24 Aralık 2009 ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET VE ŞÛRÂDIR İletişim Künye Abonelik Reklam Bugünkü YeniAsya!

Eski tarihli sayılar

Günün Karikatürü
Gün Gün Tarih
Dergilerimiz

Lahika

Âyet-i Kerime Meâli

Kitap ehli olanlar, “Yahudi ve Hıristiyan olun ki doğru yolu bulasınız" dediler. De ki: Doğrusu biz bütün bâtıl dinlerden uzaklaşmış olarak İbrahim'in dinine uyarız. Çünkü o müşriklerden değildi.

Bakara Sûresi: 135

24.12.2009


İntihar neden caiz değil?

Cenâb-ı Hak sana ibâha sûretinde verdiği hayatı intiharla hâtime çekemezsin, gözünü çıkaramazsın ve mânen gözü kör etmek demek olan gözü Verenin rızası haricinde harama sarf edemezsin.

Ey insan ve ey nefsim, muhakkak bil ki:

Cenâb-ı Hakkın sana in’âm ettiği vücudun, cismin, âzaların, malın ve hayvânâtın ibâhadır, temlik değildir. Yani, istifaden için kendi mülkünü senin eline vermiş, istifade et diye ibâha etmiş. Senin gibi, idare etmekten hakikaten âciz ve tedbirden cidden câhil bir şahsa temlik etmemiş. Çünkü, mülk olarak verseydi, idaresini sana bırakmak lâzım gelirdi.

Acaba en kolay, en zâhir ve daire-i ihtiyar ve şuurda dahil olan bir midenin idaresini yapamadığın halde, nasıl göz ve kulak gibi daire-i ihtiyar ve şuurun haricinde idare isteyen şeylere mâlik olabilirsin?

Madem sana verilen hayat ve hayatın levâzımatı temlik değil, ibâhadır. Elbette ibâhanın düsturuyla hareket etmek lâzımdır. Yani, nasıl bir zat, ziyafete misafirleri dâvet eder. Onlara, meclis ziyafetindeki eşyadan ve ziyafetten istifadeyi ibâha ediyor, temlik etmiyor. İbâha ve ziyafetin kaidesi ise, mihmandarın rızası dahilinde tasarruf etmektir. Öyleyse israf edemez, başkasına ikram edemez, sofradan kaldırıp başkasına sadaka veremez, dökemez, zâyi edemez. Eğer temlik olsaydı, yapabilirdi ve kendi arzusuyla hareket edebilirdi.

Aynen bunun gibi, Cenâb-ı Hak sana ibâha sûretinde verdiği hayatı intiharla hâtime çekemezsin, gözünü çıkaramazsın ve mânen gözü kör etmek demek olan gözü verenin rızası haricinde harama sarf edemezsin. Ve hâkezâ, kulağı ve dili ve bunlar gibi cihazâtı harama sarf etmekle mânen öldüremezsin. Ve eti yenilmeyen hayvanını lüzumsuz tâzip edip katledemezsin. Ve hâkezâ, bütün sana verilen nimetler, bu misafirhane-i dünyanın sahibi olan Mihmandar-ı Kerîm-i Zülcelâlin kavânîn-i şeriatı dairesinde tasarruf etmek gerektir.

Barla Lâhikası, s. 522, Mektub No: 251; Lem’alar, s. 334

***

İ’lem eyyühe’l-aziz!

Cenâb-ı Hakk’ın sana in’âm ettiği vücutla vücuda lâzım olan şeyler, temlik sûretiyle değildir. Yani, senin mülkün ve malın olup istediğin gibi tasarruf etmek için verilmemiştir. Ancak, o gibi nimetlerde, Allah’ın rızasına muvafık tasarruf edilebilir.

