25 Eylül 2009 ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET VE ŞÛRÂDIR İletişim Künye Abonelik Reklam Bugünkü YeniAsya!

Eski tarihli sayılar

Günün Karikatürü
Gün Gün Tarih
Dergilerimiz

Lahika

Hadis-i Şerif Meâli

Kim Allah rızâsı için bir gün oruç tutarsa, Allah onu yetmiş sene Cehennem ateşinden uzaklaştırır.

Câmiü's-Sağîr, No: 3669

25.09.2009


İlim, imana nasıl düşman olabilir?

İslâmiyetin mağz ve lübbünü terk ederek kışrına ve zahirine vakf-ı nazar ettik ve aldandık. Ve sû-i fehim ve sû-i edeple İslâmiyetin hakkını ve müstehak olduğu hürmeti ifa edemedik. Tâ, o da bizden nefret ederek evham ve hayalâtın bulutlarıyla sarılıp tesettür eyledi.

Hem de hakkı var. Zira biz İsrâiliyâtı usulüne ve hikâyâtı akaidine ve mecâzâtı hakâikına karıştırarak kıymetini takdir edemedik. O da ceza olarak bizi dünyada te’dib için zillet ve sefalet içinde bıraktı. Bizi kurtaracak yine onun merhametidir.

Öyleyse, ey ihvan-ı müslimîn! Geliniz, ona tarziye vereceğiz. Elbirliğiyle dest-i sadakati uzatacağız, biat edeceğiz. Onun hablü’l-metinine sarılacağız. Hem de bilâ-perva olarak ilân ederim: Beni geçmiş asırların efkârına karşı mübarezeye heyecan ve şecaate getiren ve yüzer senelerden beri sevkü’l-ceyş ile kuvvet bulan hayâlât ve evhamın müdafaasına beni gayrete getiren itikadım ve yakînimdir ki: Hak neşvünema bulacaktır—eğer çendan toprakta gizlense... Ve taraftar ve mültezimleri muzaffer olacaklardır—eğer çendan zaman ve zeminin merhametsizliğinden az ve zayıf olsalar...

Hem de itikadımdır ki: İstikbale hüküm sürecek ve her kıt’asında hâkim-i mutlak olacak, yalnız hakikat-i İslâmiyettir. Evet, saadet saray-ı istikbalde taht-nişin hakaik ve maarif yalnız İslâmiyet olacaktır. Onu fethedecek yalnız odur; emareler görünüyorlar.

Zira mazi kıt’asında, vahşetâbâd sahralarında hayme-nişin taassup ve taklid; veyahut cehlistan ülkesinde menzil-nişin müzahrefat ve istibdad olanlara, şeriat-ı garrânın galebe-i mutlak ve istilâ-i tâmmına sed ve mâni olan sekiz emir, üç hakikatle zîr ü zeber olmuşlardır ve oluyorlar. O mâniler ise, ecnebilerde taklit ve cehalet ve taassup ve kıssîslerin riyaseti; ve bizdeki mâni ise, istibdad-ı mütenevvi ve ahlâksızlık ve müşevveşiyet-i ahvâl ve atâleti intaç eden yeistir ki, şems-i İslâmiyetin küsufa yüz tutmasına sebep olmuşlardır.

Sekizinci ve en birinci mâni ve belâ budur: Bizle ecnebiler, bazı zevahir-i İslâmiyet ve bazı mesail-i fünun ortasında hayal-i bâtıl ile tevehhüm eylediğimiz müsademet ve münakazattır. Aferin maarifin himmet-i feyyâzânesine ve fünunun himmet-i merdânesine ki, meyl-i taharrî-i hakikat ve muhabbet-i insaniyet ve meyl-i insaf olan hakaiki teçhiz ederek o mânilere gönderip zîr ü zeber etmiş ve ediyor.

