Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 03 Nisan 2008

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Lahika

Âyet-i Kerime Meâli

Melekleri de görürsün ki, Arşın etrafını kuşatmış, Rablerini överek Onu tesbih etmektedirler. Mahlukatın arasında hak ve adaletle hükmolunmuş ve "Hamd, Âlemlerin Rabbi olan Allah’a mahsustur” denilmiştir.

Zümer Sûresi: 75

03.04.2008


Ömer Tuncay: Zübeyir Ağabey, cesaret ve şefkat doluydu

ÖMRÜNÜN büyük çoğunluğunu Risâle-i Nur hizmeti içerisinde geçiren, Zübeyir Ağabeyi bir sabah namazında tanıyan ve bir Ankara-İstanbul seferinde rahatsızlığından dolayı kendisini bir gölge gibi takip eden Ömer Tuncay Ağabey ile gerçekleştirdiğimiz röportajda hayatınıza ışık tutacak hatıraları dinleyeceksiniz. Zübeyir Ağabeyin geçirdiği hayatı daha iyi anlamak ve onu rahmetle yâd etmeye vesile olması için yaptığımız röportajın ayrıntılarıyla sizi başbaşa bırakıyoruz.

*Kısaca kendinizden bahseder misiniz?

Bin dokuz yüz kırk Eskişehir doğumluyum. 1962 yılında İstanbul’da Risâle-i Nur’u tanıdım. 1971’de Medrese-yi Yusufiyeye girdik. 1990 yılında evlendim. Şimdi iki çocuğum var. Ankara’da hizmetlerle ilgileniyoruz.

*Zübeyir Ağabey ile tanışmanız nasıl oldu?

1966’da İncesu’da “96 Apartmanı” yanındaki bir daireyi kiralayarak, Dr. Mehmet Akay, Mustafa Kırış, Muhsin Doğru, Komando Abdullah ve ben beraber kalıyorduk. Bir gün sabah namazı vakti kapı çalındı. Kapıyı açtık. Bayram Yüksel Ağabeyle beraber yanında birisi vardı. O ağabeyin elinde bir kutu kuru pasta vardı. İnce uzun, vakur ve tatlı simalı bu ağabeyi merak etmiştim. Fakat hemen sabah namazına durduk. Bayram Ağabey namazdan sonraki tesbihâtı yapmamı söyledi. Ben tesbihâtı ezberden hızlı hızlı okuyordum. Bayram Ağabey ile beraber gelen ağabey, bana “Keçeli, tesbihatı yavaş yavaş, tane tane oku” dedi.

Tesbihattan sonra Bayram Ağabey, yanındaki ağabeyi tanıttı. O ağabey, Zübeyir Gündüzalp idi. Bu ismi çok duymuştum, fakat yeni görüyordum. Birden heyecanlandım ve Zübeyir Ağabeyin nezdinde Üstad’ı görmüş gibi oldum. Hayatımın en tatlı ve heyecanlı ânı olan Üstadın vârisi Zübeyir Ağabey ile tanışmamız böyle oldu.

Dersten sonra Zübeyir Ağabeyin getirdiği kuru pastadan “ders baklavası” olarak yedik. Bereket sırrıyla bu pastayı uzun zaman sabah dersinden sonra “ders baklavası” olarak yediğimiz halde bitmemişti. (Ömer Tuncay Ağabey, röportaj yapmak için yanımıza geldiğinde, o da Zübeyir Ağabey gibi “kuru pasta” alıp gelmişti. Hikmetini bilmediğimiz sebeplerden dolayı o pastalara da bereket girdi. Biz de birkaç gün hem yedik, hem gelen misafirlere ikram ettik. Ö.E.)

*Zübeyir Ağabeyin ne gibi hususiyetleri vardı?

İktisat düsturlarına azamî derecede riâyet eden bir ağabeydi. Yemek için yaşamaz, yaşamak için yerdi. 1968’de İstanbul’a beraber gitmiştik. Ben o zaman, yedek subay öğrencisiydim. Zübeyir Ağabey de Ankara’da Ulus 27’de kalıyordu. Hasta idi. İstanbul’a gitmek üzere garaja gittik. “Kardeşim, bana üç tane bisküvi al” dedi. Gittim, küçük bisküvi paketlerinden bir tane aldım. O, üç bisküvi istemişti, ama sadece üç bisküvi nereden bulabilirdim ki? Ben de bir paket aldım. İstanbul’a giderken yol üzerinde arabanın mola verdiği yerde iki-üç bardak çay ile sadece üç adet bisküviyi yemişti.