Ey arz ve semanın kayyumu olan Allah’ım! Seni ve Senin bütün masnuatını ve mahlûkatını şahit tutarak ilân ederiz ki, Sen, kendisinden başka hiçbir hak mabud bulunmayan Allah’sın. Sen birsin, şerikin yoktur. Günahlarımızın affı için Sana dönüyor ve istiğfar ediyoruz. Âlemlere rahmet olarak gönderdiğin Muhammed’in, Senin kulun ve resûlün olduğuna da şehadet ediyoruz. Allah’ım, onun hürmetine nasıl münasip ve Senin rahmetine nasıl lâyıksa, ona ve bütün âl ve ashabına öylece salât ve selâm et.

Evet, bir misafir, ev sahibinin iznine ve rızasına muvafık olmayacak derecede, yemeklerde ve sâir şeylerde israf edemez.

Mesnevî-i Nuriye, s. 92, (yeni tanzim, s. 173)

LÜGATÇE:

in’âm: Nîmet vermek, ihsan etmek.

ibâha: İzin vermek. Mübah ve helâl kılmak.

temlik: Mâlik olma, mal sahibi olma.

daire-i ihtiyar ve şuur: Şuur ve irade dairesi.

levâzımat: Lâzım olan şeyler.

mihmandar: Ev sahibi, mülk sâhibi, misafir ağırlayan.

hâtime: Son.

hâkezâ: Bunun gibi.

cihazât: Cihazlar.

tâzip: Azap verme, eziyet etme.

Mihmandar-ı Kerîm-i Zülcelâl: Dünya misafirhânesinde kullarına yardım edip rızıklandıran büyüklük sahibi Cenâb-ı Hak.

kavânîn-i şeriat: Şeriat kanunları.

İ’lem eyyühe’l-aziz: Ey azîz kardeşim, bil ki.

muvafık: uygun.

kayyum: Varlığı ve diriliği her an için olup, gökleri, yerleri her an için tutan, dâimî her şeye her hususta iktidarı olan Allah.

masnuat: San'atla yapılmış olan eserler, varlıklar.

24.12.2009


Milliyetçilik üzerine notlar

[Asıl işimizin–maalesef—yazarlık olmamasından ve dünyevî meşguliyetlerin baskısından ötürü düzenli yazılara ara vermek zorunda kaldım. Okuyucudan özür diliyor ve onların duâlarını bekliyorum.]

Milliyetçiliğe en önemli “reddiye” “Arabın Arap

olmayana, Arap olmayanın da Arap üzerine üstünlüğü olmadığı gibi; kırmızı tenlinin siyah üzerine, siyahın da kırmızı tenli üzerinde bir üstünlüğü yoktur. Üstünlük ancak takvadadır.” (Veda Hutbesi’nden)

Kavmiyetçiliğe, milliyetçiliğe, daha doğrusu ırkçılığa en büyük reddiyeyi Muhammedi Arabî (asm) yapmıştır. Irkçılığa en keskin, en derin ve de en sistemli karşı çıkma Kur’ânı Kerîm’de yer almaktadır. Resûli Ekrem’in (asm) hayatı tamamıyla–evet, vahiy gelmeden öncesi de dahil—başından sonuna kadar ırkçılıkla mücadele içinde geçer.

Konuyu geniş olarak ele almak yine hem bu satırların yazarının kabiliyetini, hem de yazının sınırlarını aşacaktır. (Siyer ve tefsir bu konuda da fevkalâde geniş ve yeterli iki kaynaktır) O sebeple ilerleyen satırlarda sadece zihnime takılan bir–iki nokta değerlendirmenize sunulacaktır.

Cahiliyye ne çağıdır?

Muhammedi Arabî’nin (asm) dâvâsı sadece bir nokta üzerinde değildir. Böylesine büyük bir dâvâyı omuzlarken Nebîler Nebîsi (asm), sadece bir çeşit problemle karşı karşıya kalmamıştır. Aksine pek çok türden fitneyle, bir çok musîbetle, dinsizliğin bir çok çeşidiyle mücadele etmiş ve bihakkın hepsiyle başa çıkmıştır. Bir başka deyişle Cahiliyye döneminin tek sorunu putperestlik değildir!

