"Gerçekten" haber verir 09 Eylül 2008
Anasayfam Yap | Sık Kullanılanlara Ekle | Reklam | Künye | Abone Formu | İletişim
ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET ve ŞÛRÂDIR

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Eğitim

Eğitim bireyi özgüreştirmelidir

EĞİTİM insanlığımızı gerçekleştirmeye yaramalıdır. İnsanın derinliğine inen, şahsiyetini, kültürünü, ahlâkını, ‘öz’ünü belirginleştirip olgunlaştıran bir eğitim modeliyle daha henüz tanışmadık. Merkeze insanî vasıfları, düşünceyi, özgürlüğü, ahlâkı, vicdanı almayan bir eğitim sisteminden bireyin ve toplumun eğitilmesini, insanlaşmasını ve özgürleşmesini bekleyemezsiniz. Rekabete dayalı, yarıştırıcı bu şekliyle arda kalanları ezen ve sindiren bir mantığın hâlihazırdaki eğitim sistemlerinde yürürlükte olması insanlığın geleceği açısından korkunç bir tablodur.

Ülkemizde eğitim, neredeyse başarı ve başarısızlık üzerine konumlandırılmıştır. Başarmak için; başını kaldırmadan çalışmak, ezberlemek, bu uğurda çokça para harcamak gerekiyor. Yani çocuklar bir nev'î yarışa hazır hale getiriliyor. Bu “yarışa hazırlanmak” sözcüğü bizim ülkemizin öğretmeninden, velisine hatta eğitim bakanına kadar dillendirilip neredeyse çocuklara empoze edilir hale gelinmiştir. Bir tek hedef vardır “başarmak”, başarısızlık neredeyse insan olmamak gibi bir şeydir. Bu acımasız rekabet duygusunun sadece öğrenciler için geçerli olduğu sanılmasın toplumun her katmanında, bilimin her dalında, sanatta, müzikte vs. varlığını ağır bir şekilde hissettirdiği bilinmelidir. Bu duygunun büyük savaşlar çıkartabilecek kadar tehlikeli bir duygu olduğu gerçeği nedense hep göz ardı edilmektedir.

Bireyi, toplumu, fıtratı, özgürlüğü, erdemi ve ahlâkı hesaba katmaksızın bir eğitim sistemi oluşturulamaz. Bu açıdan bakıldığında Türk eğitim sistemi tek tipleştiricidir. Aynı zamanda üsten alta kumanda edilen hiyerarşik yapılanmasıyla da militaristtir. Farklı tercihlere, farklı algı ve yorumlara, eleştirel düşünceye kapalıdır. Bağımsız ve özgürlükçü düşüncelerin üretilemediği okullarımızda bütün bireylerin birbirine benzemesi esas alınmaktadır. Bu durumda birey kendisine, diğerlerine ve sonrasında da bütün insanlığa yabancılaşmaktadır. İnsanın kendisini bulmasının ve özgür olmasının yolunun eğitimden geçtiği göz ardı edilmektedir. Peki, nasıl bir eğitim sistemiyle bu mümkün olabilir? Meselâ bizim ülkenin okulları bireyi yabancılaşmaktan kurtarıp, insanın kendisini gerçekleştirmesinde ne kadar aktif rol oynuyorlar? Eğitim kurumlarının, devletlerin tek tipleştirici ve uysallaştırıcı eğitim programlarıyla kendilerini ne kadar donattıklarıyla alâkalı bir durumdur bu. Devletlerin resmî ideolojilerini etkinleştirmesinin en iyi yolunun “okul” olduğu ve bu anlamda okulları bir araç olarak kullandıkları gerçeğiyle karşı karşıyayız. ”Resmî eğitim kurumları ezenlerin ideolojik aygıtlarıdır” der Freire.. Devletler bundan vazgeçmeleri durumunda insanlık adına gerçekten büyük bir adım atmış sayılacaklardır.

Eğitim kurumlarının (okulların) öğrettiği gibi seven, hisseden, bilen, öven, düşünen bir birey dünyaya gelmiş olmanın şaşkınlığını bir türlü üzerinden atamayacaktır ve yabancılaşmaktan kurtulamayacaktır. Öğrenciler tarih, kültür, öz, erdem, ahlâk ve inanç gibi kavramlardan yoksun yetişmektedirler.