Zübeyir Ağabey, aynı zamanda cesaret, kahramanlık, şefkat, gayret, himmet dolu bir ağabeydi. Çok az uyur, gaflet bastığı zaman yorgun da olsa ceketini alır, dışarıya çıkardı. Gafletten kurtulmak ve vaktini değerlendirmek için, biraz dolaştıktan sonra geri gelirdi.

Daimâ tertemiz giyinir, az yer, Risâle-i Nur prensiplerine uygun hareket ederdi. Zübeyir Ağabeyi, hep Risâle-i Nur okumak veya dinlemekle tefekkür ederken veya Risâle-i Nur hakikatlerini birisine anlatırken görürdüm. Ders yapıldığı bir ortama gireceği vakit, dikkat çekmeden sessizce girer ve boş bulduğu yere otururdu.

Zübeyir Ağabey “Sadakat kelimesinin anlamı kısadır; o, sadakatle anlaşılır” derdi. Üstad Hazretleri, Zübeyir Ağabeyin hiçbir şeye kanmayacağını, hiçbir şeye âlet olmayacağını söylermiş.

Zübeyir Ağabeyin “Yanmayan yakamaz”, “Hakikî fedâinin fedâ edemeyeceği hiçbir şey yoktur” tarzında unutulmaması gereken sözleri vardı. “Kişinin en büyük cihadı, kendi nefsi ile olan cihaddır” hadis-i şerifine tam mâsadak bir mücahit idi...

İktisadı çok iyi yapardı. Zamandan da iktisat ederdi. Peygamber Efendimizin (asm) sünnet-i seniyyesine ittibâya çok dikkat eden, nefsinde yaşayan bir ağabeydi.

* Zübeyir Ağabey, Risâle-i Nur dersini nasıl yapardı?

Su gibi akıcı okurdu! Üslûbu çok tatlı idi! Dinlemeye doyamazsınız! Öyle bir “Kardaşım” deyişi vardı ki, sanki ağzından bal akardı. “81 değil, 1081 defa okunsa yine azdır” diye, bizi devamlı Risâle-i Nur okumaya teşvik ederdi. Risâleleri tekrar tekrar okumakla ilgili olarak da “Tuğlaları üst üste koymak tekrar değil, tesistir” diyordu.

*Zübeyir Ağabeyle ilgili unutamadığınız bir hatıranızı

nakleder misiniz?

Bir keresinde Bayram Ağabeye dedim ki: “Ağabey, okulu da bitirdik, işe de girebilirim. Yine dershanede kalmak üzere işe girip, geçimimi sağlayacak kadarını alıp, üzerini hizmete versem olur mu?” Bunun üzerine Bayram Ağabey, Üstadımızın vârisi dediği diğer ağabeyler ile meşveret yapmıştı. Zübeyir Ağabey demişti ki: “Bize madde değil, dâvâ adamı lâzım!” Ve o zamandan beri Cenâb-ı Hak, bizi hizmetlerde istihdam etti elhamdülillah.

*Yıllarca dershanelerde kalmış bir ağabeyimiz olarak, şu an

dershane kalan kardeşlere ne gibi tavsiyeleriniz var?

Benim dershanelerde kalan kardeşlere tavsiyem; bol bol Risâle-i Nur’u okumak! Beş dakika fırsat olsa, yine Nurları okumak! Bu lezzeti alan zaten duramaz, hizmet eder.

*Hizmet Rehberi’ni Zübeyir Ağabey mi hazırlamıştı?

Evet, Hizmet Rehberini Zübeyir Ağabey İstanbul’da hazırlayıp, Bayram Ağabeye gönderdi. Kendisi ile meşveret etmek ve onun da onayını almak için göndermişti. Hizmet Rehberi için Zübeyir Ağabey “Kardeşim, bu benim virdimdir” diyordu.

2 Nisan 1971 yılı Cuma günü vefat eden bu büyük dâvâ adamı, şu hadis-i şerife de mazhar olmuştur: “Cuma günü veya gecesi ölen kimse kabir azabından korunur.”

ÖZKAN ERDEM

03.04.2008


Biz Kur’ân’ın hâdimleri...

Gönül dostlarıyla, nur kardeşleriyle birlikte yolculuk yapmak insana ayrı bir huzur ve lezzet veriyor. Adeta yollar bitiyor, muhabbet bitmiyordu. Yıllar geçse de hatıralar hafızalara kazınıyordu. Uzun yolculukların unutulmaz marşlarından biri şu mısralarla başlıyordu:

Biz Kur’ân’ın hâdimleri,

Pür imanlı ve zindeyiz.

Bu yoldan dönmeyiz asla,

Peygamberin izindeyiz.