Gözden kaçırmayalım ki, Cahiliyye döneminin en belirgin özelliklerinden birisi de kavmiyetçiliktir. O kadar ki dönemi ifade ederken “Asabiyeti cahiliyye” tabiri çok sık kullanılmış, literatüre o dönem böyle geçmiştir. Evet, “Cahiliyye” kabile savaşlarının ve dökülen kanın hesabının bilinmediği bir çağdır aynı zamanda. Sebebi ise “asabiyyet”tir. Yani kavmiyetçilik, yani ırkçılık!

Kur’ânı Azîmüşşan ve Resûli Zîşan (asm) sadece yirmi üç senede “asabiyeti cahiliyye” içinde kana bulanmış bu çağı “Asrı Saadet”e çevirmiştir.

Bu açıdan baktığımda, milliyetçilik açısından çok güzel örnekler gözüme çarpıyordu:

Bilâli Habeşî ve Haris ibni Hişam örnekleri

Meselâ; müşriklerin ‘Bilâli Habeşî’ye (ra) revâ gördükleri eziyetlerde ırkçılığın izlerini görürüz. Mekke’nin fethi hengâmında, Müezzini Ahmedî’ye o an için bir müşrik olan Hâris ibni Hişam’ın söylediği “Muhammed bu siyah kargadan başka adam bulmadı mı ki müezzin yapsın?” ifadesinde yine ırkçılığı okuyabiliriz. (Hadise 19. Mektub’un 6. Nükteli İşaret’inde de geçiyor)

Bu ikinci hadise benim için çok değişik bir ders daha taşımaktadır. Bu sözü söyleyen Haris aynı gün içinde iman ederek Sahabîler safına katılmıştır. Aynı gün içinde olan bu büyük dönüşüm bana, şirkin, dinsizliğin başından sonuna kadar,—bu olayda olduğu gibi en son âna kadar—ırkçılığı içinde barındırdığı, kavmiyetçiliğe zemin hazırladığı dersini de verir.

Münafıkların milliyetçiliği

İlginçtir münafıkların çıkardığı bir dehşetli fitnede kullandıkları argüman yine milliyetçiliktir.

Fitne o kadar dehşetli ve aldatıcıdır ki Azîzi Zülcelâl bu olay üzerine münafıklar hakkında aynı isimle anılan sûreyi indirmiştir. Kur’ân olayı özetlerken bir âyette olaya sebep olan baş münafık Abdullah bin Übeyy’in sözünü aynen kullanır. İfade niye bu kadar önemlidir? Çünkü olay ve söz buram buram milliyetçilik kokmaktadır.

Söz konusu âyetin meali: “Münafıklar: ‘Eğer Medine’ye dönersek yemin olsun ki, en şerefli (güya Medineliler ve Ensar kastediliyor) olan, en zelil olanı (güya Mekkeli muhacirler kastediliyor) oradan çıkaracaktır’ dediler. Halbuki asıl üstünlük, ancak Allah’ın, Peygamberinin ve mü’minlerindir. Fakat münafıklar (bunu) bilmezler” (Münafikûn Sûresi: 8. âyet)

Tıpkı şeytan gibi baş münafık da üstünlük vehmiyle hareket eder. Üstünlüğün sebebi aklınca kavmidir. Oysa âyet bir tokat gibi gerçeği söyler, üstünlük Allah’ın ve onun seçtiklerindedir!

İşin trajikomik yanı münafıklar bu düşüncelerine kavimlerinin—yani Medineli sahabilerin—destek vereceğini zannederler. Oysa, imandan habersiz münafıklar için sonuç hüsrandır. Çok ilginçtir, olayı çıkartan baş münafık en büyük tepkiyi, imanlı bir sahabi olan kendi öz oğlundan görecektir. İşte küçük bir milliyetçilik reddiyesi daha…

Bu hadise ve Münafikûn Sûresi bu zamanın münafıklarını ve milliyetçilik maskesi altında oynadıkları rolleri açığa çıkarma bakımından önemli dersler taşımıyor mu?

