"Gerçekten" haber verir 18 Kasım 2008
Anasayfam Yap | Sık Kullanılanlara Ekle | Reklam | Künye | Abone Formu | İletişim
ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET ve ŞÛRÂDIR

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi

adresine bekliyoruz.

 

Basından Seçmeler

Kemalizm, Alevîleri de ezdi

Tarihsel geçmişi olmakla birlikte Alevi meselesinin bir kimlik sorunu olarak ortaya çıkışı Cumhuriyet ile yaşıt. Fakat Alevîler çelişkili bir şekilde Cumhuriyetin, laikliğin, Kemalizm’in bekçisi olarak görülür, kendileri de inanır buna. Bu nasıl oluyor?

Aleviler, Hanefi-Sünnî mezhebine göre düzenlenmiş dinsel bir devlet anlayışındansa cumhuriyeti savunurlar. Devletin bütün dinlere mezheplere eşit mesafede olmasını yani laikliği de canı gönülden tercih ederler. Bunlar anlaşılır şeyler fakat Alevî sorununu günümüze taşıyan temel mesele; cumhuriyete hákim olan Kemalist ideolojinin, bu coğrafyada yaşayanların vicdan hürriyetlerine, inançlarına karşı çarpık bir laik yaklaşım geliştirmesinden kaynaklanıyor.

Bu yaklaşım aslında Alevîler gibi diğer inanç ve mezhep grupları için de geçerli...

Kuşkusuz Diyanet sadece Alevîlere karşı kurulmadı. Laikliğin en temel sözlük karşılığı; din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılması ve devletin bütün inanç kesimlerine aynı mesafede durmasıdır. Oysa Diyanetin, kuruluş yasasında yazdığı gibi; insanların dinî ibadetlerini yönetmek, yönlendirmek gibi bir amacı, çoğunluk Sünnîlerden oluştuğu için de buna yönelik bir tercihi var. Bugün 2 milyarlık bütçesi, yüz binin üzerinde personeli olan bir kurumun olduğu bir sistemin laik; Türkiye’de, insanların dinî, vicdanî inançsal özgürlüğünü güvence altına alan bir laiklik olduğunu kim iddia edebilir ki?

Bu tarihî bir gerçeklik, başından beri böyleydi. Alevîler Atatürk dönemini bütün çıplaklığıyla ‘olduğu gibi’ görebiliyor mu?

Alevîler içinde adeta bir misyoner gibi Atatürkçülüğü yaymaya çalışanlar bir hurafe olarak ‘Atatürk zamanında böyle değildi, sonradan oldu’ derler. ‘Atatürk zamanında neydi?’ sorusunun cevabı şudur: Diyanet 1924’te kurulmuştur! Tekke ve zaviyelerin kapatılmasıyla ilgili kanun da öyle... Türkiye’de çok şükür hiçbir zaman camileri kapatmaya niyetlenmediler. Ama Alevî dergáhları bu yasayla kapatıldı. (...) Alevî inancı açısından anlam taşıyan, dedelik, babalık, pirlik gibi sıfatlar sebebiyle binlerce insan şiddet eziyet gördü, hapislere atıldı. Evet, Cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren yaşandı bunlar.

Bütün bunlara rağmen Alevilerin Atatürk’e olan bağlılığının ardında ne var?

Millî mücadele yıllarında Mustafa Kemal’i destekleyen kesimlerden biri de Alevîlerdir. Hacı Bektaşı ziyaret ettiği, dedelerin elini öpüp destek istediği, buna karşılık ilk Mecliste birçok Alevî dedesinin mebus olduğu bilinir. Ama Mustafa Kemal, bunu diğer kesimlere de yapmıştır. Destek için Kürtlere ‘Size muhtariyet vereceğiz’, bir şeyhe ‘Bizim mücadelemiz hilâfeti kurtarmak içindir’ demiştir. Alevilerin de gönüllerini hoş edecek cümleler kurmuştur. Fakat Cumhuriyet hiçbir zaman Alevîlerin varlığını, istemlerini, ibadet etme hak ve özgürlüklerini gözeten, güvence altına alan bir cumhuriyet olmadı. O yüzden Cumhuriyet ve laiklik, Alevîler açısından kocaman bir fiyasko, büyük bir hayal kırıklığıdır.

Aradan geçen 85 yılda Alevîlerin hiçbir kazanımları olmadı mı?

85 yılda Türkiye sosyo-ekonomik açıdan bir yerden bir yere geldi. Fakat Cumhuriyeti kuran, devleti yöneten zihniyet açısından fazla bir şey değişmedi. Alevîlerin de daha özgür ve rahat, bir Alevî olarak yaşamalarına imkân sağlayacak hiçbir kazanımı olmadı. Bu kadar net ve kesin.

‘HZ. ALİ, ATATÜRK DONUNDA’

Alevîler kendilerine vaat edilenin dışında bir muameleye maruz kaldıklarının farkına niye bu kadar geç vardı peki?

Bu çok önemli bir sorundur. Cevabı şudur: Cumhuriyetin ilk on yıllarında topluma reva görülen düzenin sağlanabilmesi için daha çok baskı ve zor araçları kullanıldı. 1921’de Koçgiri’de, 1938’de Dersim’de çok ciddî Alevî katliâmları yapıldı, korku empoze edildi. 85 yılın Alevîleri nereye getirdiğini irdelerken ele alınması gereken temel kavramlardan biridir, korku. Sürekli kafanıza sopa vuran bir rejim varken korku duymamanız mümkün mü?

Bu korku aynı şekilde devam ediyor mu?