Sıcak bir yaz mevsimiydi. 12 Eylül öncesi galiba Ağustos ayında Isparta’da okunacak Bediüzzaman Mevlidine gidilecekti. Ankara’da otobüsler hazırlandı. Yıllar önce gittiğimiz Van mevlidinin tadını unutamamıştık. Öyleyse Isparta Mevlidi de kaçırılmamalıydı. Önceden ismimizi yazdırarak yerimizi ayırtmıştım. Isparta’ya hareket cumartesi sabah namazından sonra Hacı Bayram Camii önünden başlayacaktı.

Hacı Bayram Camii, Ankaralıların ve Anadolu’nun batısından kara yoluyla hacca gidenlerin en önemli uğrak ve ziyaret yerlerinden birisiydi. Yine o tarihlerde kara yoluyla hacca gidecekler de genellikle Hacı Bayram Camii önünde toplanır ve yolcu edilirdi.

Otobüsü kaçırmamak için gece Hacı Bayram Camiine ulaşımı kolay yakın bir yerde ikamet ettim. Sabah namazından sonra arkadaşlarla yürüyerek cami önüne geldik. Cami önü oldukça kalabalıktı. Herkes otobüslerine bindi. Hatırladığım kadarıyla beş otobüs, pek çok minibüs ve özel arabayla kafile halinde Isparta yolculuğu başladı. Güzergâhımızda Emirdağ, Bolvadin, Barla vardı. Çıkış saatimizi Isparta’ya bildirdik. Kafilemizde milletvekilleri ve bürokratlar da vardı.

Programda Bediüzzaman’ın kaldığı ve geçtiği yerler de zamanın yettiği kadar ziyaret edilecekti. Yolculukta okunması gereken duâlar okundu. Nur Risâlelerinden dersler yapıldı. Marşlar ve ilahiler söylenmeye başladı.

Annem beni yetiştirdi, bu hizmete yolladı,

Teslim etti Risâleyi, Allah’a ısmarladı,

Boş oturma çalış dedi, hizmet eyle imana,

Südüm sana helâl etmem çalışmazsan Kur’ân’a.

İlk durağımız Emirdağ’dı. Otobüslerimiz Üstadın kaldığı mekâna yakın bir yerde mola verdi. Şehir turu yaptık. Kaldığı evi dıştan görebildik. Said Nursî, mahkemenin beraat kararı vermesinden sonra Denizli’de iki ay daha bekletilmişti. Daha sonra Ankara’dan gelen emir üzerine Afyon vilâyetinin Emirdağ kazasında ikamete memur edildi. Emirdağ’a 1944 senesi Ağustos ayında sürgün edildi. İlk önce, on beş gün kadar bir otelde kaldı, sonra kira ile bir eve yerleşti.

Bediüzzaman Emirdağ’da, sürekli gözetim altındadır. Mahkemeden beraat kazanmasına ve eserlerinin iâde edilmesine rağmen, serbest bırakılmış değildir. Eskisinden daha çok kontrol altında tutulmakta, sürekli pencere ve kapısından gözetlenmektedir. Bediüzzaman’ın kırlara çıkması, temiz hava alması bile yasaklanmıştır. Mektuplarında da açıkladığı gibi; Denizli hapsinin bir aylık sıkıntısını, bâzen bir günde Emirdağ’ında çekiyordu. Said Nursî’ye yapılan kötü muâmeleler ve takınılan tavır, Emirdağ halkı tarafından da yakından bilinmektedir.1

Denizli Mahkemesinin beraat kararı üzerine, mahkeme eliyle Nurların yayılmasına ve Said Nursî’nin îmân hizmetine set çekemeyen gizli dinsizlik komiteleri, bu defa başka yollardan, idarî makamları evhamlandırıp aleyhe geçirerek, hattâ imhâsına kadar çalışıyorlardı. Bu plân katî idi. Bir bekçi, kapısı önünden hiç ayrılmazdı. Üstad ile görüşebilmek çok zordu. Emirdağ’da ilk defa Üstadla yakından alâkadar olan “Çalışkan’lar hânedânı”, kasabalarına sürgün edilen bu âlim ve fâzıl ihtiyar zâta yakından dostluk göstermişler, hizmetine koşmuşlar, sırf lillâh için olan bu irtibatlarını kötü tefsir edenlerin yalan ve iftiralarına aldırmayarak, ilgilerini gevşetmemişlerdir. Çalışkan’larla beraber Emirdağ’da birçok sâdık mü’minler Nura talebe olmuşlar, Üstadın nur hizmetine ortak olmuşlar, Nur Risâlelerini okuyup yazmaya ve etrafa neşre başlamışlardır.

