1907-1908, Bediüzzaman bu tarihlerde İstanbul’da. Tam II. Meşrûtiyet ve hürriyet yılları ki, Bediüzzaman Hazretleri de bu tarihlerde canla-başla tam bir hürriyet ve meşrûtiyet sevdalısı olarak görülüyor. Makàleleri, toplantıları ve şifahî olarak her yerde hürriyeti ve meşrûtiyeti ders veriyor, savunuyor ve istibdat ve tagallübü red ediyor. Bediüzzaman, aynı tarihlerde Jön Türklerin ayrışmasıyla ortaya çıkan İttihadcılar ve hürriyetperver olan Ahrârlar ile de temas halinde. Onlara hem yol gösterici, hem vazifelerini ikaz edici, hem de lâubali kısmını ciddî ikaz edici tavsiyelerde bulunuyor. Bunlardan birisi de “Meşveret ve şûrâ” ile ilgili ve devlet idaresi konusunda çok önemli fikirlerdir.
1920 yıllarında telif edilen Sünûhat Risalesi’ne derç edilen bir haşiyede Jön Türkler için şöyle bir fikir beyanında bulunduğu görülür: “Bidayet-i Hürriyette şu fikri Jön Türklere teklif ettim, kabul etmediler. On iki sene sonra tekrar teklif ettim, kabul ettiler. Lâkin meclis feshedildi. Şimdi âlem-i İslâmın mütemerkiz noktasına tekraren arz ediyorum.” 1
Jön Türklere teklif edilen fikir nedir?
Jön Türklere yapılan teklifi, o bahiste zikredilen meşveret ve şûrâyı emreden âyetlerin mânâ tahtı ile anlamak mümkündür. “Meşrûtiyeti şerîat adına” almak, anlamak, tatbik etmek ve alkışlamak teklifin özünü oluşturduğu görülüyor. Makàlenin tamamı incelendiğinde Bediüzzaman’ın Jön Türklere teklif ettiği fikrin ana düşüncesinin bu minvalde olduğu görülecektir. Anladığımız kadarıyla Bediüzzaman II. Meşrûtiyet öncesinde Jön Türkler olarak belirttiği İttihad ve Terakkî efradına teklif ettiği fikir kısaca, “Onların aralarındaki işleri istişare iledir.” 2 “Ve işlerinde onlarla istişare et.” 3 âyet-i kerîmelerinin tefsiri mahiyetindeki “Târih bize gösteriyor ki...” diye başlayan makaledir. Bu makalede şahıs halife yerine Dârü’l Hikmet azalarıyla, Meşihattaki reislere ve âlem-i İslâm’dan şimdilik on beş-yirmi kadar ehliyetli ulemâyı da dahil edip şahıs halife yerine “heyet halife” tesisi tavsiye edilmektedir. Makalenin tamamındaki ana fikir, İttihad ve Terakkî efradına teklif edilmiş, ancak bu fikri kabul etmeyen İttihad ve Terakkiciler 1920’lerde bu fikri kabul edecek duruma gelmiş iken Meclis-i Mebusân feshedilmiş. Bediüzzaman’ın tesbit ve tavsiyeleriyle saltanat sembolik olarak da olsa devam edebilir, ancak hilâfeti meclis temsil etmeliydi. Zaten 1922 senesinde Bediüzzaman da bu mânâyı ifade eden fikirlerini Mecliste verdiği o meşhur hutbesinde şöyle ifade ediyor: “Zaman cemaat zamanıdır. Cemâatın ruhu olan şahs-ı mânevî daha metindir. Ve, tenfiz-i ahkâm-ı şer’iyeye daha ziyade muktedirdir. Halife-i şahsî, ancak ona istinâd ile vezâifi deruhte edebilir.” 4
Saltanat ve hilâfetin gayr-ı münfek olması
Bediüzzaman Sünûhat’taki makalesinde saltanat ve hilâfetin gayr-ı münfek (birbirinden ayrılması imkânsız) olmasını, saltanatın sadâret(sadrazam) vâsıtası ile üç mühim şûrâya (Meclis-i Meb’ûsan, Meclis-i Âyan ve Heyet-i Vükela) istinad etmesi gibi, hilâfetin de müntehab(seçilmiş) âzâlardan müteşekkil bir heyete istinad etme ihtiyâcı olduğunu ifade etmektedir. Bediüzzaman bu fikri bidayet-i hürriyette Jön Türklere teklif etmiş, ancak onlar o zamanlar bu teklifi kabul etmemişler. On iki sene sonra ise 1920’ler de tekrar teklif etmiş, zaman ve şartlar Bediüzzaman’ın bu fikrinin doğru ve geçerli olduğunu tasdik edince İttihatçılar kabul etmişler, ancak Meclis-i Mebusân’ın feshedilmesi dolayısıyla İttihatçılar bu doğru ve isabetli fikri tatbik etmeye zemin bulamamışlar. Bediüzzaman Hazretleri de bu fikrini “âlem-i İslâmın mütemerkiz noktasına” tekraren arz etmiştir.
Bediüzzaman’ın bidayet-i hürriyette fikirleri nasıl suya düşürüldü?
Bediüzzaman, bazı lâhika mektuplarında Jön Türklerin dinde laubali olmalarından ve lâkayt davranmalarından şikâyet ediyor. Dahası, Ahrârların çabasını alkışlarken, Jön Türklerin içindeki masonların kuvvet bularak türlü planlar ve entrikalar çevirerek, Bediüzzaman’ın o teklifini suya düşürmüş oldular.
Aşağıdaki ifadeler, bu meselede önemli bir izahat olsa gerektir: “Ben 31 Mart hâdisesinde şuna yakın bir hal gördüm. Zira İslâmiyetin meşrûtiyetperver ve hamiyetli fedâileri cevher-i hayat makamında bildikleri nimet-i meşrûtiyeti şeriata tatbik edip ehl-i hükûmeti adalet namazında kıbleye irşad ve tam mukaddes şeriatı, meşrûtiyet kuvvetiyle ila; ve meşrûtiyeti, şeriat kuvvetiyle ibka; ve bütün seyyiat-ı sabıkayı muhalefet-i şeriat üzerine ilka etmek için bazı telkinatta ve teferruatın tatbikatında bulundular. Sonra, sağını solundan fark edemeyenler-hâşâ!-şeriatı, istibdada müsait zannederek tûti kuşları taklidi gibi “Şeriat isteriz” demekle, hakikî maksat ortada anlaşılmaz oldu. Zaten plânlar serilmişti. İşte o zaman yalan olarak hamiyet maskesini takınan bazı herifler, o ism-i mukaddese tecavüz ettiler. İşte câ-yı ibret bir nokta-i siyah!” 5
Netice itibarıyla, bidayet-i hürriyette İttihatçılara teklif edilen bu fikir Ahrârlar tarafından kabul ile bir hükümet programını hazırlamaya çalışırken, 31 Mart hadisesinde dessaslar araya girip (cahil dindarları da oyuna getirerek) bunu akim bıraktılar. On iki sene sonra(1920’lerde), bazılarının akılları başlarına geldi ise de, artık iş işten geçmiştir. Çünkü o fikri hayata geçirme imkânı da kalmamış, meclis feshedilmiştir.
Dipnotlar:
1- Eski Said Dönemi Eserleri (Sünûhat), 2013, s. 484.
2- Şûrâ Sûresi: 38.
3- Âl-i İmran Sûresi: 159.
4- Tarihçe-i Hayat, 2013, s. 225.
5- Eski Said Dönemi Eserleri (Münâzarât), 2013.