Korku geçen sürede içselleşti. Paulo Freire’nin Ezilenlerin Pedagojisi’nde söylediği gibi, ezilenler istikrarlı ve sistematik şekilde baskı görürse, zamanla kendisini, baskıyı yapan güce benzetmeye çalışıyor. Alevî hikâyesinin özü de bu. Alevîler güç sahiplerine karşı ‘Biz de sizin gibi düşünüyoruz, söylediklerinizin teminatıyız’ gibi bir psikolojiye girerek kendilerini yaşatmaya çalıştı. Açıkçası takiyye yaptılar. Enteresan olansa zamanla buna inanmaya başlamaları.

Bir çeşit rahatlama ihtiyacı her halde?

Evet, kendilerini ikna etmeye çalışmak bu. Nefret ettikleri güce karşı ‘beni artık ezme, daha fazla vurma’ dercesine bir yakınlaşma ihtiyacı. Fakat korkunun içselleşmesi, ezilenlerin ezenlerle benzeşmesi, çarpık bir duruma yol açtı. Şöyle şayialar çıktı: ‘Atatürk aslında Diyaneti şeriatçılara karşı kurdu. Bizimle alâkası yoktu. Alevîlerin haklarını verecekti’.

Bunların herhangi bir gerçekliği var mı?

Yok. Tamamen şayia. Atatürkçülük konusunda o kadar ileri gidiyorlar ki, meselâ bir Alevî derneği başkanı, Alevîlerin niçin Atatürkçü olması gerektiğini anlatırken kalkıp ‘Hazreti Ali Atatürk donunda geldi, siroz oldu, öldü’ diyor. Böyle bir gayri ciddîlik, saçmalık olabilir mi?

Konuşan: Fadime Özkan

Star, 16.11.2008

18.11.2008


Vecdi Gönül ve Korkan Cumhuriyet

“Yanlış Cumhuriyet”, “II. Cumhuriyet”, “Askerî Cumhuriyet” gibi birtakım sıfatlar takılıyor şu anki idare sistemimize. Benim kanaatim en doğrusu “Korkan Cumhuriyet”. 85 yıl geçmiş olmasına rağmen her yerinden korku fışkırıyor bu Cumhuriyet’in. Alevîlerin cemevlerinden, Kürtlerin anadilinden, dindar kadınların başörtüsünden, Rumların Heybeliada’sından, Ermenilerin Akdamar’ından korkuyoruz.

(...)

Osmanlı’nın kurduğu Heybeliada açılırsa, İstanbul’un Vatikan olacağından endişeliyiz. Akdamar Kilisesi’ni restore ediyoruz ama tepesine haç konulmasına itiraz ediyoruz, o zaman o toprakların geçmişte Ermenilere ait olduğunu mu itiraf etmiş olacağız? Başörtüsü şeriatı, Kürtçe bölünmeyi, cemevleri dini tamamen devlet kontrolüne sokan laikliğimizi tahrip edecek. Geçen hafta bu korkular neredeyse resmî geçit yaptı Brüksel’de. Millî Savunma Bakanı Vecdi Gönül’ün talihsiz sözleri ile Ermeni ve Dersim konferansları birbirini takip etti. PKK sempatizanlarının Dersim’i soykırım ilân eden ürkütücü üslûpları, Tunceli’nin “işgal edilmiş” topraklar olduğu tezleri zihnimde “Vecdi Gönül bu tür insanlar yüzünden mi böyle konuşuyor yoksa bu insanlar Gönül zihniyeti yüzünden mi böylesine tahrikkâr ve tahripkâr bir tarz benimsiyorlar?” sorusunu canlandırdı. Sorular birbiri ardına sökün etti. Gönül bu talihsiz sözleri sarf etmek için neden Brüksel’i seçmişti? Erdoğan’ın Kürt meselesine ilişkin sert lâflarından sonra “Başbakan’ın bakanı” havası mı ortaya çıkmıştı? Gönül, bu sözlerinden dolayı hâlâ nedamet duymuyorsa, Türkiye’yi AB’ye taşıyacağı umulan hükümetin memleketin sorunlarına bakışında yeni “Gönül çizgisi” benimsediğine mi hükmetmek gerekiyordu?

1915 olaylarının üzerinden 93, 1923 üzerinden 85 yıl geçtikten sonra 600 yıllık Osmanlı geleneği ile her fırsatta övünen bu hükümetin temsilcilerine Bahattin Şakir edası ile “azınlıklarımızı iyi ki temizledik” demek mi yakışır yoksa “keşke onları göndermeden yeni bir millî kimlik inşa edebilseydik” demek mi? Avustralya ve Kanada neredeyse yok ettikleri yerlilerinden özür dilerken, Fransa bile Cezayir için özür dilemenin etrafında ısınma turları atarken, bizim hâlâ “iyi ki yaptık, bir daha olsa bir daha yaparız” mânâsına gelen lâfları AK Partili bakanlardan duymamızı, hükümetin Ankara’ya teslim olmasının diğer bir karinesi olarak mı okumak gerekiyor?

Selçuk Gültaşlı / Zaman, 16.11.2008

18.11.2008

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 
Ufo ısıtıcılar, infrared ısıtıcı, kumtel ısıtıcılar.
GAZETE 1.SAYFA

Sitemizle ilgili görüş ve önerileriniz için adresimiz:
Yeni Asya Gazetesi Gülbahar Cd. Günay Sk. No.4 Güneşli-İSTANBUL T:0212 655 88 59 F:0212 515 67 62 | © Copyright YeniAsya 2008.Tüm hakları Saklıdır