‘Nasıl bir eğitimle?’ sorusu sorulmuyor.

Etimolojik olarak eğitim; Latincedeki “educare”(edücation) kelimesinden türetilmiş olup “yetiştirmek” anlamına gelmektedir. Ne yazık ki piyasa ekonomisinin gerektirdiği şartlar çerçevesinde yetiştirilen bir nesil var karşımızda.. Bu aynı zamanda kapitalist üretim şeklinin getirdiği bir eğitim anlayışıdır. O yüzdendir ki TV’lerde “eğitim şart!” denilmektedir. Eğitimine ihtiyaç duyulan kesimler vardır. Her şeyin eğitimle düzeleceğine ilişkin sarsılmaz kanatlar mevcuttur. Ancak bu gibi söylemleri ağızlarından düşürmeyenler “Nasıl bir eğitimle?” sorusunu hiç akla getirmezler ve mevcut eğitim politikalarını hiç eleştirmezler. Ya bu kadar cahillik, ahlâksızlık, çürüme, saygısızlık, şiddet vs. gibi bir toplumun yapısını derinden sarsan olumsuzluklar sadece ve sadece şu anki “eğitim” politikaları neticesinde gerçekleşiyorsa! Ki öyledir. O takdirde eğitimin muhtevası, ne ifade ettiği, hangi temellere dayandığı, felsefesi üzerine tekrardan kafa yormak gerekiyor.

Bu ülkenin sosyal ve siyasal gerçekliğine, tarihine, kültürüne, inancına, dünyayı algılayış biçimine yaslanmayan hiçbir eğitim müfredatı ve de eğitim modeli bu ülkeye uymamakta ve başarısız olmaktadır. Manevî yozlaşmayı beraberinde getirdiği gibi bilim ve teknoloji adına da hiçbir ilerleme kaydedilmemektir. Ancak oyuncakları olan (cep telefonu, mp3 çalar vs. gibi teknolojik aletler!) ve bunları kullanabilen, oyuncaklarını tamir bile edemeyen bir nesille karşı karşıya olduğumuz bilinmelidir.

Eğitim mutlaka özgürlükçü bir temele yaslanmalıdır

Dünyayı, hayatı, içinde yaşadığımız ülkenin sosyal, siyasal ve ekonomik meselelerine olan bakış açımızı, algılayış biçimimizi geliştirdiğimiz tutum ve tavırları hep eğitim kurumlarından edindiğimiz bilgi, birikim ve duygularla belirliyor ve bu doğrultuda hareket ediyoruz. Burada eğitim kurumlarının devletin kendisine bağımlı, uyumlu ve uysal yurttaşlar yetiştirme merkezi görme işlevinin büyük bir önemi vardır. Devletin kurguladığı ve müdahil olduğu bir eğitim sistemimin merkezinde tabiî olarak “itaat” yer almaktadır. Matematik dersinde bile bireyin millî meselelere yönlendirilmesi bu duruma verilebilecek küçük bir örnektir. Hâlbuki merkeze insani vasıfları, farklılıkları, düşünceyi, demokrasiyi, evrensel insan haklarını almayan bir eğitim sisteminden bireyin ve toplumun eğitilmesini, insanlaşmasını ve özgürleşmesini bekleyemezsiniz.

Eğitim sadece fabrikalara iş gücü sağlama, sanayide, teknolojide durmadan alet üretme, icat yapma, sermeyenin ihtiyaçlarını karşılama şeklinde ele alınıyor ve bu minvalde işlev görüyorsa ki bu bir nev'î “araç” tır artık her türlü olumsuzluğun eğitim kurumlarından fışkıracağına emin olabilirsiniz. Eğitim bireyi özgürleştirici bir süreç olmaktan asla çıkarılmamalıdır. İnsanlığı, ahlâkı, erdemi önceleyen bunun yanında bilim üreten, teknoloji üreten, sanat, kültür ve edebiyatla uğraşan bilinçli, kaliteli nesiller yetiştirme amacını gütmelidir. Ülkemizde eğitim özgürlükçü bir anlayışla yeniden şekillenmediği sürece bırakınız mevcut sorunları çözmeyi bu sorunlara her gün bir yenisinin daha ekleneceği akıldan çıkarılmamalıdır. Hâlbuki on altı yıl boyunca eğitim kurumlarının tezgâhından geçen bir bireyin “herkes için adalet herkes için özgürlük” düsturunu içselleştirip bunu rahatlıkla dillendirmesi gerekirdi.