Bediüzzaman’ın o günlerine hayalen gittik. Bediüzzaman’ın özel olarak övdüğü “Çalışkanlar hanedanı” başta olmak üzere ahirete göç etmiş nur talebelerine “Fatiha”lar okuduk. Nereden nereye gelmiştik? Şimdiki halimize ne kadar şükretsek azdır, dedim.

Dipnotlar:

1- Tarihçe-i Hayat, s. 399

AHMET ÖZDEMİR

03.04.2008


Irkçılık, büyük bir tehlikedir

Kabir kapısında ve seksen küsur yaşında, birkaç hastalıkla hasta bulunan ve ölüme kendini yakın gören bir bîçare garip ihtiyar der ki:

Size iki hakikati beyan ediyorum:

Evvelâ: Sizlerin Pakistan ve Irak'la gayet muvaffakiyetkârâne ittifakını, bu millete kemâl-i samimiyetle, sürûr ve ferah ile kazanmanızı bütün ruh-u canımızla tebrik ediyoruz.

Bu ittifakınızı, inşaallah 400 milyon İslâmın sulh-u umumiyesine ve selâmet-i âmmenin teminine kat'î bir mukaddeme olarak ruhumda hissettim. Ve namaz tesbihatındaki kuvvetli bir ihtar ile bunu size yazmaya mecbur kaldım.

Otuz kırk seneden beri dünyayı ve siyaseti terk ettiğim halde, şiddetli bir alâka ile bu ihtar-ı kalbînin sebebi:

Elli seneden beri imanı kurtarmak için gayet kısa bir yolu bulan ve Kur'ân'ın bu zamanda bir mucize-i mâneviyesi olan Risale-i Nur'un Arabistan ve Pakistan'da her yerden daha ziyade tesiratı olduğu ve makbul olması, hattâ aldığımız habere göre, mahkemece tesbit edilen miktarın üç misli Risale-i Nur'un talebelerinin o havalide bulunmalarıdır.

Bu sır için âhir hayatımda kabir kapısında bu netice-i azîmeyi görmek ve beyan etmeye ruhen mecbur oldum.

Saniyen: Irkçılık fikri, Emevîler zamanında büyük bir tehlike verdiği ve hürriyetin başında "kulüpler" suretinde büyük zararı görülmesi ve Birinci Harb-i Umumîde yine ırkçılığın istimaliyle mübarek kardeş Arapların mücahid Türklere karşı zararı görüldüğü gibi, şimdi de uhuvvet-i İslâmiyeye karşı istimal edilebilir ve istirahat-i umumiye düşmanları gizli dinsizler, yine o ırkçılıkla büyük zarar vermeye çalıştıklarına emareler görünüyor.

Halbuki, menfî hareketle başkasının zararıyla beslenmek ırkçılığın seciye-i fıtrîsi olduğu halde, evvelâ başta Türk milleti dünyanın her tarafında Müslüman olduğundan onların ırkçılıkları İslâmiyetle mezc olmuş, kabil-i tefrik değil. Türk, Müslüman demektir. Hattâ Müslüman olmayan kısmı, Türklükten de çıkmışlar.

Türk gibi Araplarda da Araplık ve Arap milliyeti İslâmiyetle mezcolmuş ve olmak lâzımdır. Hakikî milliyetleri İslâmiyettir. O kâfidir. Irkçılık, bütün bütün bir tehlike-i azîmdir.

Sizin bu defaki Irak ve Pakistan'la pek kıymettar ittifakınız, inşaallah bu tehlikeli ırkçılığın zararını def edecek ve dört beş milyon ırkçıların yerine, 400 milyon kardeş Müslümanları ve 800 milyon sulh ve müsalemet-i umumiyeye şiddetle muhtaç Hıristiyan ve sâir dinler sahiplerinin dostluklarını bu vatan milletine kazandırmaya tam bir vesile olacağına ruhuma kanaat geldiğinden, size beyan ediyorum.

Emirdağ Lâhikası, s. 437

sulh-u umumiye: Genel barış.

selâmet-i âmme: Genelin selâmeti, esenliği, huzur ve rahatı.

mukaddeme: Başlangıç.

mucize-i mâneviye: Manevî mucize.

netice-i azîme: Büyük netice.

uhuvvet-i İslâmiye: İslam kardeşliği.

seciye-i fıtrî: Yaratılıştan var olan özellikler.

mezc: Karışma, kaynaşma, birleşme.

kabil-i tefrik: Ayrılmaya kabiliyetli, ayrılması mümkün.

tehlike-i azîm: Büyük tehlike.

müsalemet-i umumiye: Umumun selameti, genel barış.

03.04.2008

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

 Son Dakika Haberleri