"Gerçekten" haber verir 17 Ağustos 2008
Anasayfam Yap | Sık Kullanılanlara Ekle | Reklam | Künye | Abone Formu | İletişim
ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET ve ŞÛRÂDIR

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

İslam YAŞAR

Bediüzzaman’ın gençlik yılları ( 2 )



—Geçen Haftadan Devam—

Burada her müşkül hâlledilir, her suale cevap verilir, fakat suâl sorulmaz.’

Bu bir meydan okuyuştu. İlk olarak o handa kalan âlimler, sanatkârlar ve şehrin eşrafından addedilen insanlar fark ettiler bu levhayı. Merakla gidip bazı sorular sordular, hepsine doğru ve muknî cevaplar alınca hayret ettiler.

Pek çoğunun mecnunluk alâmeti saydığı bu hadise şuyû bulunca şehrin meşhur âlimlerinin, müderrislerinin ve meşayihlerinin yanı sıra; mollalar, medrese mektep talebeleri ve ahâli de gelip gitmeye başladı.

Bunlardan bazıları, iddiâ sahibini ilzam etmek için iyi bildikleri mevzularla alâkalı en müşkül soruları hazırlayıp geldikleri hâlde, bazılarına sorarak, bazılarına da sormadan muknî cevaplar aldılar.

Aralarında Hasan Fehmi Efendi, Ali Hikmet Efendi, Abdullah Enver Efendi, Fatih dersiâmlarından Tavaslı Hasan Efendi gibi sözü hüccet olan büyük zatlar, “Böylesi görülmemiştir. Böyle bir zât nadire-i hilkattir. Bu zât gibisi henüz gelmemiştir” şeklindeki sözlerle takdirlerini ifade ettiler.

İstanbul âlimleri, o günlerde İslâm dinini tetkik etmek için bir heyetle birlikte Dersaadet’e gelen Japon Başkumandanının, müteşabih hadislerin hikmetleri ve hakikatleri ile ilgili sorularını da ona sorarak cevaplandırdılar.

Bu gibi hârika hâllerinden dolayı ona hayran kalanlar kadar kıskananlar da vardı ve onlar da ilzam edemedikleri Meşhur Molla Said’in tesirini kırmanın yollarını arıyorlardı. Onlardan bazıları, Mısır Müftüsü ve Ezher Medresesi Müderrisi Şeyh Bahid Efendinin İstanbul’a gelmesini fırsat bilerek ona gidip Bediüzzaman’la görüşmesini talep ettiler.

Bu teklifi kabul eden Bahid Efendi, bir gün kendisine refakat eden âlimlerle birlikte Ayasofya Camii’nin çevresindeki bir çay bahçesine gelince onunla karşılaştı. Tanışma faslının ardından Bahid Efendi onun Avrupa’nın ve Osmanlı’nın geleceği hakkındaki fikirlerini öğrenmek istedi.

“Avrupa ve Osmanlılar hakkında ne diyorsunuz, fikriniz nedir?” sorusuna, “Avrupa bir İslâm devletine hamiledir, günün birinde onu doğuracak. Osmanlı da Avrupa ile hamiledir, o da onu doğuracak” diye cevap verdi o da.

Bahid Efendi muhatabının, dünyanın gidişâtını çok iyi takip ettiğini ve ictimâî meselelere isabetli teşhisler getirdiğini gösteren bu kararlı, fütursuz, tereddütsüz cevabı karşısında hayranlığını gizleyemedi:

“Bu gençle münâzarâ edilmez. Ben de aynı kanaatte idim ama bu kadar veciz ve beliğâne ifade etmek ancak Bediüzzaman’a hastır” dedi onu ilzam etmesini bekleyen âlimlere.

Şark âlimlerinin, Meşhur Molla Said’e verdikleri ‘Bediüzzaman’ sıfatının İstanbul ve Mısır uleması tarafından da tescil edilmesi mânâsına gelen bu hadiseden sonra onun tesiri daha da arttı.

Kendisinin; “İstanbul’da bu âfetli şöhret içinde mücadele ederken, rakiplerimin ifsadatıyla ve merhum Sultan Hamid’in emriyle tımarhâneye kadar sürüklendim” diyerek de ifade ettiği gibi onun cemiyet içinde hızla temayüz etmesi zamanın hükümetini rahatsız etti.

O günlerde, dilekçesinin akibetini sormaya gelen Bediüzzaman’ın, sarayın bahçesinde gezmesini fırsat bilen zaptiyeler, oraya girmenin yasak olduğunu söyleyerek yakalamak istediler. Onun mukabele etmesi üzerine hadise büyüyünce cinnet geçirdiği iddiasıyla Toptaşı Tımarhânesi’ne attılar.