Evet, en büyük sebep ki, bizi dünya rahatından ve ecnebileri âhiret saâdetinden mahrum eden, şems-i İslâmiyeti münkesif ettiren, su-i tefehhüm ile tevehhüm-ü müsademet ve muhalefettir. Feyâ lil’acep! Köle efendisine, hizmetkâr reisine ve veled pederine nasıl düşman ve muarız olabilir? Halbuki İslâmiyet fünunun seyyidi ve mürşidi ve ulûm-u hakikiyenin reis ve pederidir. Fakat, vâ esefâ, bu su-i tefehhüm ve şu tevehhüm-ü bâtıl, şimdiye kadar hükmünü icra ederek vesvesesiyle ye’si ilka edip bab-ı medeniyet ve maarifi Ekrad ve emsallerine kapattırdı. Zira bazı zevahir-i diniyeyi fünunun bazı mesailine muarız tahayyül ederek ürktüler.

Ezcümle: Küreviyyet-i arz ki, fünunun en birinci derecesi olan coğrafyanın en birinci basamağıdır. İleride gelecek altı meseleye münafi zannettiklerinden, bu bedihî meselede mükâbere etmekten çekinmediler.

Muhakemat, s. 8, (yeni tanzim, s. 23)

LÜGATÇE:

veled: Çocuk.

fünun: Fenler, ilimler.

seyyid: Efendi.

ulûm-u hakikiye: Hakikî ilimler.

mağz: Öz, iç.

lübb: İç, öz.

kışr: Kabuk, dış taraf.

vakf-ı nazar: Bakışı sadece bir şeye has kılmak.

sû-i fehim: Anlayışın fenalığı, kötü anlayış.

İsrâiliyât: Yahudi ve Hıristiyanların inanç, ahlâk, tarih ve efsaneye dayalı kültüründen İslâma karıştığı bilinen şeyler.

sevkü’l-ceyş: Asker sevk etme.

taht-nişin: Tahta oturan, padişah.

hayme-nişin: Çadırda oturan, göçebe.

menzil-nişin: Yerinde oturan.

kıssîs: Keşiş, papaz.

zevahir-i İslâmiyet: İslâmiyetin dış görünüşleri, göze çarpan kısımları.

müsademet: Çarpışma.

münakazat: Zıtlıklar.

mükâbere: Kendini büyük görme, büyüklük taslama.

25.09.2009


Seyda’nın misafirleri ve Urfa

Urfa’ya gitmeyeli yıllar olmuştu. Canım babacığımın çocukluğumda masal tadında anlattığı İbrahim Peygamber (as) hikâyelerinin mekânlarında, henüz yedi yaşımda iken beni gezdirmişti.

Aynelzelha’nın kokan gülleri, dergâha giden yoldaki dut ağaçları ve nohut bitkisini yaprak ve meyveleriyle bir çırpıda yiyen balıkların hafızamdaki canlılığına, dokunduğum hayatın renkleri henüz yetişemiyor. O koku, o tarâvet ve tazelik ile meyvesine düşkün olduğum koca dut ağaçlarına bakışlarım belki de cennetî levhalar halinde istikbale geçtiler.

Çocukluğumun dimağıma ve damağıma nakşettiği Urfa’ya daha sonra gençlik yıllarımda gelecektim. Seyda’nın Kur’ânî dâvâsına müştak ve meftun cennetî pervanelerle ziyaret ettiğim Urfa da, masal ülkemdeki şehirden pek geri kalmazdı. Sonra bir çok hadise birden yolumu kesince, sıladan ırak kaldım. Yıllarca hatıraların hayalhanemdeki yeni desenleriyle yetinmek zorunda kaldım. Daha doğrusu Seyda’nın vefat yıl dönümlerindeki cıvıl cıvıl Urfa’yı çok özlemiştim...