Bir ülkenin farklılıklarla barışık, özgür bireylerini yetiştirmenin yolunun kuşkusuz özgürlükçü bir anlayışla şekillenmiş, hukukun, insan haklarının, demokrasinin, bilimin, sanatın ve felsefenin doğru anlatımlarla kazandırıldığı bir eğitim sisteminden geçeceği bilinmelidir. Avrupa Birliği ülkelerinde gerek eğitimle ilgili gerekse insan haklarıyla ilgili ciddî sorunların yaşanmamasının altında bu eleştirilerin, hesaplaşmaların ve çözüm modellerinin uygulanması yatmaktadır.

Eğitim iş kolunda faaliyetlerini sürdüren örgütlenmeler hâlâ ideolojik, pragmatist ve muhalif bilinçten yoksun bir yapıda işlev görmektedirler. Ayrıca eğitime dönük ciddî projelerde üretememektedirler. Bu durumda “eğitim” ciddî bir sorun olarak hâlâ vahametini korumaktadır. Eğitim çalışanlarının eğitime ve buna bağlı olarak ülke sorunlarına duyarlı, daha evrensel, daha eleştirel, özgürlükçü ve insan haklarına saygılı bir bilinçle yaklaşmaları beklenirken ideolojik yapıdaki sendikalarının tutumları yüzünden aynı binanın çatısı altında kendi aralarında ayrışmalar yaşamaktadırlar. Bu durumda elbette ki eğitim ve öğretimin kalitesinden bahsedemeyiz. Sivil toplum örgütleri kendi aralarında çatışmadan, ayrışmadan çok yönlü, çok kültürlü, demokratik, farklılıklara açık, özgürlükçü ve kaliteli eğitim- öğretim projeleri ve eğitim modelleri sunmak zorundadırlar. Sendikalar bütün işi MEB’e bıraktıkları sürece eğitim adına hiçbir sorunumuzu halledemeyiz. Daha uzun yıllar eğitim sisteminin tıkanıklığından bahsederiz.

Ufuk COŞKUN

09.09.2008


Zenginlik görgüsü

HER ülkede zenginler vardır, yoksullar vardır. Olabilir. Normaldir.

Sosyolojik bir gerçek ki, ülkelerin –ortalama- nüfusunun yüzde 20’sini üst gelir grubu, yüzde yirmisini alt gelir grubu, yüzde 60’ını da orta direk denilen orta gelir grubu oluşturur.

Üst gelir grubuna dahil insanları “zengin” ve “varlıklı” gibi kelimelerle anarız.

Alt gelir grubuna mensup olanlara da “fakir”, “yoksul”, “dar gelirli” gibi kelimeler yakıştırırız çoğu kez.

Geriye kalan azim kalabalık ise “orta direk” olarak anılırdı; tabi bir zamanlar…

Şimdilerde onlar da tedavülden kalktılar; onlar da alttaki yüzde 20’ye dahil oldular.

Böylece ülkemizde alt gelir grubu nüfusun yüzde 80’ini oluşturuyor artık.

Peki, irili ufaklı yüzde 20’lik kesim, yani varlıklı insanlar bu paraları nereden kazanıyor?

Siz düşünmeden ben söyleyeyim: Yüzde 80’nin sırtından kazanıyor.

O zaman, bu kesim “Para benim kime ne?” deme hakkına sahip midir?

Hayır!

Farz edin ki, o para onun olsun. Toplumun kahir ekseriyeti açken bu tür davranışlar sergilemek doğru mu?

