Bende emanettir ruhum ve tenim,
Sen Rabbimsin, ben Senin bir bendenim,
Ruhum Mi’rac makamına yükselir,
İki büklüm secdedeyken bedenim.
Mi’rac’dan bize hediye olarak gönderilen namaz, bizi Mi’raca çıkaracak bir yoldur. “Allahuekber” diyerek namaza duran bir mü’min, Mi’rac yolculuğuna çıkmış demektir. Ne kadar ihlâs, huzur ve huşu içinde yol alırsa, Rabbinin huzuruna o kadar yakın olacak, Mi’rac makamına vasıl olacaktır.
Mi’rac hadisesi, gerek Peygamber Efendimizin (asm) hayatında, gerekse Müslümanların itikadında çok önemli bir yere haizdir. Cenâb-ı Hak En Sevgili kulunu huzuruna dâvet etmiş, en yakınında misafir etmiştir. O’nun şahsında da, O’nun ümmetine bu yolun açık olduğunu, insanın istidatlarına bu yolda bir sınır konulmadığını bildirmiştir.
Bizi Rabbimizin huzuruna kadar çıkartan, âdeta beşeriyetten çıkartıp melekiyet mertebesine yükselten namaz, kulluğun özü, ibadetlerin cümlesini içine alan küllî bir ubudiyettir. İnsan rükûya eğildikçe yükselir, secdeye kapandıkça Rabbine yaklaşır.
Bir insan, bir cumhurbaşkanının huzuruna çıkabilmek için ne engelleri aşmak, ne insanlara rica etmek, ne vazifelilere yüz sürmek zorunda kalır. Namazda ise, Rabbimiz, Malikimiz, Razıkımız, Kâinatın Sahibi ve Sultanı olan bir Zat-ı Akdes’in huzuruna çıkıyoruz. Böyle bir makama aracısız, müsaadesiz, mümanaatsız, zahmetsiz çıkmak, her insanın canına minnettir. Böyle bir makama çıkmayı, Cenâb-ı Hakk’ın selâm verip selâmına muhatap olmayı, akıl sahibi olan hangi insan istemez?
Öyleyse, buyrun namaza!