Bu hareketin, ‘muhalifleri sindirme yolu’ olduğunu bilen Bediüzzaman, kendisini muayene etmek için saraydan gönderilen doktora muayenenin sohbet şeklinde yapılmasını söyledi.

Doktor kabul edince geçmiş hayatından bazı hadiseler hatırlattı, teşebbüsünün dine, devlete, millete hizmet maksadı taşıdığını, yetkililerin çözüm bulamadıkları meseleleri çözdüğü için kıskanılıp kendisine delilik isnat edildiğini ve on beş yıldır gerçekleştirmeye çalıştığı hürriyet-i şeriyeye iyice yaklaştığı bir zamanda engellendiğini nazara verdi.

Kendisine reva görülen bu muamelelere hiddetlenmesinin divanelik sebebi sayıldığına göre, kendisinden daha fazla hiddetlendiği için zaptiye nazırının da divane sayılması gerektiğini anlattı.

“Ey doktor, sen iyi bir doktorsun. Evvelâ o bîçareleri tedavi et, sonra beni” dedi ardından da.

Bediüzzaman’ın anlattıklarını hayranlıkla dinleyen, çok zeki bir insan olduğunu gören; aklının, şuurunun, muhakemesinin muazzam bir şekilde işlediğine şahit olan doktor da raporunu verdi:

“Eğer Bediüzzaman’da zerre kadar mecnunluk eseri varsa, dünyada akıllı adam yoktur.”

Bu rapor sarayı iyice telâşlandırdı. Bediüzzaman tımarhâneden hapishâneye nakledilirken onun faaliyetlerini ciddiye alan saray; onu, bazı tekliflerde bulunarak Şarka geri gitmeye ikna etmek için Zaptiye Nâzırı Şefik Paşayı görevlendirdi.

Hapishâneye gelen Şefik Paşa, padişahın selâmını söyledikten sonra medrese açma teklifinin görüşüleceğini, kendisine bin kuruş maaş bağlandığını, Şarka döndüğünde bu maaşın yirmi, otuz liraya çıkarılacağını söyledi.

Bediüzzaman “Ben maaş dilencisi değilim. Bin lira da olsa kabul edemem. Kendim için gelmedim, milletim için geldim” diyerek verilmek istenen maaşı kabul etmedi.

Bunun üzerine Paşa, padişahın ihsan-ı şahane olarak gönderdiği seksen altını vermek istedi. Bediüzzaman da bunun kendisinin susması karşılığında verilen bir rüşvet olduğunu söyleyerek reddetti.

Onun bu kararlı tavrı karşısında hiddetlenen Paşa tehditvârî bir hareketle, “İrade reddolunmaz” diyerek çıkışınca; ona “Neticesi deniz olsa geniş bir kabirdir” diyerek mukabele etti ve istiğna hasleti, hür yaşama iştiyakı gibi bazı fıtrî özelliklerini hatırlatarak baskılar karşısında yılmayacağını ihsas etti.

Meşhur Molla Said’in anlattıklarını dikkatle dinleyen ve normal şartlarda kimsenin reddedemeyeceği cazip teklifleri kabul etmemesini, samimiyetinin tezahürü sayan Paşa; muhtemelen, onun hapishânede kalmasının, kararını değiştirmeyeceğini anlayarak serbest bırakılmasını sağladı.

Bediüzzaman’ın hapishâneden çıkmasından hemen sonra 23 Temmuz 1908 tarihinde II. Meşrûtiyet ilân edildi. Cemiyet, hürriyet hevesiyle coşunca o da bu coşkuyu doğru yöne sevk etmek için hürriyet hareketlerinin içinde yer aldı.

Meşrûtiyetin ilânının üçüncü gününde Sultanahmed’de yapılan mitingde meydanı dolduran kalabalığa ‘Hürriyete Hitap’ konulu bir konuşma yaparak halka hürriyet fikrinin İslâm’a aykırı olmadığını anlattı.

“Ey hürriyet-i şer’î!.. Seni ömr-ü ebedî ile tebşir ediyorum” diye başlayan konuşmasında meşrûtiyete şeriat adına sahip çıkarak hürriyetin, adâletin sedası olan bu hareketin; milletin ölen hissiyâtını, emellerini, ulvî temayüllerini ve İslâmiyetin güzel ahlâkını canlandıracağını haykırdı.