Nasıl görkemli düğünler düzenleyip, dolarları saçabiliyorlar? Mütevazi bir düğün salonu neyine yetmiyor da kocaman bir stadyum, ne iş? Mercedes ile değil, sahaya helikopterle iniyor sünnetlik velet!

Olabilir. Yapabilir. Sonuçta parası var… Yapsa ne olur? Görgüsüzlük olur!

Peki, “kırk aç adamın huzurunda kemal-i iştiha ile yenilir mi?”

Yerse görgüsüzlük olur. Adam gibi adam olan, insanlarda, özellikle fakir, aç, sefil, borç batağında yüzen insanlarda gıpta damarını tahrik etmez.

Bu insanlar, tarihte cömertliği, misafirperverliği ile ün salmış Hatem-i Tai’yi örnek alsınlar.

Neymiş, “para benim param kime ne” imiş. Edep Ya Hu!

Buna düpedüz görgüsüzün daniskası denir! Bu adamlar bizim Temel gibiler. At yarışlarında çok para kazanan cimri Temel’e, bir müddet sonra sormuşlar: -Artık çok zengin oldun. Gene de eskisi gibi borçlarını ödemiyorsun. Niçin?

Temel: “Ben kendime ‘Zengin oldu da, değişti’ dedirtmem.”

Temel gibi bir de Arap emlâkçı var. Bu zat da nereden çıktıysa İngiltere’de Manchester City kulübünü satın aldığı yetmiyormuş gibi 42 milyon avroya Robinho nam Brezilyalı oyuncuyu da satın almış. Şimdi de ağzını açmış “Cristiano Ronaldo için 240 milyon dolar önereceğiz” demiş.

İnsaf. Vicdan. Müslüman âlemi perişanlık içindeyken bu ne aymazlık!

Bu adama görgüsüzün daniskası demek lâzım.

Tekrar dönelim: Zenginseniz işte size cömertlik ve tevazuda bir örnek: Hatem-i Tai…

Misafirlerine yaptığı izzet ve ikramdaki cömertliğiyle tarihte yerini almış örnek bir mütevazi zengin…

Özetle; görgü ve edep sahibi zengin şefkatli ve merhametli olur.

Zengin olmak kolaydır; ama şefkatli ve merhametli zengin olmak zordur.

Şefkatli ve merhametli zengin, kırk aç adamın huzurunda iştahla yemez, içmez, gıpta damarını tahrik etmez.

Sahiplendiği, tevehhüm ettiği mülkiyete “mânâ-yı ismi” ile bakmaz; “mânâ-yı harfi” ile bakar.

Yani; “Benim!” demez; “Benimledir!” der.

B. Sait ÇİFTÇİ

09.09.2008


Eğitimde, Afrika ülkeleriyle yarışabiliyoruz!

Ülkelerin gelişmişliği ile eğitim sistemi arasında yakın bir ilişki olduğunu söyleyen Bağımsız Eğitimciler Sendikası Genel Başkanı Avcı, “Türkiye gibi ülkelerde eğitim sisteminin niteliğine ilişkin olarak ortaya çıkan sorunlar, az gelişmişliğin hem sebebi hem sonucunu oluşturur. Türkiye’nin genelde olumsuz göstergelerde ön sıralarda, olumlu göstergelerde ise sonlarda yer almasına etki eden en önemli faktör, başta politik olmak üzere, ekonomik-toplumsal-kültürel yapısı çerçevesinde oluşturduğu baştan savma eğitim sistemidir” dedi.

Bugün temel bir insan hakkı olarak kabul edilen eğitimin parasız, bilimsel, eşitlikçi ve demokratik bir muhtevaya sahip olması gerektiğini fakat Türkiye’de niteliksiz ve ezberci bir eğitim sistemiyle karşı karşıya olunduğunu vurgulayan Avcı, “Türkiye’de eğitimin durumuna baktığımızda, gelişmiş ülkelere kıyasla istenilen düzeyde olmadığı görülmektedir. Türkiye’de eğitim özetle şu şekildedir, diyerek Türk eğitim sisteminin dudak uçuklatan ve acınacak haldeki durumunu gösteren şu tabloyu çizdi:

