"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Bizim Yunus

Abdil YILDIRIM
08 Mayıs 2016, Pazar
Bir toplumu bir millet haline getiren, o toplumun ortak değerleridir.

Bu ortak değerler ne kadar değerli ve ne kadar fazla olursa, o milletler tarih sahnesinde kalıcı medeniyetler inşa ederler. Bu medeniyetin ise büyük mânevî mimarlara ihtiyacı vardır. Milletler tarihinde en eski ve büyük medeniyetleri inşa eden toplumların birisi de Türk milletidir. Zira bu millet kendi içinde çok büyük manevî mimarlar yetiştirmiştir. Hoca Ahmet Yesevi, Mevlânâ Celâleddin Rûmî, Hacı Bektaş Veli ve Yunus Emre, Bediüzzaman Said Nursî bu manevî mimarların başında gelirler.

Milletlerin ve devletlerin hayatı, düz bir çizgi üstünde, aynı yönde devam etmez. Bazen yükselir, parlar, ihtişamlı bir hal alır, bazen de aşağı düşer, geriler, perişan bir hal alır. Bizim milletimiz ne zaman sıkıntıya düşse, zor durumda kalsa, mânevî bir el uzanmış, milleti ve devleti o vaziyetten kurtarmıştır. Yukarıda isimlerini zikrettiğimiz manevî mimarlar, işten böyle zor zamanlarda ortaya çıkmışlar, bozulan birliği ve kaybolan dirliği yeniden inşa ederek parlak medeniyetlerin doğmasına vesile olmuşlardır. İşte Yunus Emre de, Anadolu’da birliğin kaybolduğu, İslâm medeniyetinin başka milletler tarafından yıkılmak istendiği, halkın maddî ve manevî sıkıntılar yaşadığı bir zamanda bir ümit ve müjde şelâlesi olarak Anadolu’nun bağrında çağlamaya başlamıştı.

YUNUS EMRE VE ESKİŞEHİR

Sevgi mimarı olan Yunus Emre, gittiği her yere kalbinden kopardığı bir sevgi buketi bırakmış, onun etrafında pervane olan insanlar da birbirlerine daha bir muhabbetle yaklaşmış, kalplerindeki ümitsizlik, yılgınlık, durgunluk gibi duygular yerini bir ümit çağlayanına bırakmıştır. Yunus Emre’yi bu vizyonu ile ele alınca, sadece Eskişehir ve çevresi için değil, bütün Anadolu ve Asya kıt’asına bir sevgi mührü vurduğunu görüyoruz. Tabi Eskişehir, bu sevgi çemberinin merkezinde yer aldığı için daha şanslı bir konumda bulunuyor. Türbesinin burada olması, her sene 5-10 Mayıs tarihleri arasında Yunus Emre’yi anma faaliyetlerinin düzenlenmesi, Eskişehir’de bulunan bir çok kamu kurumlarına, cadde ve sokaklara Yunus Emre adının verilmesi, Yunus Emre’yi devamlı surette Eskişehirlilerin hafızasında ve hatırasında taze tutmaya vesile oluyor.

Eskişehir’de her yıl 6-10 Mayıs tarihleri arasında “Yunus Emre Kültür ve Sanat Haftası” adı altında düzenlenen programla, Yunus Emre anılır, eserleri ve düşünceleri ile yeni nesillere tanıtılır. Bunun için Mihalıççık İlçesi Sarıköy’de bulunan türbesi ziyaret edilir, duâlar okunur ve şiirlerinden örneklerle anılır. 

Yunus Emre için pek çok isim ve sıfatlar uygun görülür. Kimisi şair der, kimi halk ozanı, kimi mutasavvıf, kimi filizof, kimi evliya, kimi derviş der. Bunların hepsinden bir parça, veya hepsinin tamamı Yunus Emre için doğru kabul edilebilir. Halka en sevimli gelen tarafı, halkın konuştuğu dilden söylemiş olması, yaşadığı devrin insanları ile aynı hayatı paylaşması, tevazuu ve samimiyetidir. Söyledikleri ile halkın dili olmuş, dinledikleri ile halkın kulağı olmuş, bütün yaşantısı ile halkın ta kendisi olmuştur. Bu kadar halk ile iç içe olduğu için, bu kadar zamandan beri de halk onu içinden yaşatmaktadır. Bugün öz Türkçe kelime aramak için enstitüler kurmaya, teoriler geliştirmeye gerek yoktur. Yunus’un dilini öğrensek, bu bize yeterlidir. Kısacası, “Bizim Yunus” bize kâfidir.