Zaman zaman herkesin anlayacağı güzel teşbihlerle süslediği konuşmaları halk üzerinde büyük tesir icra edince, İttihat ve Terakki Cemiyetinin ileri gelenleri ile birlikte, hürriyet hareketinin merkezi sayılan Selânik’e giderek orada da meydanı dolduran yüz bini aşkın kalabalığa hitap etti.

Şehirde kaldığı zaman içinde, aralarında İttihat ve Terakki Cemiyetinin mahallî idarecilerinin de bulunduğu siyasî sahada temayüz etmiş bazı mühim kişilerle görüştü, kendisi ile görüşme talebinde bulunanları geri çevirmedi.

Aynı zamanda Selânik’in Yahudi mebusu da olan ve mason locasının ‘üstad-ı âzam’ unvanını taşıyan Emanuel Carasso da onlardan biriydi. Bediüzzaman’ın hitabetine hayran kaldığı ve sözünün tesirine şahit olduğu için onu kendi tarafına çekebileceğini düşünerek onunla görüşmek istedi.

Bediüzzaman’ın, talebini kabul etmesi üzerine başlayan görüşme fazla uzun sürmedi. Carasso’nun, görüşmeyi yarıda bırakarak kaçarcasına dışarı çıktığını gören arkadaşları bu hareketinin sebebini sordular.

Emanuel Carasso, “Eğer yanında biraz daha kalsaydım, az kalsın beni de Müslüman edecekti” diyerek muhatabının ikna gücüne dikkat çekerek yaşadıklarını anlattı.

Bir süre Selânik’te kaldıktan sonra İstanbul’a dönen Bediüzzaman, şehrin ictimâî yönden iyice karıştığını, meşrûtiyet hakkında fazla bilgisi olmayan insanların da bazı ard niyetli kişiler tarafından kolayca kandırıldığını görünce karışıklıklara mâni olup meşrutiyetin faydalarını anlatmaya çalıştı.

Bu maksatla çeşitli gazetelerde, dört hak mezhebin mûteber kaynaklarına dayanarak meşrûtiyetin İslâmiyete uygun bir idare tarzı olduğunu isbat eden müessir yazılar yazdı.

1909 yılı Şubatında, meşrûtiyet yüzünden bazı haklarının ellerinden alındığını iddia ederek Beyazıt Meydanı’nda nümayiş yapan medrese talebelerinin gösterilerinin kontrolden çıkmak üzere olduğu sırada oraya geldi ve yaptığı tesirli bir konuşma ile talebeleri teskin etti.

Şehirde eşya naklini sağlayarak ticarî hayatı canlı tutan hamalların, İttihatçılara ve meşrûtiyete karşı oldukları için iş bırakma kararı almaları üzerine onların toplandıkları yerlere ve kahvelere gidip konuşmalar yaparak işlerinin başına dönmelerini sağladı.

Hamalların ekseriyetini Şarktan gelen hemşehrilerinin teşkil ettiğini, onların da aşiretlerine bağlı olduklarını bildiği için Şark aşiretlerine ‘Bediüzzaman’ imzasıyla telgraflar çekerek meşrûtiyeti anlattı.

O günlerde, Osmanlı Devleti’nin yaşadığı siyasî istikrarsızlığı fırsat bilerek Bosna-Hersek’i tek yanlı olarak ilhak eden Avusturya’nın mallarının boykot edilmesini sağlayarak, devletler arası bir meselede milletin meşrûtiyet şartlarında mücadele etmesinin ilk örneklerinden birini gösterdi.

Mizan gazetesi sahibi Murad Beyin, Şehzadebaşı’ndaki Ferah Tiyatrosu’nda verdiği konferans sırasında, İttihatçılarla Ahrarlar arasında kavga çıkınca oturduğu yerden kalkıp fikirlere saygı gösterilmesi gerektiğini, meşrûtiyetin icabının da bu olduğunu hatırlatan bir konuşma yaparak hadisenin büyümesine meydan vermedi.

Bediüzzaman, bunun gibi pek çok hadiseye kararlılıkla müdahale ederek bulunduğu yerlerde sükûneti sağladı. Lâkin şehrin birçok yerinde sık sık meydana gelen benzer hadiselere müdahale etme imkânı bulamadı.

İttihat ve Terakki Cemiyetinin ‘sefih ve mason kısmının’ dinî ve millî meselelere lâkayt kalması üzerine, Hüseyin Cahit’e verdiği cevapta olduğu gibi çeşitli vesilelerle onları ikaz etti.

