"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Cemaatler, tarikatler ve hakikatler

Abdil YILDIRIM
12 Ağustos 2018, Pazar 00:03
Kendilerini cemaat ve tarikat olarak niteleyen bazı grupların yaptıkları şarlatanlıkları bahane ederek, bütün cemaat ve tarikatleri yasaklamak isteyenler, son zamanlarda gemi azıya almış bulunuyor.

Ne yazık ki, bazı diyanet çevreleri ve dindarların da, bilerek veya bilmeyerek aynı telden çaldıklarına şahit oluyoruz. Cemaat adı altında bir araya gelen bazı grupların yaptıkları yanlışlıklar, mizansız ve muvazenesiz davranışları bütün cemaat ve tarikatlere mal ederek hepsini aynı kefeye koymak bahtsızlığını gösteriyorlar. Halbuki, bugün sahip olduğumuz bu vatanı ve bu devleti, cemaat ve tarikatlere boçluyuz desek yeridir. Evet iddialı bir ifade, ama gerçekten cemaat ve tarikatler olmasaydı, belki Anadolu bugün hâlâ Rum diyarı olarak kalmaya devam edecek, Türkler olarak Asya Kıt’ası’nın bir köşesinde küçük bir devletçik olarak varlığımızı devam ettirebilecektik. Zira, Anadolu’nun Türkleştirilmesi ve Müslümanlaştırılması, mutasavvıfların, dervişlerin, erenlerin sayesinde olmuştur. Bu İslâm fedaileri, Anadolu’nun hem mânevî fatihleri, hem de gazi erenleridir. Müslüman Türk devletlerinin dağılmaya ve yok olmaya yüz tuttuğu zamanlarda, hep bir mânevî el uzanmış, tarikat, tekke ve zaviyeler yardımıyla yeniden hayat bulmasına vesile olmuştur. 

Selçuklu İmparatorluğu Hülagu Han tarafından yağmalanıp yıkılırken, şehirler harap edilip insanlar kılıçtan geçirilirken, Anadolu halkı Mevlânâ Hazretleri’nin aşk ve sevgi kokan Mesnevîsi ile nefes alıyordu. Nakşibendi, Mevlevî, Bektaşi, Halveti gibi tarikatlerin müritleri, Osmanlı imparatorluğu’nun temellerini atmak üzere Batı Anadolu’ya doğru akın ediyorlardı. Nitekim bu dervişler ve şeyhler ordusu, Bizans topraklarına giriyor, İslâm’ın şefkat ve adalet eliyle gönülleri okşuyor, kalpleri İslâmiyete ısındıyorlardı. Yani fethin öncü kuvvetleri gibi vazife yapıyorlardı.

Osmanlı Devleti’nin temellerinde de yine Ebebalî gibi bir din büyüğünün büyük payı vardır. Bursa’yı fethederek başşehir yapan Orhan Gazi, ahi dervişlerinden olan Geyikli Baba ve müritlerinden büyük destek görmüştür. Yıldırım Beyazit Somuncu Baba’dan himmet almıştır. “Ahiyân-ı Rum, Gaziyân-ı Rum ve Bacıyân-ı Rum, Abdalân-ı Rum” diye isimlendirilen  erenler, gruplar hâlinde Anadolu’ya akın ediyorlar, “Doğru İslâmiyeti ve İslâmiyete lâyık doğruluğu” göstererek Hıristiyanların İslâmiyete girmesine vesile oluyorlardı. 

Osmanlı’nın yıkılış sürecinde de cemaat ve tarikatler büyük bir direniş göstermiş, Osmanlı’nın ömrünü uzatmada önemli katkıları olmuştur. Rus ordularının Ayastefanos önünde durdurulmasında, Mevlânâ Halidi Bağdadi’nin manevî tasarrufu ve müritlerinin silâhlı savunması büyük önem arz etmektedir. 

Yine Kurtuluş Savaşı’nda millî mücadeleye katılmak için İstanbul’dan ayrılmak isteyenlere gizlice yardım eden ve onların Anadolu’ya geçmesini sağlayan ve İstanbul’dan Anadolu’ya silâh sevkiyatında tekke ve dergâhların büyük yardımları olmuştur. Özbekler Tekkesi ve Tacettin Dergâhı, Mevlevîhaneler, Melâmiye ve Halvetiye müritleri, Hacı Bektaşı Veli Dergâhı gibi pek çok tekke ve tasavvuf mensuplarının büyük hizmetleri vardır. 

Bu devlete ve bu millete en büyük iyiliği de Bediüzzaman Hazretleri ve Nur Cemaati yapmıştır. Cumhuriyet kurulduktan sonra Batılılaşma ve modernleşme adı altında, milletin mânevî değerleri tamamen tahrip edilmiş, Kur’ân okutmak ve ezan okumak yasaklanmış, dinî inanç yerine dinsiz felsefe ikame edilmek istenmiştir. Bütün dinî cemaatler susturulmuş, tekke ve zaviyeler kapatılmış, harf inkılâbı ile milletin İslâmiyetle bağı tamamen kesilmek istenmiştir. İşte böyle bir ortamda ortaya çıkan Bediüzzaman Hazretleri, İslâm’ı yeniden ihya etmek için hayatını ortaya koymuş, bu yolda “çekmediği cefa, görmediği eza” kalmamış, fakat iman esaslarını “asrın idrakine” anlatmayı başarmıştır.  Bir avuç  talebesi ile verdiği mücadele sonunda, komünist ve dinsiz ideolojiyi çökertmiş, küfrün belini kırmıştır. Kur’ân’ın mânevî bir mu’cizesi olan Risale-i Nur Külliyatı’nı telif etmiş, bu eserleri bu ümmete miras bırakarak ahirete intikal etmiştir. Kendilerine “Nurcu” denilen bu cemaat, toplumun sigortası hükmündedir. “Ben şucu bucu değilim” diyerek Nurcu olmadığını ifade edenlerin bir takım yanlışlarına bakıp da, “bunlar da Nurcu” diyerek bu güzide cemaate çamur atmak, izanla ve insafla bağdaşmaz. 

 

Okunma Sayısı: 5562
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
  • Yusuf

    12.8.2018 08:38:02

    Mükemmel bir tesbit.Çok güzel ifade etmişsiniz.

(*)

Namaz Vakitleri

  • İmsak

  • Güneş

  • Öğle

  • İkindi

  • Akşam

  • Yatsı