 Eskişehir’in “Türk Dünyası Kültür Başkenti” seçilmesinde Yunus Emre isminin elbette büyük bir payı vardır. Yunus Emre, Eskişehir’in en önemli kültür sembollerinden birisi, hatta birincisidir. Bir çok kamu kuruluşu, okullar, cadde ve sokaklar onun adını taşımaktadır. Yunus Emre Devlet Hastanesi, Anadolu Üniversitesi Yunus Emre Kampüsü, Yunus Emre Kültür Merkezi, Yunus Emre Caddesi gibi isimler, bunların başında gelir. Yunus Emre, Eskişehir için olduğu kadar, Türkiye ve bütün Türk dünyası için de çok önemli bir şahsiyettir. Türkçe konuşan toplumların hemen hepsinde Yunus Emre tanınan ve bilinen bir isimdir. Balkanlardan Orta Asya’ya kadar her coğrafyada Yunus Emre’nin şiirleri okunur. İlâhileri dinlenir. Fikirleri kabul görür. Sevgisi insanların kalplerinde yer alır.

YUNUS EMRE HER YERDE

Değerli bir varlığı, önemli bir şahsiyeti sahiplenenler çok olur. Bir şeyin ne kadar sahipleneni varsa, o kadar kıymeti var demektir. Bundan yedi yüz elli sene önce yaşamış bir insanın hayatı, yaşadığı ve öldüğü yer hakkında elde kesin belgeler bulundurmak mümkün değildir. O zaman bu günkü gibi adrese dayalı kayıt sitemi yoktu ki, kimlik numarasına bakalım ve adresini doğru olarak tesbit edelim. Ama halkın da bir sözlü ve yazılı tarihi ve takvimi vardır. Bu gün ise, tarihî araştırmalarla bu bilgilere ulaşılmaktadır. Elde edilen bilgi ve belgelerin pek çoğu, Yunus Emre’nin Eskişehir civarında, Sakarya Nehri boylarında yaşadığı ve bu günkü türbesinin bulunduğu Mihalıççık’ın Sarıoğlan Beldesinde medfun olduğu, araştırmacıların ortak görüşü haline gelmiş bulunmaktadır. 

YUNUS’UN DİLİ SEVGİ DİLİDİR

Sevgi evrensel bir dildir. Hangi milletten, hangi dinden, hangi renkten olursa olsun, her insan sevgi dilinden anlar. Hatta sevgi dili ile hayvanlarla ve bitkilerle bile diyalog kurmak mümkündür. Onun için Yunus Emre, bir sarı çiçek ile sohbet eder, bir dertli dolap ile dertleşir. Mezar taşlarının dilini çözer. 

Yunus Emre de sevgi dilini kullandığı için Osmanlı bünyesinde yaşayan bütün insanlara hitap etmiş, herkesin bu sevgi potasında kaynaşmasına vesile olmuştur.  Yunus Emre gibi şahsiyetlerin varlığı, Osmanlı’nın çimentosu, tutkalı olmuş, onlarca değişik ırk ve dilden insanların bir arada bulunmalarını sağlamıştır. Değişik dilden, farklı dinden ve ayrı ırktan insanlar, tıpkı gezegenler gibi sevgi güneşinin cazibesi ile aynı yörünge etrafında dağılmadan altı yüz yıl yaşamışlardır. Eğer bu sevgi güneşi, ihanet, dalâlet ve cehalet bulutları ile perdelenmeseydi, Osmanlı daha yüzlerce yıl tarih sahnesinde varlığını devam ettirebilirdi. 

 Yunus Emre için uygun görülen bazı sıfatları yukarıda saymıştım. Hepsinden de bir özelliği onun şahsiyetinde bulmak mümkündür. Ama Yunus Emre her şeyden önce “tam inanmış” bir adamdı. Dört dörtlük bir Müslümandı. Şiirlerinde dile getirdiği sevginin kaynağını, “Mahbub-u Hakikî” olan Cenâb-ı Allah’tan alıyordu. Bunu Peygamber Sevgisi ile gönlünde harmanlıyor, ondan sonra dile getiriyordu. 

YARATILMIŞI YARADAN’DAN ÖTÜRÜ SEVMEK

Yunus Emre, halkın sevgilisiydi, ama önce Hakk’ın kuluydu. Onu sadece bir sevgi sembolü olarak görmek doğru değildir. O sevginin kaynağına inmeden, aynı kaynaktan su içmeden Yunus Emre’yi tanımak mümkün değildir. “Yaratılmışı sevdim Yaradan’dan ötürü” sözünü içimize sindirmeden, bu anlayışın gereğini yerine getirmeden Yunus hayranı olmak, onu tanımaya ve anlamaya yetmez. Hakk’ın sevgisini kalbine koymadıktan sonra, halkı, yani kendisi dışındaki canlıları sevmek mümkün değildir. Çünkü gerçek sevgi karşılıksız olur. Orada sadece Allah’ın rızası aranır. Allah inancı ve sevgisi olmayan bir kalpte hakikî sevgi bulunmaz. Ancak bir çıkar beklentisi olduğu zaman sevgi devreye girer. Osmanlı’nın kuşlara yuva yapmak için kurdukları vakıfları, hayvanların susuz kalmaması için mezar taşlarına bile su oyukları açmaları, Hâlık’ın sevgisinden yansıyan bir mahlûkat sevgisinin sonucudur. Yoksa insanların kuşlardan veya yabanî hayvanlardan bir menfaat beklentileri yoktur. 

YUNUS EMRE BİR EFSANE DEĞİLDİR

Araştırmalardan çıkan sonuçlara göre, Yunus Emre bizim gibi bir hayat yaşamış, gerçek bir şahsiyettir. Yani bahsettiğiniz gibi efsaneden ibaret sembol bir şahsiyet değildir. “Ete kemiğe büründüm, Yunus diye göründüm” dediği gibi, etten ve kemikten bir insandı. Ama bu etten ve kemikten meydana gelen cesedinin içinde yüksek bir ruh taşıyordu. Cesedinin fâni, ruhunun bâki olduğunu ifade ederken de, “bir ben vardır bende, benden içeri” diyordu. İşte bu gün dünyanın sevgi sembolü haline gelmiş olan Yunus, “benden içeri” dediği Yunus’tur. Yoksa Yunus Emre’yi bir şair, bir âşık bir ozan kalıbına sığdırmak mümkün değildir. O bir damladır, ama içinde bir derya taşımaktadır. Kendisini tarif ederken de, “Ete kemiğe büründüm, Yunus diye göründüm” diyordu.

YUNUS EMRE VE ÖLÜM HAKİKATİ

Ölüm hakikati, bizim inancımızda hayatın başka bir âlemde devam etmesi demektir. Hayat, ruhlar âleminden başlayan, sonra anne karnından geçen, sonra dünyada kısa bir süre konaklayıp kabir kapısından geçerek ebedî âleme doğru devam eden bir yolculuktur. Dünya hayatı, bu yolculuğun kısa bir etabıdır. İnsan öldüğü zaman ömür biter, ama hayat devam eder.

Tabi bu anlayış, Allah’a ve ahiret gününe inananlar için geçerlidir. Bütün hayatını dünya ile sınırlı bilenler, ölümü bir yok oluş, bir hiçlik olarak kabul ederler ve ölümden çok korkarlar. Ama inanmış bir insan, ölümün bir terhis teskeresi olduğunu, dünyadaki vazifesini bitirip istirahat için ölümsüz bir diyara geçmek olduğunu kabul eder. Onun için ölüm hiç de önem verilecek, korkulacak, düşünceleri meşgul edecek bir durum olarak görülmez. 

Âşık, Allah dostu demektir. Bu dünya, âşıklar için bir gurbettir. Onun için sıkıntılı geçer. Ölüm ise, sevgiliye kavuşmaktır. Bir vuslattır. Nitekim Mevlânâ Hazretleri ölümü bir Şeb-i Aruz, bir düğün günü olarak kabul ediyor. Yunus Emre için de aynı durum söz konusudur. Ölüm bir endişe sebebi değil, bir huzur iklimidir. 

Yunus Emre’nin hakkını vermek elbette mümkün değildir. Millet olarak kendi değerlerimize sahip çıkmaktan çok ihmalkâr davranıyoruz. Bizde olan değerler Batı milletlerinde olsaydı, her birinin adını altın harflerle yazarlar, öve öve göklere çıkarırlardı. Onlar sadece insanî değerleri için Yunus Emre’yi seviyorlar, ona değer veriyorlar. Yunus Emre’yi sadece bir hümanist olarak görüyor. Onun için her sene bir çok yabancı Yunus Emre’yi anma programlarına katılmak için Eskişehir’e geliyor, konferans ve sempozyumlara katılıyorlar. İnşallah biz de gün geçtikçe Yunus Emre gibi değerlerimizin değerini daha iyi anlayacak ve onlara lâyık hürmeti göstereceğiz diye ümit ediyorum.

YUNUS EMRE’Yİ YETERİ KADAR TANITAMIYORUZ

Yunus Emre’yi tanıtmak için öncelikle onu iyi tanımak gerekiyor. Bizde yanlış olan bir anlayış var maalesef. Bir kişiyi bilmek başka, tanımak daha başkadır. Bir insanın adını bilirsiniz, hakkında bazı bilgilere sahip olursunuz. Ama onu gerçek anlamı ile tanıyamazsınız. Tanıyamayınca tanıtamazsınız da. Tanımak, derinlemesine bilmektir. Hayatını, düşüncelerini, gayesini bilmek, iç dünyasına nüfuz etmektir. Bir çok Yunus Emre hayranları, onu ya bir âşık, ya ozan, ya da mutasavvıf olarak bilirler. Yukarıda da bahsettiğimiz gibi Yunus Emre inancını hayatına yansıtan, inandığı gibi yaşayan tam bir aksiyon adamı idi. 

Bir düşünceyi veya bir şahsı tanıtmanın en iyi yolu, o düşüncenin gereklerini hayatınıza yansıtmak, o kişinin hayatını kendinize örnek almaktır. Buna “lisan-ı hal” diyoruz. Bugün “beden dili” dedikleri davranış biçiminin adı olan lisan-ı hal, en güzel anlatma yöntemidir. 

Yunus’u tanıtmak için de Yunusca bir hayatı yaşamak gerekiyor. Biz ne kadar Yunus Emre’nin sevgi ikliminde yaşarsak, onu o kadar iyi anlatmış ve tanıtmış oluruz.

Okunma Sayısı: 2639
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı