"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Sosyal bilimci Prof. Dr. Ali Seyyar: Bazı zenginler dünyevîleşmenin kurbanı

ABDULAZİZ BİLGE
19 Temmuz 2015, Pazar
Sosyal bilimci Prof. Dr. Ali Seyyar, “Yoksullar, pasif konumlarıyla adeta devletin sosyal yardımlarına muhtaç hale getirilirken bazı zenginler de gurur ve hırslarıyla dünyevîleşmenin kurbanı olabilmektedir” dedi.

Sizi daha çok engelliler üzerine yazdığınız sosyal politika kitaplarınızdan tanıyoruz. Bu konuya yoğunlaşmanıza sebep ne idi?

Sosyal siyaset alanında özellikle muhtaç insanların maddî ihtiyaçlarının karşılanmasına yönelik çareler aramak şarttır. Ne var ki yoksulluk sorununu giderip refahı geniş tabanlara yaymış olsanız dahî insanların önemli bir kesimi yine de mutlu olamıyor. Halbuki maddiyata önem veren klasik iktisadî ve sosyal politika yaklaşımları bizlere yüksek refahın toplumlara sosyal barış ve huzur getireceğini telkin etmekteydi. Halbuki ne görüyoruz? Modern toplumlarda yoksulluk, sosyal sapma riskine ne kadar yakın ise zenginlik de bir o kadar toplumsal normlardan uzaklaşamaya müsait bir olgu haline gelmiş. Yoksullar, pasif konumlarıyla adeta devletin sosyal yardımlarına muhtaç hale getirilirken bazı zenginler de gurur ve hırslarıyla dünyevîleşmenin kurbanı olabilmektedir.

Kitabınızda Sosyal İslâm, Sosyal Tasavvuf gibi yeni kavramlar kullanmışsınız. Bu tür kavramlar Müslümanların zihninde bazı soru işaretleri doğurmaz mı?

Hem dinî konulara, hem de sosyal bilimlere yakın olan Müslüman düşünürler, bilimsel zaruretin bir gereği olarak bu kavramlardan neyi amaçladığımı çok iyi anlayacaklardır. Biz bu kavramlarla dinde ne yeni bir icad ortaya koymak istedik, ne de İslâm’ın temel inanç sistemine aykırı bir çıkışta bulunduk. Tam tersine günümüzün sosyal sorunlarına uygulanabilir İslâmî çözümler oluşturmak adına klâsik İslâmî eserlerden faydalanarak, düne ve bugüne ait kavramları birleştirerek, meselelere bir bütünlük içinde ele alınmasını sağlamak istedik. Bu bağlamda genelde İslâm’ın, özelde bunun bir manevî şubesi olan tasavvufun sosyal hizmet yaklaşımını ortaya koymak istedik. Bu yaklaşımın adına da Tasavvufî Sosyal Hizmet dedik, bunu da kısaltarak Sosyal Tasavvuf kavramını dillendirdik.

Pozitivist bilim insanlarının yanında bazı ilahiyatçıların da tasavvufa mesafeli olduğu bilinmektedir. Bu durumda sosyal tasavvuf kavramının akıbetini nasıl görüyorsunuz?

Hemen bütün tasavvuf cereyanlarının menşei aslında Kur’an-ı Kerim ve Sünnettir. Başta İslâm Peygamberi Hz. Muhammed olmak üzere sahabiler ve özellikle ashab-ı suffe, sûfîler için bir örnek teşkil etmiştir. Kitabımızda sûfîlerin başkalarının sosyal problemleriyle somut örnekleriyle yakından ilgilendiklerini ortaya koyduk. Özellikle kitabımda bunu çok iyi örnekleyecek bir alıntı yapmak istiyorum: ‘’Üstad Bediüzzaman Said Nursi (1878-1960), Türkiye Cumhuriyeti’nin tek parti döneminde değişik zulümlere uğramış kahraman bir İslâm âlimidir. On iki tarikatın özeti mahiyetinde olan eseri Risale-i Nur, gizlice sürgünlerde kaleme alınmıştır. Kastamonu yıllarında kaleye yakın bir evde ikamet etmek mecburiyetinde idi. Bir gün Üstad, sabah namazından sonra III. Şua olarak yer alan Münacat Risalesini yazmak niyetiyle kaleye çıkar. Dönerken bir kamyon şoförü ile karşılaşır. Bu zât, o güne kadar gayr-i meşru bir hayat içindedir. O anda yolu üzerinde bulunan kötü bir yere gitmeye niyetlenmiştir. Üstad, niyetini okumuş olacak ki, ona en kalbî bir ihtar ile şöyle dedi: “Dön kardeşim, gitme! Yıkan ve evine dön!’’ O kişi, bu sözlerden etkilenir ve yakında bulunan hamama gidip, iyice temizlendikten sonra tövbe etmiş olarak evine döner ve bir daha ne içki içer, ne de başka bir günah işler. O zât, şu sözlerle bir itirafta bulunur: “Allah razı olsun Hoca Efendi’den, bu uyarıdan sonra aile huzuruna kavuştum.’’

