEN

  Şükrü BULUT


 Son Dakika Haberleri