Selmanı Farisî ve Ashabı Kiram

Milliyetçilik açısından kayda değer olan bir örnek daha vardır. Bu örnek aynı zamanda küfrün ve münafıklığın tersine imanın güzelliğini gösteren bir örnektir. Olay Hendek Savaşı’na isim olan olaydır. Selmanı Farisî (ra) anlaşılabileceği üzere İranlı bir sahabidir. İşte bu İranlı büyük Sahabi, hendek kazılması fikrini ortaya atan sahabidir. Düşünün bir kere, Sahabîlerin büyük çoğunluğu ve Efendimiz (asm) Medine’de yaşamaktadır. Bu fikrin kabul edilmesinin daha Türkçesi şudur; Ashab ve Efendimiz (asm) kendilerini, ailelerini ve de dinlerini İranlı bir kimsenin teklifiyle savunacaktır.

Beni daha ziyade düşünceye sevk eden şey ise diğer Sahabilerin hiçbirinin aklından “Arap olmayan birinin teklifine mi uyacağım?” gibi bir düşünce kırıntısının dahi geçmemiş olmasıdır.

Bu olaydan da imanın parlaklığı ve sağlamlığı nispetinde ırkçılığa yer vermediği dersini alıyorduk. Elbette imanın en üst noktasında olan Ashabı Resûlullah’ın (asm) kalbinde milliyetçiliğe yer olamaz!

Resulullah’ın aile ve akrabası üzerinden dersler

Resulullah’ın akrabaları üzerinden de bir milliyetçilik reddiyesi yapmak mümkündür. O (asm) âlemlere rahmet olarak gönderilen zattır. Kâinatın en büyük dâvâsında başından sonuna kadar haklıdır. Hâl böyle olduğu halde, kendi kavmi olan Kureyş ona karşı çıkmıştır. Bir öz amcası en büyük düşmanı olabilmiştir. Diğer bir öz amcası ise bir türlü inanamamıştır. (Ebu Talip konusu bu açıdan bir sonraki yazıda işlenecektir.)

Madalyonun diğer tarafında Muhammedi Arabî’nin (asm), Hz. Ali ve Hasan ve Hüseyin Efendilerimize yani Âli Beyte verdiği önemi de daha iyi anlamalıyız. Bu noktada Risâle-i Nur’un şu ifadesini yorumsuz, aynen alıyorum:

“Meselâ, Resuli Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, Hazreti Hasan ve Hüseyin’e karşı küçüklüklerinde gösterdikleri fevkalâde şefkat ve ehemmiyeti azîme, yalnız cibillî şefkat ve hissi karâbetten gelen bir muhabbet değil, belki vazifei nübüvvetin bir haytı nuranîsinin bir ucu ve verâseti Nebeviyenin gayet ehemmiyetli bir cemaatinin menşei, mümessili, fihristesi cihetiyledir.” (4. Lem’a)

Hazindir…

Bütün bunların ışığında ırkçılık imanlı bir kalbde asla yer etmemesi gereken bir duygudur, bir büyük fitnedir, bir şeytan oyunudur.

Ne kadar hazindir ki, Kur’ân-ı Kerîm’e ve onun indiği Zata (asm) itaat ettiğini dâvâ eden ehli dinin, dindarların bir kısmı ırkçılığa kayan bir milliyetçilik anlayışına girebilmektedir. Gariptir, hem pek çok gariptir… Cebrail ile şeytan aynı yerde, bir arada bulunabilir mi? Cevabını siz verin…

AHMET TAHİR UÇKUN

[email protected]

24.12.2009

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

Dergilerimize abone olmak için tıklayın.
Hava Durumu

Yeni Asya Gazetesi, Yeni Asya Medya Grubu Yayın Organıdır.
Kurumsal Linkler: Risale-i Nur Kongresi - Bediüzzaman Haftası - Risale-i Nur Enstitüsü - Yeni Asya Vakfı - Demokrasi100 - Yeni Asya Gazetesi - YASEM - Bizim Radyo
Sentez Haber - Yeni Asya Neşriyat - Yeni Asya Takvim - Köprü Dergisi - Bizim Aile - Can Kardeş - Genç Yaklaşım - Yeni Asya 40. Yıl