Yine bir gün Üstad, öğrencisi Mehmet Feyzi Efendi ile birlikte bir yerden dönerken, yolun kenarında iki kişinin rakı içtiğini görür. Yanlarından geçerken Üstad onlara selam verir. Öğrencisi bu duruma şaşırır ve içinden “Allah Allah! Üstad bunlara niye Selam veriyor’’ diye geçirir. On, on beş adım ilerledikten sonra o iki kişi ellerinde rakı şişeleriyle koşa koşa Üstad’ın yanına gelirler ve ellerindeki şişelerini taşa çalıp kırarlar. Sonra gelip Üstad’ın ellerine kapanırlar ve yemin ederek, şunları söylerler: “Söz veriyoruz, bundan sonra bir daha içmeyeceğiz!’’

En habis suçlular ve en asi ruhlu günahkârlar, bazen birkaç telkin veya uyarı karşısında teslimiyete ve tövbeye hazır bir duruma gelebilmiştir. Üstad Bediüzzaman Said Nursi hazretlerinin bir anlamlı bakışı veya içten gelen bir selamı bile içki içen insanların ruhunda ürperti ve pişmanlık meydana getirmiştir.’’

Vicdan ehli ilahiyatçı da pozitivist bilim insanı da bu yönleriyle sosyal tasavvufun dünyasına kayıtsız kalamaz. Dolayısıyla üzerinde düşünen her bilim insanı buna benzer kavramlar üretmek durumundadır. Dolayısıyla Sosyal Tasavvuf kavramı da er veya geç literatürde kabul göreceği gibi eğitim programlarının da bir parçası olacağına inancım tamdır.

Sosyal hizmetler, İslâm’ın bir parçası mıdır?

Hz. Peygamber, insanlara hayırlı hizmetlerde bulunurken halkın bütün üyelerini bir aile ferdi gibi görülmesini istemiştir. “Bütün halk, Allah’ın ailesi durumundadır. Onların Allah’a en sevimlisi, onun ailesine yani fertlerine en faydalı olandır” hadisi şerifi İslâm’da sadece sosyal hizmetin varlığına işaret etmemekte, aynı zamanda sosyal hizmet uygulama biçiminin temel ilkesini de ortaya koymaktadır. 

Said Nursi bu minval üzere isâr kavramını şu şekilde tanımlamıştır: “Hediye ve sadakanın kabulünde başkasını kendine tercih etmek ve hizmet-i diniyenin mukabilinde gelen menfaat-i maddîyeyi istemeden ve kalben talep etmeden, sırf bir ihsan-ı ilâhî bilerek, nastan (insanlardan, halktan) minnet almayarak ve hizmet-i diniyenin mukabilinde de almamaktır”.

Modern sosyal hizmet anlayışını tek taraflı ve seküler olmakla eleştiriyorsunuz ve buna bağlı olarak da etkisiz olduğunu iddia ediyorsunuz. 

Müslüman bir ülkede bu yaklaşımı nasıl izah ediyorsunuz?