Türkiye’de nüfusun ortalama eğitim süresi köylerde 4, şehirlerde 6 yıl, okulöncesi, ilköğretim ve ortaöğretimde 6 milyon çocuk ve gencimiz, çağ nüfusu içinde olmasına rağmen eğitim hakkından yararlanamıyor. Okul öncesi eğitim çağ nüfusu 4 milyondan fazla olmasına karşın, okul öncesi eğitimden yararlanan öğrenci sayısı sadece yüzde 25. 737. 614 çocuk ilköğretimden yararlanamıyor. Bu çocukların yüzde 70’i kız, önceki eğitim-öğretim yılında 110.975 ilköğretim öğrencisi okulu terk etti. Erkek öğrencilerin ilköğretimden ortaöğretime geçiş oranı yüzde 89,5, kız öğrencilerde bu oran 80,9. 8 bin 325 okulda ikili, 17 bin 636 okulda ise birleştirilmiş sınıflarda eğitim veriliyor. İlköğretim okullarında köylerde; 3.733 okulda, 14.481 derslikte, 763.000; Şehirlerde 4.291 okulda, 73.066 derslikte 4. 885. 000 öğrenci ile ikili eğitim yapılıyor. 150 bin öğretmen, 20 bin memur, hizmetli ve yardımcı personele, 160 bin dersliğe ihtiyaç var.

Dünyadaki 3 bin 700 akademik aktivite, dünya çapında ünlü 30 üniversitenin en iyi araştırma laboratuvarlarında çalışan tecrübeli elemanlarla görüşme, 736 iş kurumu ile yapılan görüşme, uluslar arası çalışmalar, uluslar arası öğrenci oranının toplam öğrenciye göre durumu gibi kriterlerin değerlendirildiği dünyanın en iyi 500 üniversitesi sıralamasında bir tek üniversitemiz yok. Çin’de yapılan bu araştırma yanında, İngiltere’deki başka bir araştırmada da sonuç değişmedi; Türk üniversiteleri ‘Dünyanın en iyi 500 üniversitesi’ sıralamasında ‘sıfır’ çekti.

Eğitimin sorunlarının çözümü eğitim hakkının toplumsal bir hak olduğu, bu hakkın eşitlikçi bir kamusal alan ve buna bağlı olarak benimsenecek kamusal kaynak kullanımıyla sağlanabileceğini söyleyen Avcı, Ancak kamusal kaynakların, toplumsal ihtiyaçlar yerine diğer alanlara kaydırılması, hatta iş çevrelerine kaynak aktarımının, başta eğitim olmak üzere, kamu hizmeti alanlarından sağlanması, eğitim sistemimizin sorunlarının her geçen yıl daha da artmasına sebep olmaktadır, şeklinde kaydeden Avcı, şöyle devam etti:

* Büyük şehirlerimizde sınıf başına 54 öğrenci

Avrupa Birliği’nde öğrenci sayısının en fazla olduğu İngiltere’de, ilkokullarda öğretmen başına yaklaşık 21 öğrenci düşüyor. Öğrenci sayısının yüksek olduğu diğer iki ülke olan Almanya ve Fransa’da yaklaşık 19 öğrenciye bir öğretmen eğitim verirken, Türkiye’de büyük şehirlerde sınıf ortalamaları 54 öğrenciden oluşuyor. Türkiye’de öğretmen başına düşen öğrenci sayısı, bölgelere ve illere göre farklılıklar gösteriyor. Öğretmen başına öğrenci sayısının en fazla olduğu iller, Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde yer alıyor. Öğretmen başına düşen öğrenci sayısı 57 ile en yüksek Şırnak’ta. Bir öğretmene Ağrı’da ortalama 48, Şanlıurfa’da 43, Mardin’de 39 öğrenci düşüyor.