Önceleri de bir kaç kez tayyare ile Urfa’ya gitmiştim. Belki dikkatsizlik, zamansız mevsim ve başka şeyler şehri kuşbakışı seyrimi engellemişlerdi. Hz. İbrahim’in (as) Şam-ı Şerif’ini tahattur ederek zeytin bağlarını ve fıstık bahçelerini Urfa’nın etrafında seyretmemiştim. Yedi küpeli güzelin en şaşaalı takısı olan Urfa barajının Harran’ı yeşile boyadığını, Bozovalardan hayatın yeşil yeşil fışkırdığını ve baraj gölünün sağa-sola uzanan kollarını da görememiştim. Yukarıdan kuş bakışı ile başlayan lezzetli temâşâ, İpek Palas Oteline ulaştığımız ana dek devam etti.

Şu yazının çerçevesine Urfa elbette sığışmaz. Ne Eyyüb’ün (as) makamı, ne alevin suya ve közlerin balıklara dönüştüğü Balıklıgöl, ne meşhur Urfa Kalesi’nin mancınık direkleri, ne tarihî camilerle eski Urfa evleri ve ne de hâlâ tasarrufa devam eden Hayatü’l-Harrânî’nin Hülaguce hâk ile yeksan olmuş şehri bu yazıyla anlatılacak şeyler değil. En az, dolu dolu iki gün ancak gezilebilecek meşhur mekânların tasvir ve tarihçelerini, sahiplerine bırakarak, size yalnızca Urfa Mevlidi’nden bahsetmek istemiştim.

Ramazan-ı Şerif’in yirmi beşinde Urfa’da yaşayanlar neler hissetmezler ki... Mutlaka benim gibi bir süre hayret ve şaşkınlıkla etraflarını süzerler.

Burası neresi? Türkiye mi, yoksa masallarda anlatılan bir Arap şehri mi? Camileri ve minareleri Halep ve Şam’a o kadar benziyor ki... Kesme taştan yapılmış duvarların arasından kıvrılan daracık sokaklar... Yaşamış olsaydı, belki de Kurtuba veya Sevilla derdik. Bu şehirde bir taraftan Konya ve Maraş’ı solurken, diğer yandan Halep ve Şam-ı Şerif’i yaşıyorsunuz. Bir nokta daha var. Veya bir garib koku... Güzeller Güzelinin şehrinden bu beldeye bir koku sinmiş olmalı. Tevekkülü, misafirperverliği, tebessümü ve sehaveti ile Medinetü’n-Nebî’ye o kadar benziyor ki... Dergâh Camii’nin yanık sesli hafızı Nabi’nin meşhur dörtlüğünü okuyunca, iki de bir beni Yesrib’e uçuran hayâlime hak verdim. Kûy-u Mahbûb-u Hudâ’ya Urfa çok çok benziyordu. Dergâh’taki dâvetlilerin arasındaki yürüme zorluğu da Medine-i Münevvere’yi andırıyordu. Bu seneki kalabalık, geçen seneyi ikiye katlamış diyorlar. Bu tesbiti, onbinleri evlerindeki iftar sofralarına taşımak için yarışan Urfalı mihmandarlar yaptılar.

İsmini Halilürrahman’dan olan bu mübarek beldeyi, Efendiler Efendisi’nin (asm) şehrine benzetenler, sofralarına işaret ediyorlar. Hele Ramazan’da Urfa’nın her köşesine serilen iftar sofralarının sahipleri o kadar mutlu ki... Dâvetlilerden biri sakın “Zahmet oldu!” demeye görsün. Mihmandarın “Allah sizden ebediyyen razı olsun... Ya siz bana gelmez iseydiniz, ben naapardım. Rabbim bana ‘Kulum, bu yemekleri götür şu kullarıma memleketlerinde yidir’ dirseydi ben naapardım. Allah sizden razı olsun...” lâtif karşılığını başka diyarlarda duymak kolay değil. Seyda’nın mevlidi bir sebeptir. Urfalı, İbrahimvârî yedirmekten zevk alıyor. Dergâh’ta misafirleri taksim eden vazifelilere, “Bana yüz elli kişi, bana yüz kişi...” diyen Urfalı’nın sayısı o kadar çok ki. Bir mü’min şu topraklara düşmeye görsün... Bir de bakarsınız ki Halilürrahman’ın rengine boyanmış ve bu yönüyle Urfalı olmuş.