Türkiye’de 1961’den 2004 yılına kadar bir veya iki üniversitenin sosyal hizmet bölümünde verilen eğitim, toplumun dokusuyla ve manevî değerlerimizle uyumlu olmamıştır. 2004 yılından sonra artan sosyal sorunların çözümüne yönelik olarak daha çok sosyal hizmet elemanı yetiştirmek düşüncesiyle sosyal hizmet bölümlerinin sayısı hızlıca artmıştır. Ne var ki Hacettepe Üniversitesi geleneğinden gelen seküler eğitim sistemi ve klâsik anlayışı, yeni bölümlerde de hemen hemen aynı algılarla devam etmektedir. Yerli ve manevî sosyal hizmet yaklaşımlarıyla zenginleştirilemeyen sosyal hizmet eğitim programları, bu hâliyle nitelikli sosyal hizmet uzmanı yetiştirmekten ve kalıcı çözüm üretmekten uzak kalmaktadır. Sosyal hizmet bölümlerinden yetişen sosyal hizmet uzmanları, medeniyetimizin kaynaklarını ve manevî değerlerimizi halen yeterince bilmedikleri veya bunları sosyal hizmet konseptlerine aktaramadıkları için, Müslümanların psiko-sosyal sorunları karşısında çaresiz kalmaktadır. Seküler donanımlı sosyal müdahale yöntemleri toplumsal ve bireysel etkisini bir türlü gösterememektedir. Muhafazakâr bilim insanları ve siyasetçiler de yeterince gayretli ve çalışkan değildirler. Sosyal bilimler alanında öğretim üyesi olan Müslüman bilim insanların çoğu eser üretmiyor. Yeni kanunî düzenlemeler yapmakla sosyal sorunları çözeceğini düşünen ufuksuz politikacılar ve yöneticiler eliyle bu alanda müthiş bir gösteri yapılmakta ancak dişe dokunur bir çözüm ortaya çıkmamaktadır.

Peki Türkiye’nin sosyal sorunlarının çözümü için ne öneriyorsunuz?

Toplumsal ve bireysel sorunların maneviyata dayanan bütüncül sosyal hizmet yaklaşımlarıyla ele alınması ve çözümün kişilerin fıtrî yapılarında aranması gerekmektedir. Maddî yardım ne kadar önemli ise manevî destek de o kadar elzemdir. Bu çerçevede sosyal sorunların giderilmesinde sadece sosyo-ekonomik değil manevî risklere karşı da koruyucu-önleyici uygulamaların önemli olduğunu vurgulamamız gerekiyor. Bilim dünyasının temsilcileri olarak sorumlu sosyal hizmet uzmanları ile şuurlu ilahiyatçılar, alternatif sosyal hizmet önerilerinde bulunmada daha cesur olmalı ve İslâm’ın sosyal müdahale gücünün teorik ve pratik boyutunu tanıtmalıdırlar. 

Prof. Dr. Ali Seyyar kimdir?

1960’da Sakarya’da doğan Ali Seyyar’ın ilk, orta, lise, lisans ve yüksek lisans eğitimi hep Almanya’da geçmiştir. Mannheim Üniversitesi’nde iktisat eğitimi aldıktan sonra 1991–1993 yılları arasında Saksonya Eyaleti’nde özel bir meslek akademisinde öğretim görevlisi olarak işletmecilik dersleri verdi. 1993 yılında 26 yıllık gurbet hayatından sonra memleketine temelli dönüş yaptı. Prof. Dr. Ali Seyyar, 28 Şubat post modern darbe sürecinde özel sitesinde Said Nursi’nin sözlerine yer verdiği gerekçesiyle cezalandırıldı. 

1998 yılından beri Sakarya Üniversitesi, İktisadî ve İdarî Bilimler Fakültesi’nde öğretim üyesidir. 90’a yakın bilimsel makalesi ve 34 kitabı bulunmaktadır. Evli bir çocuğu vardır.

Röportaj: Abdülaziz Bilge / Kenan Şirin

Okunma Sayısı: 7707
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
  • Abdullah Alkan

    19.7.2015 19:45:07

    Tebrik ederim Abdulaziz kardeşim!!! Allah kabiliyetini attırsın!!!!!

(*)

Namaz Vakitleri

  • İmsak

  • Güneş

  • Öğle

  • İkindi

  • Akşam

  • Yatsı