"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Bedüzzaman niçin “Ben Seyyid değilim” diyor?

Abdülbakî ÇİMİÇ
04 Şubat 2019, Pazartesi
Bediüzzaman Hazretleri’nin şahsiyet-i mânevîyesini anlamak ve asırlardır muntazır kalınarak ahirzamanda geleceği beklenilen Âl-i Beyt’in büyük bir âlimi olduğunun kuvvetli delili sayılan ‘Seyyid’lik meselesi üzerinde çokça yazılar yazıldığı malûmdur.

Bazı zatların Bediüzzaman Hazretleri’nin bir çok hikmete binaen mahkemelerdeki ifadelerine dayanarak O’nun “Seyyidliği” red ettiğini söylemesi ve bu düşüncenin bazı gruplarda makes bulması da bilinen bir vakıadır. Elbette ki meselenin sırr-ı imtihan ve hikmet-i ibham ciheti de her daim devam ediyor. Zaman zaman bizler de bu konu ile alâkalı suallerle muhatap oluyoruz. 

Konuyu gündemimize almamızın bir ciheti de bu tür sorular ve karşılıklı yapılan müzâkereler olduğunu ifade edelim. Bizler de her zaman olduğu gibi konuyu Risale-i Nur üzerinden devam ettirme ve delillendirme yolunu tercih edeceğiz. Öncelikle bir sözü “Kim söylemiş? Kime söylemiş? Ne içinde söylemiş? Niçin söylemiş? Söylediği sözü gibi dikkat etmek, belâgat nokta-i nazarından lâzımdır, belki elzemdir.”1 noktalarını nazar-ı dikkate almak gerekir. “Öyle ise, sözde kim söylemiş, kime söylemiş, niçin söylemiş, ne makamda söylemiş ise bak. Yalnız söze bakıp durma.”2 mihenk noktamız olacaktır.

Bir başka nokta ise Risale-i Nur Külliyatı’nın müteferrik yerlerinden bir meseleyi tekmil etmek gerekiyor. Bütün olarak meseleye yaklaşmak gerekir. Yap-boz parçalarının bir parçası ile hüküm vermemek lâzımdır. Yoksa aldanılır ve aldatılır. Onun için bizler inşâallah yap-boz resminin müteferrik parçalarını bir araya getirerek meseleye yaklaşmak niyet ve azmindeyiz. İlgili temel soru şudur: “Bediüzzaman Hazretleri, Afyon Mahkemesi Müdafaası’nda niçin seyyid olmadığını söylüyor? Niçin “Ben Seyyid değilim” diyor? “

Öncelikle Bediüzzaman’ın ilgili ifadelerine bakalım. Afyon Mehkeme tutanağında, yani mahkeme huzurundaki ifadeleri şöyledir: “İddianamede benim hakkımda dört esas var. Birinci esas: Güya bende tefahur ve hodfuruşluk var ve kendimi müceddid biliyorum. Ben bütün kuvvetimle bunu reddederim. Hem mehdîlik isnadını hiç kabul etmediğime bütün kardeşlerim şehadet ederler. Hattâ Denizli’deki ehl-i vukuf “Eğer Said mehdîliğini ortaya atsa bütün şakirtleri kabul edecek” dediklerine mukàbil, Said, itiraznamesinde demiş ki: “Ben Seyyid değilim. Mehdi Seyyid olacak” diye onları reddetmiş.” 3 Bediüzzaman, mahkemedeki iddianamenin dört esasından birincisine verdiği cevapta bunu söylüyor. Makamın muktezasına uygun bir cevap veriyor. Bir nevi tevriye sanatını kullanıyor kanaatindeyiz. Böyle olduğu yine kendi ifadeleriyle şöyledir: “Hem, bütün müdâfaâtımda ara-sıra görünen mülâyimâne ve musâlahakârane tâbirler ise; “tevriye” nev’inden olarak mahzan masum kardaşlarımı kurtarmak içindir.” 4 İlgili mektubu yazımızın son kısmına alacağız.

Pekâlâ, Bediüzzaman Hazretleri mahkemede tevriyeyi nasıl yapıyor? Bunu şöyle izah edebiliriz. Öncelikle Seyyid’in asıl lügât mânâsına bakıldığında “efendi” demek olduğu görülür. Diğer mânâsı ise, Hz. Peygamber’in (asm) neslinden olan demektir. Yani Peygamber Efendimiz’in (asm) neslinden gelenlere genel olarak “Seyyid” denilir.

Bediüzzaman mahkemenin iddiasına mukabil seyyidliğin “efendi” mânasını kullanarak, ben “efendi” değilim mânâsını kullandığı anlaşılıyor.

Peki, Bediüzzaman’ın mahkeme makamında “Ben efendi değilim” demesi doğru mudur? Veya seyyidliği “efendi” mânâsında kullanmasının hikmeti nedir?

Bediüzzaman’ın seyyidliği “Ben efendi değilim” mânâsında kullanmasının doğru olduğunu görüyoruz. Çünkü bütün insanlığın efendisi olan Peygamberimiz Hz. Muhammed (asm) de sahîh bir hadiste, “Ben kıyamet günü insanların efendisiyim” 5 derken, diğer bir hadiste de “Ben efendi (seyyid) değilim. Asıl Seyyid Allah’tır” 6 buyurmuştur. Yani gerçek efendi Allah’tır. İnsanların efendi olması hakîkî değil, mecâzidir.

Peki, Bediüzzaman’ın böyle bir tevriye yapması doğru mudur?

Evet, doğrudur diye inanıyoruz. Çünkü Bediüzzaman’ın ve İslâm’ın düşmanlarının mahkemeleri âlet ederek onun ve talebelerinin idamına ve hizmetinin söndürülmesine çalışırken o yalan değil, iki anlama da gelecek bir söz söyleyerek düşmanlarının planlarını akîm bırakıyor. Hem “kinâye (maksadı, kapalı bir şekilde ve dolaylı olarak anlatmak) veya târiz (kinâyeli söz söylemek) suretiyle, yani gayr-ı sarih (açık olmayan) bir kelimeyle söylenilen yalan, kizbden (yalandan) sayılmaz.” 7 Bir başka ifade ile: “Mâlûmdur ki, fenn-i belâgatta bir lâfzın, bir kelâmın mânâ-i hakikisi, başka bir maksud mânâya (kastedilen mânâya) sırf bir âlet-i mülâhaza (düşünme ve muhakeme âleti) olsa, ona lâfz-ı kinâî (kinayeli söz söyleme) denilir. Ve kinâî tâbir edilen bir kelâmın mânâ-i aslîsi (asıl mânâsı) medâr-ı sıdk ve kizb (doğruluk ve yalana sebep) değildir; belki kinâî mânâsıdır ki (başka bir mânâ için söylenen sözün mânâsı, imalı sözün mânâsı), medâr-ı sıdk ve kizb (doğruluk ve yalana sebep) olur. Eğer o kinâî mânâ doğru ise, o kelâm sâdıktır; mânâ-i aslî kâzib (yalan) dahi olsa, sıdkını (doğruluğunu) bozmaz. Eğer mânâ-i kinâî doğru değilse, mânâ-i aslîsi doğru olsa, o kelâm kâzibdir. Meselâ, kinâî misâllerinden, “Filânün tavîlü’n-necad” denilir. Yani, “Kılıncının kayışı, bendi uzundur.” Şu kelâm, o adamın kametinin (boyunun) uzunluğuna kinâyedir. Eğer o adam uzun ise, kılıncı ve kayışı ve bendi (ipi) olmasa da, yine bu kelâm sâdıktır, doğrudur. Eğer o adamın boyu uzun olmazsa; çendan, uzun bir kılıncı ve uzun bir kayışı ve uzun bir bendi bulunsa, yine bu kelâm kâzibdir. Çünkü, mânâ-i aslîsi, maksud (asıl gaye) değil.” 8 Görüldüğü gibi derin, ancak çok müşkülü halleden bir bahsi Bediüzzaman böyle ifade etmiş.