* 1 milyon çocuk okulsuz

8 yıllık kesintisiz eğitim zorunluluğuna rağmen, Türkiye’de 1 milyon çocuk okuma-yazma bilmiyor. İlköğretimde yüzde 90.1, ortaöğretimde ise yüzde 56.5 okullaşma oranına sahip olan Türkiye’de ilköğretimde ortalama yüzde 98,9 oranında okullaşma oranına sahip olan Avrupa Birliği’nin oldukça gerisinde bulunuyor. Okullaşma oranı, İspanya’da yüzde 99.4 Fransa ve Portekiz’de yüzde 98.9, İtalya’da yüzde 98.8, Hollanda ve İngiltere’de yüzde 98.7, İsveç’de yüzde 98.6 düzeyinde. Dünyanın gelişmiş ülkeleri arasında yer alan Japonya’da yüzde 99.9 olan ilköğretimde okullaşma oranı, Güney Kore’de yüzde 99.6 düzeyinde.

12 yıl kesintisiz eğitime geçilmesinin tartışıldığı Türkiye’de, bu sürede eğitim yapabilmek için okullaşma oranının arttırılması gerekiyor. Okullaşma oranının artması ise hane halkı ekonomisinin düzelmesi ve millî eğitime bütçeden ayrılan payın yükseltilmesi gerekiyor. Çok sayıda çocuk, ekonomik zorluklar sebebiyle, ilköğretimden sonra çalışmak zorunda kalırken, Millî Eğitim Bakanlığı’nın bütçesi gerekli yatırımları yapmaya yetmiyor.

* Engellilerin yüzde 36’sı okur-yazar değil

Başbakanlık Özürlüler İdaresi Başkanlığı’nın verilerine göre, Türkiye’deki 8 milyon 341 bin 937 engellinin yüzde 36.3’ü okuma-yazma bilmiyor. Engelliler arasında, ilkokul mezunlarının oranı yüzde 41. Yüksekokula devam edebilenlerin oranı ise sadece yüzde 2.24. Örgün eğitim verilen okulların özel alt sınıflarında, kaynaştırma sınıflarında, kaynak odalarında ve rehabilitasyon merkezlerinde verilen özel eğitim, engellilerin eğitim ihtiyacını karşılamıyor. Resmî örgüt özel eğitim kurumlarının sayısı 644 olup, bu kurumlarda toplam 39 bin 520 engelli öğrenci eğitim görüyor. Öğretmen sayısı ise 6 bin 811. Eğitim imkânlarından yoksun kalan engelliler, iş hayatında da yer alamıyor.

* Millî Eğitim Bakanlığı bütçesi yetersiz

Türkiye’de eğitime ayrılan kaynakların yetersiz olduğu dikkati çekiyor. Az gelişmiş ülkelerde yüzde 3.1, orta gelişmiş ülkelerde yüzde 4.4, gelişmiş ülkelerde yüzde 5.6 olan kamu eğitim harcamalarının GSYİH içindeki payı, dünya ortalamasında yüzde 4.4, AB ortalamasında ise yüzde 5.1 düzeyinde bulunuyor. Millî Eğitim Bakanlığı, 2008 yılında 22 milyar 915 milyon YTL olarak GSYİH’dan ancak yüzde 3.2’lik pay alabildi. AB ülkelerine göre GSMH’si nüfusa orantılı olarak oldukça düşük olan Türkiye bu oranla, hem dünya hem de AB ortalamasının gerisinde kalıyor. Öngörülen bütçe rakamları sadece zorunlu harcamaları, eğitim sistemi geçmiş yıllarda olduğu gibi yine sorunlarıyla baş başa bırakılacaktır.

Türkiye’de konsolide bütçe yatırım ödeneğinden Millî Eğitim Bakanlığı yatırımlarına ayrılan pay da istenen düzeye ulaşamadı. Millî Eğitim Bakanlığı verilerine göre, yatırım bütçesinin konsolide bütçe yatırım ödeneği içindeki payı yıllar itibariyle geriliyor. Söz konusu pay, 2000 yılında yüzde 28.3, 2003’te yüzde 16.4 olan bu oranın 2008 yılında yüzde 13 civarında.

Mustafa OĞUZ

09.09.2008

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 
GAZETE 1.SAYFA

Site yöneticisi | Editör
Yeni Asya Gazetesi Gülbahar Cd. Günay Sk. No.4 Güneşli-İSTANBUL T:0212 655 88 59 F:0212 515 67 62 | © Copyright YeniAsya 2008.Tüm hakları Saklıdır