"Gerçekten" haber verir 11 Ağustos 2008
Anasayfam Yap | Sık Kullanılanlara Ekle | Reklam | Künye | Abone Formu | İletişim
ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET ve ŞÛRÂDIR

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Hakan YALMAN

Dünyada barışın formülü: İnsanî tevhid algısı



Varlık algısı maddî alanın şeklî sınırlılığına münhasır kaldığı sürece olayların gerçek yüzünü ve varlığın asıl anlamını tesbit edebilmek imkânsız hale geliyor. Tevhid algısı içinde bakıldığında aralarında çok güçlü bağlantılar olan olaylar ve varlıklar arasında bu bağlantıları görebilmek ve varlığı bütün içinde değerlendirebilmek imkânı kalmıyor. Çatışmaların önemli bir kısmında da bu dar alanda algılanmış benlik ve varlığa yüklenmiş anlamın günümüz ifade şekillerinden en çok kişiselleştirme kavramına yakın teşahhusat hakikatinden kaynaklanıyor. Her varlığın kendi sınırını ve alanını korumak ve de genişletmek eğilimi içinde hayat bir mücadeleye ve güçlü olanın ayakta kalacağının zannedildiği bir alana dönüşüyor.

Çatışma psikolojisi insanların teşkil ettiği topluluklarda hayatın bir parçası denebilecek ölçüde hayatın içinde yer almıştır. Aslında varlığın mertebelenmesi yaklaşımında canlılığın üst düzeyi olan hayvaniyet mertebesinde çatışmalarda daha çok ortaya çıkmaktadır. Bu kuvve-i şeheviye ve kuvve-i gadabiye dengesinin oluşumunda yaşanan bir süreç olmalıdır. Varlık mertebesi yükseldiğinde daha bariz olarak ortaya çıkan çatışmalar vahşetten bedeviyetten medeniyete doğru geçildikçe de azalan bir süreç takip etmektedir. Ancak nübüvvet ve felsefe ayrımında felsefe tarafının şekillendirdiği ruh yapısı menfaatler üzerine oturtulduğundan çatışmalardan, savaşlar ve kavgalardan uzak bir toplum yapısı oluşmamış menfaatler uğruna binlerce katl rahatlıkla işlenebilmiştir.

Burada asıl problemli nokta nübüvvet tarafında yer aldığı düşünülen insan ve topluluklarında çatışma davranışının kaynağıdır. Tevhid ve dayanışma esaslı bir hayat algısı sunan nübüvvetin tarafında bütün davranışlar birliğe yönelik olmalı ve dayanışmayı esas kılmalı ve gerçek medenilik olan problemleri makul zeminde çözmek şeklinde yansımalıdır.

O halde etnik ya da coğrafî gibi tanımlamalarında nübüvvet tarafında yer alması gereken insan topluluklarında kavga ve çatışmaların kaynağı nedir? Herhalde tanım olarak nübüvvet tarafında yer almak ile ruh ve davranışlarda nübüvvet tarafında olmak arasında fark olmalıdır. Yani İslâm toplumu içinde olan ve Müslüman olan her ferdin davranışı ya da bir ferdin bütün davranışları nübüvvet ölçüleri ile şekillenmemekte ve acz ve fakrın yerini alan katı bir benlik duygusu ile eşya ve insanlara yön verme arzusu kaderin hükmüne razı olamama duygusu ön plana çıkmaktadır. Daha hafifletilmiş tanımlama ile adalet-i mahza ve adalet-i izafiye ayrımında karşı tarafın olumsuz tek yönü ile topyekûn yargılanması ve bütün olumlu yönlerinin göz ardı ve bertaraf edilmesidir.

