Bilindiği gibi Maliyenin anayasası hükmünde olan mülga 1050 Sayılı Muhasebei Umumiye Kanunu Türkiye Cumhuriyetinin kuruluşunun dördüncü yılında 26 Mayıs 1927 de kabul edilerek yürürlüğe girmiş ve yerine ikame edilen 5018 Sayılı Kamu Malî Yönetimi ve Kontrol Kanununun yürürlük tarihi olan 01.01.2005 yılına kadar yetmiş sekiz yıl boyunca Devletin bütün mallarının yönetim (denetim) ve muhasebesine dayanak teşkil etmiştir.
Devletin bütün gelirlerinin toplanması ve bütün giderlerinin hak sahiplerine ödenmesi yine bu kanuna göre yapılmaktaydı. Yapılan harcamaların kanunî mevzuata uygunluk denetimi Maliye birimleri tarafından yapılmakta iken 5018 sayılı yasa ile bu denetim yetkisi harcama birimlerine devredildi. Bu düzenleme, bütçenin uygulama sırasındaki denetimini yine uygulamayı yapana bırakmak gibi çok sakıncalarıyla beraber garip bir uygulama getirmiştir. Maliye birimlerince harcamalar öncesi yüzde yüz yapılan bir denetimden sonra gerçekleştirilen giderler üzerinde Sayıştay evrak çekme suretiyle yüzde ikilik bir denetim gerçekleştirmekteydi. Şu anda bütün saymanlıklarda beş altı yıldır Sayıştay’a gönderilmek üzere mübalâğasız yüz binlerce çuval harcama belgesi evrak arşivlerde bekletilmektedir. Neden?
Bu soruya cevap olarak Taşralı Uzman isimli bir okurumuzun yorumunda kısaca; “5018 Sayılı Kanunun kapsamı çok geniş, ama bu kanunu hâlâ Maliyecilerden başka uygulayan yok. Nerden biliyorsun diye sorarsanız bu kanun yayımlandıktan sonra Sayıştay tarafından denetim yapılmadı, keşke yapılsaydı, ama bütün harcama birimlerinin yetkililerinin ceza alması gündeme gelince denetim falan yapılamadı, yapılamaz da zaten, çünkü harcama birimleri şu an hâlâ kendini 1050 sayılı kanunun amirleri sanıyor.
Asıl mevzu ise, şu; idare baktı ki, harcama birimleri 5018'e ayak uyduramıyor, o zaman bunun tek şahidi olan maliyeyi daha doğrusu, muhasebatı ve millî emlâkın malî disiplinini bozmaya karar verdi. Yani harcama birimleri çıtaya çıkarılamadı, çözüm çıtanın indirilmesinde görüldü, çıta inerken de maliyenin disiplin anlayışının bunlara göre indirgenmesi gerekirdi ve o da yapıldı. Ama yanlış yapıldı. Hedefi malî disiplinden taviz vermemek olan bir idarenin kendi personelini mağdur ederek çalışma performansını indirgemesi çok fazla yadırganacak bir durumdu. Maalesef o da oldu…
… Gerek unvan ve gerekse malî yönden farklılıkların giderilerek, zor bir süreçten geçerek gerçek malî disiplin ile mevzilenmiş maliye personelini değişik adlar ile tanımlamayın, müdürlere, denetimcilere, uzmanlara (burada şefleri ve memurları da dâhil etmek gerek) lâyık oldukları değerleri vererek onların sonsuz çalışma azmini kırmayın. Yoksa bu personeli bir küstürürseniz yerine ikame edeceğiniz personel bulamazsınız ve disiplin denilen hiçbir şey kalmaz. Ve hepsi de başka kurumlarda çalışmak üzere yelken açarlar…”
İfadelerine yer vermektedir. Bu tesbitlere katılmamak mümkün değil. Güzel bir atasözümüz var “İşten artmaz, dişten artar.” Siz istediğiniz kadar gelir toplayın eğer malî disiplini yok sayan bir anlayışla malî denetimi olmayan harcamalar yaparsanız bugünkü Yunanistan’ın durumuna düşmek gibi ağır bir sonuçla karşı karşıya kalırsınız. Maliye Müdürlerinin basın açıklamasının son bölümünden kısa bir alıntıyla noktalamak istiyorum.
.....
“ Özet olarak yapılan düzenlemeler;
1– TBMM’nin (dolayısıyla Türk toplumunun) bütçe hakkı önemli ölçüde elinden alınmıştır.
2– Hukuk Devleti kavramı zarar görmüştür. Çünkü Devlet sadece hukuku yapan ancak uygulamasını denetlemeyen konuma getirilmiştir.
3– Malî denetim ortadan kaldırılmakla “malî disiplin iddiasından da” fiilen vazgeçilmiştir.
4– Yetersizlikten doğan usûlsüzlüklerden başka yolsuzluklarda ciddî artışlara yol açacak bir ortam meydana getirilmiştir.
5– Malî yönetim, her demokratik modern devletin olduğu gibi Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin de en temel kurumlarından biridir. Bu kurumun zaafa düşürülmesi, devletin kurumsal kültüründe ve nitelikli devlet adamı havuzunda telâfisi imkânsız yıkımlar meydana getirecektir.”