İttihad-ı İslâmın kapısındaki bu fedakârlara mihmandarlıkta Mardin, Diyarbekir, Adıyaman ve Antep’in de katıldıklarına bu senenin mevlidinde biraz daha şahit olduk.

Coğrafya ve estetik olarak yabancısı olmadığım bu diyarın bende ortaya çıkardığı duyguların daha fazla ve renklisini uzaklardan teşrif etmişlerde de oluşturacağına inanıyorum. Bediüzzaman’ın dâvâsına pervane olmuş Egeli, Trakyalı, Marmaralı, İç Anadolulu ve Karadenizliler Nurları okuyarak Urfa yollarına düşmüşler. Seyda’nın hem hayatını, hem eserlerini, hem de Kur’ânî müjdelerini risâlelerinden okumuşlar. Şark ise “Seyda” ile öyle bütünleşmiş ki, Seyda’yı tahattur ve tedâi ettiren her nesneye sahip çıktıkları gibi, onun misafirlerini de baştâcı ediyorlar.

Urfa mevlidindeki “Ramazan gecesi” bayramların doruklarında meleklerce dolaşır. Yalnızca insanların sevinç ve hasret çığlıkları duyulmaz Dergâh’ta... Kültürlerin, dillerin ve coğrafyaların da bu kudsî mekânlarda bayramlaştıklarına şahit olursunuz. Dâvetlilerin arasındaki hava, koku ve muhabbet; yalnızca dünyalıların bu geceye katılmadıklarını adeta haykırır... Ararsanız o mekânda kim bilir belki de Güzeller Güzelini, Halilü’r-Rahman’ı, Sabûr Eyyûb’u da bulabilirsiniz. Peygamberlerin verâsetine mazhar bir makamda Sahabi, tâbiîn, kutuplar, gavslar ve mehdi-i ahirzaman da elbette unutulamaz.

Bir yönüyle hasretin—azıcık—visâle ulaştığı noktadır Urfa. Buraya giden yollarda da nisbeten hasretler giderilir. Trabzon’dan, Erzurum’dan, Van’dan, Mardin’den, Isparta, İzmir, Çanakkale ve Edirne’den Urfa’ya akan yolların güzergâhlarındaki dostlarla hasret giderememişlerin ıztırabını çekenler bilir...

Birçoğumuz “kardeş” kelimesinin cennetî dünyasını gezmemiş olabiliriz. Bid’aların hücumuna maruz kalmış ve peygamber muhalifleriyle kuşatılmış bayramların tadını bilemediğimiz gibi... Belki bir çoğumuz “bayram” ve “kardeşliğin” hakikî lezzetini tadamadan bu diyarı terk edeceğiz. Fakat Urfa yollarındaki insanları görünce... Ramazan-ı Şerif’te sevda ile seferi ihtiyar edenleri görünce... Kur’ân’ı ve Güzeller Güzelinin tarif ettiği “kardeşleri” görmek üzere ve kalpleri tevhid eden gecedeki “bayram”ı yaşamak üzere Urfa’ya gelen Seyda’nın misafirleriyle karşılaşınca... İster istemez “Elhamdülillah” diyorsunuz. Geldiğinize, gördüğünüze ve yaşadığınıza Elhamdülillah.

ABDULLAH YAŞAR

25.09.2009

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

Gazetemiz İmtiyaz Sahibi Mehmet Kutlular’ın STV Haber’deki programını izlemek için tıklayın.
Dergilerimize abone olmak için tıklayın.
Hava Durumu
Yeni Asya Gazetesi, Yeni Asya Medya Grubu Yayın Organıdır.