Bu konuda Bediüzzaman’ın bir mektubunu daha paylaşalım ve kendi ifadesi ile Yirmi Yedinci Lem’a Eskişehir Müdafaası’nın başında mahkemelerde niçin böyle davrandığı anlaşılsın ve artık bu meselede medar-ı münâkaşa kapısı da kapansın arzu ediyoruz. İşte ilgili mektup:

Müdafaatıma gelen küçük bir tenkide cevaptır

Sual: Sen müdâfâatında -âdete muhalif olarak- hakikatı ve doğruluğu tamamen takib ettiğin halde, neden sorgu hâkimlerinin altmışüç sahifelik ittihamnâmesine karşı arkadaşlarını hem kısaca müdafaâ ettin, hem Risale-i Nur ile münasebetleri pek kuvvetli bulunan bir kısım kardaşlarının alâkalarını pek zayıf göstermişsin?

Elcevap: “Her söylediğin doğru olmak gerektir, fakat her doğruyu söylemek doğru değildir.” kâidesiyle, o musîbette arkadaşlarımın kısmen inkârlarının ve mahkemenin elindeki vesikaların tazyikatı altında ancak o kadar doğruluğu muhafaza edebildim. Kardaşlarımı tekzib etmemek ve vesikaların tekzibine uğratmamak için sükût ettim. 

Sükût ise hilâf sayılmaz. Hem, bütün müdâfaâtımda ara-sıra görünen mülâyimâne ve musâlahakârane (Haşiye) 9 tabirler ise; “tevriye” nev’inden olarak mahzan masum kardaşlarımı kurtarmak içindir. Yoksa, masumiyetim ve mazlûmiyetim beni çok şiddetli konuşturacaktı. Amma, kısaca müdafaatıma karşı mahkeme ve sorgu hâkimlerinin iddiânâme nâmındaki uzun ittihamnâmeleri ise; onlar üç-dört ayda ancak yazdıkları ittihamnâmelerine karşı, bütün müdafaatım dört-beş günün mahsûlü olduğu ve altmışüç sahifelik sorgu hâkimlerinin ittihamnâme ve iddiânâmelerine karşı kırküç sahifelik itiraznâmem dört-beş saatin mahsulüdür. Elbette bu nispetsiz mukabelede, bu müdafâat hârika sayılabilir, kusurlarına bakılmaz.” 10

Haftaya devam edelim inşâallah…

Dipnotlar:

1- Muhakemat, s. 155. 

2- Sözler, s. 697.

3- Şuâlar, s. 613.

4- Mustafa Gül hattı el yazması Osmanlıca Lem’alar, Yirmi Yedinci Lem’a.

5- Buhari, Müslim, Tirmizi.

6- Bkz. Elmalılı Tefsiri, İhlâs Sûresi.

7- İşarâtü’l-İ’câz, s. 153. 

8- Sözler, s. 1002. 

9- Haşiye: Hatta, lâyiha-i temyiziyenin âhirinde üç sahife evvel “Eğer pek haklı bu feryadımı adliyenin yüksek makamı işitip, dinlemezse şiddet-i me’yusiyetimden diyeceğim: Bu zamanda adliyede adâlet kalkıyor. Ey, beni bu belâya sevk edip, bu hâdiseyi icad eden Isparta muhbirleri” diye olan fıkraya, kardaşlarımın hatırı için “adliyede adalet kalkıyor” cümlesini kaldırdığımdan, o makam müşevveş olmuş. Hem de, buradaki mahkemeyi gücendirmemek için kardaşlarımın hatırına binaen “Isparta muhbirleri” nâmını, “bize zulmeden umum zalimlere” derdim. Halbuki “Şükrü Kaya” her ne ise... 

10- Mustafa Gül hattı el yazması Osmanlıca Lem’alar, Yirmi Yedinci Lem’a (Müdafaalar >Eskişehir Mahkemesi (1935)

 

Etiketler: Bediüzzaman
Okunma Sayısı: 4389
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı