"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Dinden kazandığını dünyaya yatıranlar

Abdil YILDIRIM
10 Ocak 2015, Cumartesi
İnançlı insan, her zaman kârlı insandır. Bugüne kadar, sağlam bir inanca sahip olduğu ve inandığını yaşadığı için zarar eden bir insan görülmemiştir.

Eğer “Ben imanlı bir insanım, inancımın gereğini yerine getiriyorum, ama inandığım için şöyle bir zarar gördüm” diyen varsa, ya inancında bir noksanlık, ya da kalbinde bir arıza var demektir. 

Evet, din insana her zaman kazandırır. Hem mânevî, hem maddî olarak hadde hesaba gelmeyen kazançlar sağlar. İnsan manevî kazancın semeresini ahirette görecektir, ama maddî kazancın faydalarını bu dünyada da görür, mutlu ve huzurlu olur.

Peki, din insana bu dünyada neler kazandırır bir bakalım. Din bu dünyada insana öncelikle sağlam bir kişilik kazandırır. İrade kazandırır. İyi bir disiplin kazandırır. Güzel ahlâk ve temiz bir kalp kazandırır. Adalet, merhamet, şefkat, muhabbet, fazilet gibi insanî değerler kazandırır. Dindar insan, diğer insanlara ve çevresine saygı duyar, saygı görür, böylece insanlar nazarında bir itibar kazanır.

Halkımızın dindar insanlara bakışı daima müsbet olmuştur. Kendisi dindar olmasa da, hatta ateist olsa da, inançlı bir insana güven duyar, saygı gösterir, itimad eder, sözlerine itibar eder. Onun davranışlarının inancından kaynaklandığını düşündüğü için, dine de saygılı olduğunu bu şekilde ifade etmiş olur. Tıpkı, Peygamber Efendimize (asm) muhalif, hatta düşman olan Mekkelilerin “Muhammedü’l-Emin” diyerek kıymetli mallarını Peygamberimize (asm) emanet edecek kadar itimad ettikleri gibi.

Bediüzzaman Hazretlerinin Büyük Millet Meclisi’nde milletvekillerine yayınladığı beyannamede verdiği bir örnek de, bu hususu açık bir şekilde teyid ediyor: 

“Bir zaman, Beytüşşebab aşairinde isyan vardı. Ben gittim, sordum:

“Sebep nedir?”

Dediler ki: 

“Kaymakamımız namaz kılmıyordu; öyle dinsizlere nasıl itaat edeceğiz?” Halbuki, bu sözü söyleyenler de namazsız, hem de eşkıya idiler.”

Demek ki insanlar, kendileri dine karşı kayıtsız, günahkâr, hatta eşkiya bile olsalar, başlarında namaz kılan, dindar yöneticiler görmek isteyebiliyor. Onlara, dindarlıkları yüzünden itimad ediyorlar. Bu da, dinin dindarlara kazandırdığı bir itibar ve itimaddır. Bu itimad aynı zamanda en değerli bir sermayedir. 

Ne var ki, bazı insanlar, dinden kazandıkları bu sermayeyi, dünyayı kazanmak için kullanıyorlar. Yani dinden kazandıklarını dünyaya yatırıyorlar. Neticesinde de ya para, ya şöhret, ya da makam ve mevki kazanıyorlar. İşte insan için kazandığının en kötüsü bu olsa gerektir. En zararlı kâr, bu şekilde, dinî sermayenin dünya için kullanılması ile elde edilen kârdır. 

Peki, insan nasıl dinden kazandığını dünyaya yatırmış olur? Bu sualin cevabını bulmak için çevremize şöyle bir bakmamız yeterlidir. Gerek ticarette, gerek siyasette, gerekse insanlar arasında öne çıkmak, itibar kazanmak, kendini üstün göstermek için dinden kazandığını dünya için yatıran pek çok insan görmemiz mümkündür. 

“Ameller niyetlere göredir.” İyi bir amel işleyen insanın niyeti gerçekten inancının gereğini yerine getirmek ve Allah rızasından başka bir şey talep etmemekse, bu insan ihlâsla hareket etmiştir ve Allah’ın rızasına nail olduğu kuvvetle ümit edilir. Ama, bu kişi bir esnaf veya tüccarsa ve o güzel ameli işlerken, “İnsanlar benim ne kadar inançlı olduğumu görsünler de benden alış veriş yapsınlar, benim mallarımı tercih etsinler” diye bir düşünce taşıyorsa, işte o zaman dinden kazandığını dünyaya yatırmış olur. Bu yatırımda iyi kazanç da sağlayabilir. Ama bu kazanç, aslında o kişi için büyük bir kayıptır. Dünyevî alanda elde ettiği böyle bir kazanç, uhrevî alanda iflâs etmeyi bile netice verebilir. 

Dinî kazanımların özellikle siyasî alandaki yatırımlar için tahsis edildiğini görüyoruz. Dindar görünümleri, dinî yaşantıları ile halkın teveccühünü kazanan ve daha sonra da bu kazançlarını siyasî sahalara yatıranlar, sandıklardan kazançlı çıkabiliyorlar. Ama siyaset sahası her zaman yeşil ve temiz olmuyor. Tozlu, çamurlu, bataklık hale gelebiliyor. İşte o zaman, bu siyasetin kiri ve çamuru, dine de bulaşıyor, dinin temiz yüzünü lekedar ediyor.  

Dünyada makam, mevki kazanıp, saltanat sürmek için dinden kazandığını dünyaya yatıranlar, belki bu amaçlarına ulaşabilirler. Bu yatırımdan makam, mevki, iktidar ve saltanat gibi kazançlar elde edebilirler ama, bu kazanç onlara ahiret âleminde bir azap olarak geri dönecektir. Dünya için din feda edilmez, rüşvet verilmez. Dini dünyaya feda etmek, elmasları verip kırık cam parçaları almak gibi ahmakça bir mübâdeledir.

Bediüzzaman Hazretleri’nin şu ikazı ile yazımızı sonlandıralım:

“Dünya için din feda olunmaz. Gebermiş istibdadı muhafaza için, vaktiyle mesâil-i şeriat rüşvet verilirdi. Dinin meseleleri terk ve feda edilmesinden, zarardan başka ne faydası görüldü? Milletin kalb hastalığı zaaf-ı diyanettir. Bunu takviye ile sıhhat bulabilir.” (Divan-ı Harb-i Örfî)

Okunma Sayısı: 2443
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
  • Mücella Pakdemir

    12.1.2015 18:04:53

    Üstadın son cümlesi zaten sorunu özetliyor. "Milletin kalb hastalığı zaaf-ı diyanettir. Bunu takviye ile sıhhat bulabilir.” Allah razı olsun bu güzel yazınızdan ötürü. Saygılarımla Abdil Yıldırım Beyefendi.

(*)

Namaz Vakitleri

  • İmsak

  • Güneş

  • Öğle

  • İkindi

  • Akşam

  • Yatsı