Batı kendi hayat standartlarını bütün dünyaya yaymaya ve kendi değer yargılarını dayatarak tek tip global bir kültür oluşturmaya yönelirken, hedef kitle olarak çoğunlukla Müslümanları ön plana çıkarmakta ve onların nefis mücadelesinin merkezinde yer alan hazlara yönelik ruhunu istismar edebilmektedir. Oluşturulan eğlence ortamları, şehevî arzuları galeyana getiren her türlü aracın kullanılması, düşünceden uzaklaştıran bütün oyalayıcı araçların kullanılması gençlikte var olan güçlü bir benlik, acz ve fakrını hatırlatacak hastalık, sıkıntılar ve ölümlerle nisbeten seyrek olarak yüzleşmesi ve kendinden uzak bilmesi, bunları unutturma amacına yöneliktir. Manen zayıf ruh hali ise buna çok yatkın ve bu yönden aldatılmaya fazlası ile müsaittir. “Cazibedar bir fitne” terimi bu mânâyı karşılıyor olmalıdır. Bediüzzaman bu probleme en güçlü darbeyi Hazret-i Muhammed’den (a.s.m.) aldığı dersle ölümü hatırlatmakla vurmaktadır.

Asır, duygulara hitap eden ve duyguların ön plana çıktığı bir asır olmuştur. Bu dönemin nefis terbiyesinde duygu eğitimi önemli bir yer tutmaktadır. Bu alanda tekvinî kanunların zamanın gereği içinde ele alınması ve duyguların hedeflendiği bir eğitim modeli elzem hale gelmiştir. Bu anlamda zamanın teknolojik imkânlarına karşı bir duruş da çözüm olmamaktadır. Asrın gereği bu teknolojik imkânları duyguların doğru şekillenmesine hizmet edecek şekilde kullanılabilir hale getirmektir. Bu Rahman’ın teknolojik nimetlerine bir şükür mânâsına da gelecektir.

Bediüzzaman’ın “beşerin nefs-i emmaresi” olarak adlandırdığı, ben merkezli şekillenmiş modern hayat, cazibeli ancak geçici ve günü birlik bütünü kuşatmayan sadece algıların alanına sınırlı, dar bakışlı çözümler sunabilir. Bunlar birer çözüm olmaktan çok göz boyama ve aldatmacadır. Duygular köreltilerek, belirli noktalardaki hassasiyetler kırılarak bu noktaya ulaşılır. Bu aldatmaca karşısında herkes, özellikle de hanımlar risk altındadır. Dâvâmıza gönül vermiş hanımlar ve erkekler aynen Üstad gibi karşılarında büyük bir yangın var içinde arkadaşları kalmışcasına imanlarını ve dostlarını kurtarma gayreti içinde olmalı ve bu koşturmaca esnasında ayaklarına dolaşanlara ehemmiyet vermemelidirler.

Son zamanlarda nübüvvet tarafında yer alan çatışmaların çoğunlukla Batı kaynaklı ve felsefe eksenli olduğu dikkate alınmalı ve tez elden tevhid eksenli davranış modelleri geliştirilmelidir. Aksi davranış şekilleri tanım olarak İslâm alanında ancak duygu ve davranışlarda felsefe alanında olmayı gerekli kılar. Bu kaygan bir zemindir ve girdiğinizde nerede duracağınızı kestiremez ve kontrol edemezsiniz. Müslüman kimliğin en açık ve vazgeçilmez yönü birliği ön plana çıkarmasıdır. Dolayısı ile İslâm çatışmanın karşısındadır hükmünü çok rahat bir şekilde ortaya koyabiliriz.

Hayat ne şekilde geçerse geçsin sonunda karşılaşılacak vazgeçilmez hakikat ölümdür. O noktadan sonra yaranmaya çalıştığınız ve güzel gözükmeye çalıştığınız hiç kimse yanınızda ve yardımcınız olmayacaktır. Çatışmaların ise o andan sonra kazandıracağı sadece acılar ve pişmanlıklardır. Ruhunda o Cemal Sahibi Zat’ın sıcaklığını hissetmemiş bir ruh bu anlamda kısmen mazur olabilir. Ancak o kuşatıcı muhabbetin sıcaklığını hissetmiş bir ruhun bu o anlamda kaçabileceği hiçbir yer yoktur. O anlamda İslâm, Tarık bin Ziyad ruhlu olmayı gerekli kılar. Girerken iyi düşünülmeli ve geri çıkmamak üzere girilmelidir. İslâm kimliği kalıcı ve salâbetli olmalıdır. Kırılgan, zayıf ve otorite karşısında değerlerini savunamayan kimlikler sadece kendi ruhlarını dejenere etmediklerini ve İslâm dünyasının kuvve-i maneviyesine zarar verdiklerini unutmamalıdırlar.

Rusya ve Gürcistan arasında son yaşanan olaylar da bu bakış açısı ile ele alındığında olayların anlamı daha netleşecek ve dünyanın geleceğine yön verecek ve barışı hakim kılacak olanın İslâmiyetin müsellematı yani Müslüman kimlikli olanların şu anki yaşantılarından ziyade Kur’ân’ın ve Hazret-i Muhammed’in (a.s.m.) ortaya koyduklarının olacağı daha iyi anlaşılacaktır. Bu anlamda, Moskova başta olmak üzere bütün Rusya ve eski demir perde ülkelerinde nurun hızla yayılıyor olması kalplerde tevhidin ve yakın gelecekteki dünya barışının müjdecisidir. Gelecek asır Rusya’da nurun hızla inkişafı ile dünya barışı arasındaki bağlantının daha rahat algılanabildiği ve varlık algısında aklın duygulara hizmet eder bir konum kazandığı dönem olacaktır. Bu da her yönü ile aydınlık yarınların müjdecisidir.

11.08.2008

E-Posta: [email protected]


 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri


Önceki Yazıları

  (28.07.2008) - Ticaret ve doğruluk

  (21.07.2008) - ‘Ümitvar olunuz’

  (14.07.2008) - Korkularımızın kaynağı güvensizlik ve yalnızlıktır

  (07.07.2008) - Küresel bir dünyada saadet asrı

  (30.06.2008) - Tevhid asrı

  (23.06.2008) - Gençlik ve dünyada nur dâvâsı

  (16.06.2008) - Üçlü test vahşeti

  (09.06.2008) - Vicdanı hür nesiller ve hukuk

  (02.06.2008) - Temel güven duygusu

  (26.05.2008) - Sağlam kişiliğin imanî temeli

 
GAZETE 1.SAYFA

Bütün yazılar

YAZARLAR

  Abdil YILDIRIM

  Ahmet ARICAN

  Ahmet DURSUN

  Ali FERŞADOĞLU

  Ali OKTAY

  Atike ÖZER

  Cevat ÇAKIR

  Cevher İLHAN

  Davut ŞAHİN

  Elmira AKHMETOVA

  Fahri UTKAN

  Faruk ÇAKIR

  Fatma Nur ZENGİN

  Gökçe OK

  Habib FİDAN

  Hakan YALMAN

  Halil USLU

  Hasan GÜNEŞ

  Hasan YÜKSELTEN

  Hüseyin EREN

  Hüseyin GÜLTEKİN

  Kadir AKBAŞ

  Kazım GÜLEÇYÜZ

  Kemal BENEK

  M. Ali KAYA

  M. Latif SALİHOĞLU

  Mahmut NEDİM

  Mehmet C. GÖKÇE

  Mehmet KAPLAN

  Mehmet KARA

  Meryem TORTUK

  Mikail YAPRAK

  Murat ÇETİN

  Mustafa ÖZCAN

  Nejat EREN

  Nimetullah AKAY

  Osman GÖKMEN

  Raşit YÜCEL

  Rifat OKYAY

  Robert MİRANDA

  Ruhan ASYA

  S. Bahattin YAŞAR

  Saadet Bayri FİDAN

  Saadet TOPUZ

  Sami CEBECİ

  Selim GÜNDÜZALP

  Semra ULAŞ

  Suna DURMAZ

  Süleyman KÖSMENE

  Vehbi HORASANLI

  Yasemin GÜLEÇYÜZ

  Yeni Asyadan Size

  Zafer AKGÜL

  Ümit KIZILTEPE

  İslam YAŞAR

  İsmail BERK

  İsmail TEZER

  Şaban DÖĞEN

  Şükrü BULUT

Site yöneticisi | Editör
Yeni Asya Gazetesi Gülbahar Cd. Günay Sk. No.4 Güneşli-İSTANBUL T:0212 655 88 59 F:0212 515 67 62 | © Copyright YeniAsya 2008.Tüm hakları Saklıdır