Fransız şair ve yazar Victor Hugo, “Bir okul açan bir hapishane kapatır” demiş.
Teorik olarak bakıldığında doğru söylemiş. Victor Hugo, bu sözü söylerken, olması gerekeni ifade etmiş. Zira, bütün kötülükler cehaletten doğar. Ama işin pratiğine baktığımızda, ne yazık ki gördüklerimiz Hugo’yu pek de doğrulamıyor. Zira gerek okuma yazma oranının yüzde yüz olduğu ülkelerde, gerekse yüzde doksan olan ülkemizde, suç oranları azalmadığı gibi artmaya devam ediyor. Sanki okul sayısı ile hapishane sayısı paralel olarak artıyor. Hatta eğitim seviyesi yükseldikçe, suçların niteliği de yükseliyor. Nitelikli insanlar, daha nitelikli suçlar işliyorlar! Öyle suçlar işleniyor ki, o suçu işleyebilmek için de bir eğitim almak gerekiyor. Son yıllarda ortaya çıkan “bilişim suçları” bunun en açık örneğidir.
Yunus Emre, “İlim ilim bilmektir, ilim kendin bilmektir / Sen kendini bilmezsen, / bu nice okumaktır?” diyerek, insanın önce kendini bilmesi gerektiğini belirtiyor. Bediüzzaman Hazretleri de, “Ey kendini insan bilen insan, önce kendini oku” diyor. Kendini bilmeyen insan, insanlarla bir arada huzur içinde yaşamasını da bilmiyor. İnsanın tahsili ne kadar artarsa artsın, terbiyesi eksik olduğu müddetçe cehâleti devam ediyor. İnsanı terbiye eden ise, akıl değil kalptir. Fen değil, dindir. Bunun için de, Bediüzzaman Hazretlerinin teklif ettiği, daha sonra da tatbik ettiği “Medresetüzzehra” modeli bir eğitim sistemine ihtiyaç vardır.
Medresetüzzehra modelini Bediüzzaman Hazretleri kısaca şöyle özetlemiştir: “Vicdanın ziyası, ulûm-u dîniyedir. Aklın nuru, fünun-u medeniyedir. İkisinin imtizacıyla hakikat tecellî eder. O iki cenah ile talebenin himmeti pervaz eder. İftirak ettikleri vakit, birincisinde taassup, ikincisinde hile, şüphe tevellüd eder.” (Münâzarât)
Yani din ilimleri ile fen ilimlerinin birlikte okutulması, talebenin hem aklının, hem kalbinin, hem vicdanının ve diğer lâtifelerinin fıtratına uygun bir şekilde eğitilmesidir. İnsan ancak bu şekilde cehaleten kurtulur, tam insan olur.
İşte Bediüzzaman Hazretleri, böyle bir eğitim ve öğretim modelinin tesis edilmesi için bir ömür sarfediyor. Fen ilimleri ile din ilimlerinin birlikte okutulacağı eğitim kurumları açılmasını istiyor. “Medresetüzzehra” adını verdiği bu modelin, öncelikle şark vilâyetlerinde, daha sonra da bütün ülke sathında tatbik edilerek, yaygınlaştırılmasını arzu ediyor. Çeşitli sebeblerle ve belki de kaderin hükmünü icrâ etmesiyle bu okulların açılması mümkün olmuyor, ama Bediüzzaman aynı misyonu ifa eden Nur dershaneleri açarak buralarda münevver insan yetiştirmeyi başarıyor. Bugün gerek yurt içinde, gerekse yurt dışında, binlerce hizmet birimi, “Medresetüzzehra” manasında hizmet vermeye devam etmektedir.
Bu manada bir okul açmak, bir değil belki bir çok hapishane kapatmaya kâfî gelir. Victor Hugo bugün yaşasaydı ve Nur dershanelerinin asayişe yaptığı hizmetleri görseydi, her halde yukarıdaki sözünü “Bir Medresetüzzehra açan, bir hapishane kapatır” diye revize ederdi.
Bugün bu “medresetüzzehra” eğitimlerine, yine Bediüzzaman’ın “Medrese-i Yusufiye” diye adlandırdığı cezaevlerinde kalanların daha çok ihtiyacı var. Baştan öyle bir eğitim müessesesi ile tanışmış olsalardı, büyük ihtimalle şimdi orada olmayacaklardı. Risale-i Nur giren cezaevleri ve Nurlarla tanışan mahkûmlar, huzurun teminatı haline geliyorlar. Onun için cezaevlerinin ekmekten sudan ziyade, Risale-i Nur’a ihtiyacı var.
Bu ihtiyacı keşfeden fedakâr kardeşimiz ve değerli yazarımız Hasan Muharrem Okur, cezaevlerini ziyaret ederek veya mahkûmlarla bir şekilde irtibat sağlayarak onlara Risale-i Nur’u ve Nurların yan ürünleri olan gazete ve dergilerimizi ulaştırmaya çalışıyor. Her hafta köşesinde, bu güzel faaliyetlerinden bahsederek, cezaevlerinde kalanların bu kaynaklara ne kadar ihtiyacı olduğunu ifade ediyor. Bunun için herkesten duâ beklerken, maddî olarak da kitap ve dergi temini için yardım talebinde bulunuyor. Bizler de, bu çok hayırlı faaliyetlere elimizden gelen katkıyı yapar, Muharrem kardeşimize yardımcı olursak, Medrese-i Yusufiyelerin Medresetüzzehralara dönüşmesine yardım etmiş oluruz.