Hiçbir mazereti olmadığı halde namaz kılmayan, kalp temizliğinin yeterli olduğunu ileri sürerek namazı terk eden bir insan, elbette hainlikle damgalanacaktır.
Çünkü o, Allah’ın hediyesini reddetmiş, inancına ihanet etmiştir. Bir padişahın hediyesini kabul etmemek bile, ihsan-ı şahaneyi reddetmek olduğundan, büyük bir kabalık kabul edilir ve bazen de kişi bunun bedelini başı ile öder.
“Merdud” kelimesi ise, “reddedilen” demektir. Yani bir insan namaz kılmamakla Cenâb-ı Hakk’ın Mi’rac’dan yolladığı hediyeyi reddederse, Allah da o kulunu reddeder, onu “merdud” ilân eder. Bir insan için Allah tarafından reddedilmek, ne acı bir durum, ne acınacak bir haldir. Allah katında kabul görmeyen bir insan, insanlar yanında ne kadar iltifata mazhar olursa olsun, beş para etmez. Bu durumu Bediüzzaman Hazretleri şu cümle ile veciz bir şekilde ifade etmiştir: “Eğer O razı olsa, bütün dünya küsse ehemmiyeti yok. Eğer O kabul etse, bütün halk reddetse tesiri yok.”
Kul, Allah’ın hediyesini reddederse, Allah’a bir zararı dokunmaz, ama, ya Allah o kulu reddederse, acaba o insanın hali ne olur? O kişi kimin yanında yer bulabilir? Kabirde, mahşerde, mizanda, sıratta, o dehşetli yolculukta kendisini kim hatırlar, kim ona yardım edebilir? İşte namazsız bir insanın merdud olması, yani Allah tarafından reddedilmesi bu kadar tehlikelidir. İnsanı dehşet içinde bırakır. Bir anne evlâdını reddedse, o evlât ne kadar üzülür, perişan olur. Ya Allah bir kulunu reddedse, bu daha büyük bir tehlike değil midir?