Tesirli ikazlarına rağmen tavır ve hareketlerinde herhangi bir değişiklik olmayınca onlarla irtibatını kesti ama Niyazi Bey, Enver Bey gibi ‘hamiyetli dindar adamlarla’ ittifakını devam ettirdi.

Bu arada Osmanlı Ahrar Fırkası mensuplarının yaptıkları müsbet faaliyetleri desteklemeyi de ihmal etmedi. Bu meyanda, o sırada neşredilen ve ictimâî, siyasî meseleleri işlediği Nutuk adlı eserinde “Prens Sabahaddin Beyin su-i telâkki olunan güzel fikirlerine cevap” başlığıyla ittihadın ehemmiyetini anlatan bir yazı yazdı.

“İşittim: İttihad-ı Muhammedî (asm) namıyla bir cemiyet teşekkül etmiş. Nihayet derecede korktum ki bu ism-i mübarekin altında bazılarının bir yanlış hareketi meydana gelsin. Sonra işittim: Bu ism-i mübareki bazı mübarek zevât, Süheyl Paşa ve Şeyh Sadık gibi zâtlar, daha basit ve sırf ibadete ve Sünnet-i Seniyyeye tebaiyete nakletmişler. Ve o siyasî cemiyetten kat-ı alâka ettiler, siyasete karışmayacaklar. Lâkin tekrar korktum, dedim: Bu isim umumun hakkıdır, tahsis ve tehdit kabul etmez. Ben nasıl ki dindar müteaddit cemiyete bir cihette mensubum. Zîra maksatlarını bir gördüm. Kezalik o ism-i mübareke intisap ettim.”

17.08.2008

E-Posta: [email protected]


 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri


Önceki Yazıları

  (10.08.2008) - Bediüzzaman’ın gençlik yılları ( 1 )

  (03.08.2008) - RUSYA’DA NUR’UN İNTİŞARI

  (27.07.2008) - BİR NUR TALEBESİ PORTRESİ (2)

  (20.07.2008) - BİR NUR TALEBESİ PORTRESİ

  (14.07.2008) - Nur talebesi olmak

  (06.07.2008) - ‘LEBBEYK...’ DEME ZAMANI

  (29.06.2008) - O ARTIK BEDİÜZZAMAN

  (22.06.2008) - ÂLİM AHVÂLLİ SABÎ

  (15.06.2008) - HARİKA BİR ÇOCUK

  (08.06.2008) - BİR ÂNIN SERENCÂMI

 
GAZETE 1.SAYFA

Bütün yazılar

YAZARLAR

  Abdil YILDIRIM

  Ahmet ARICAN

  Ahmet DURSUN

  Ali FERŞADOĞLU

  Ali OKTAY

  Atike ÖZER

  Cevat ÇAKIR

  Cevher İLHAN

  Davut ŞAHİN

  Elmira AKHMETOVA

  Fahri UTKAN

  Faruk ÇAKIR

  Fatma Nur ZENGİN

  Gökçe OK

  Habib FİDAN

  Hakan YALMAN

  Halil USLU

  Hasan GÜNEŞ

  Hasan YÜKSELTEN

  Hüseyin EREN

  Hüseyin GÜLTEKİN

  Kadir AKBAŞ

  Kazım GÜLEÇYÜZ

  Kemal BENEK

  M. Ali KAYA

  M. Latif SALİHOĞLU

  Mahmut NEDİM

  Mehmet C. GÖKÇE

  Mehmet KAPLAN

  Mehmet KARA

  Meryem TORTUK

  Mikail YAPRAK

  Murat ÇETİN

  Mustafa ÖZCAN

  Nejat EREN

  Nimetullah AKAY

  Osman GÖKMEN

  Raşit YÜCEL

  Rifat OKYAY

  Robert MİRANDA

  Ruhan ASYA

  S. Bahattin YAŞAR

  Saadet BAYRİ

  Saadet TOPUZ

  Sami CEBECİ

  Selim GÜNDÜZALP

  Semra ULAŞ

  Suna DURMAZ

  Süleyman KÖSMENE

  Vehbi HORASANLI

  Yasemin GÜLEÇYÜZ

  Yeni Asyadan Size

  Zafer AKGÜL

  Ümit KIZILTEPE

  İslam YAŞAR

  İsmail BERK

  İsmail TEZER

  Şaban DÖĞEN

  Şükrü BULUT

Site yöneticisi | Editör
Yeni Asya Gazetesi Gülbahar Cd. Günay Sk. No.4 Güneşli-İSTANBUL T:0212 655 88 59 F:0212 515 67 62 | © Copyright YeniAsya 2008.Tüm hakları Saklıdır