Bilindiği üzere Bedîüzzamân Saîd Nursî Hazretleri Eski Saîd devresinde siyâseti dine âlet ve dost yapmak mesleğinde gitmiştir.
Ayrıca Eski Saîd ‘İslâm’ın hayat-ı içtimâîyesi’ ile ziyâde alâkadardır. Bu alâkadarlık dünyevî bir gaye için değil, İslâm’ın hayat-ı içtimâîyesi ile de muvazzaf olunan bir vazîfe içindir. Çünkü çok delil ve tecrübelerle sabittir ki Bedîüzzamân Saîd Nursî, müceddid-i ahirzamandır. Müceddid-i ahirzaman olan zat, ümmetin asırlardır muntazır kaldığı bir zat olarak çok vazîfelerle muvazzaftır. Bu vazifelerin birisi de ‘siyâset âlemi’ndeki vazîfedir.
Şimdi hakîkat-i hâl böyle olduğu halde, zaman zaman Bedîüzzamân Hazretleri’nin hayat devrelerinde bir tenakuz vaziyeti gösterilmeye çalışılmaktadır. Hâlbuki onun hayat devrelerinde keskinlikle bir tenakuz yok, vazîfeye taalluk eden noktalar vardır. Bu açıdan bakıldığında Bedîüzzamân, asırlardır ümmetin muntazır kaldığı bir zat olarak çok dairelerde vazîfeli olduğundan, siyâset dairesi alanındaki vazîfeyi de yapmıştır. “Eski Saîd Eserleri”ne bakıldığında bu vazîfenin aleniyâtı net olarak görülecek ve tasdik edilecektir. Ancak Bedîüzzamân, böyle “fırtınalı bir zamanda sağlam hizmet edilmez.”1 de demiştir. Pekâlâ, bu sözü ne zaman ve niçin söylemiştir? Bu sözün bu cihetlerini değerlendirmek lâzımdır. Bedîüzzamân 1922 senesine kadar, yani Ankara’dan ayrılana kadar Eski Saîd olarak bilinir. Gerçi tâ 1916 senelerinde başlayan bir inkılâb-ı ruhî geçirilmeye başlanmıştır. Bu süre 1922’ye kadar devam eder. 1922’den sonra Bedîüzzamân’ın hayatında yeni bir dönem başlar. Kendi ifadesiyle Eski Saîd’den Yeni Saîd’e döner. Artık siyâset âlemindeki vazîfeden, diyanet âlemindeki vazîfeye başlanma zamanına gelinmiştir. Zaman, zemin, şartlar ve vaziyet Bedîüzzamân’ı ‘Yeni Saîd’e taşımış ve Kur’ân’ın i’câz-ı mânevîsinin izhâr vakti başlayarak siyâset âlemindeki vazîfeden, diyanet âlemindeki vazîfeye geçilmiştir. Bu geçişte elbette ki çok mühim inkılâplar olmuş ve hadiseler yaşanmıştır. Hem hadîslerle ihbâr edilen, hem de Kur’ân’ın işaret-i gaybiyesi ile haber verilen hadiseler vukua gelmiştir. Bu ihbârlar ile Bedîüzzamân bir duruş yapmış ve Kur’ânî bir tavır ortaya koymuştur. Çünkü artık fırtınalı bir döneme girilmiştir. İşte Bedîüzzamân’ın “Hem fırtınalı bir zamanda sağlam hizmet edilmez.”2 dediği zaman bu dönemdir. Bu cümle ile Eski Saîd’in üzerine çizgi çekilmemiş ve Eski Saîd eserleri yok sayılmamıştır. Bilâkis Üçüncü Saîd Devresinde (1949’dan sonra) Eski Saîd eserleri tekrar toparlanmış olup tashihatları yapılarak haşiyelerle beyanı tahakkut etmiş ve Risale-i Nur Külliyatı’na dâhil edilmiştir. Risâle-i Nur’da bunu görmek mümkündür.
Pekâlâ, Bediüzzaman Yeni Said devresinde niçin böyle bir tavır ortaya koymak mecburiyetinde kalmış ve “Hem fırtınalı bir zamanda sağlam hizmet edilmez.”3 demiştir? Bu cümlenin şerh ve izahları yine Risâle-i Nur’da verilmiştir. Bu şerh ve îzahları şöyle tasnif edebiliriz:
Birincisi: Bedîüzzamân’ın “Rivayetlerde gelen eşhâs-ı ahir zamana ait haberlerin mühim bir kısmını ve Hürriyetten evvel İstanbul’da tevilini söylediği hadîslerin ihbâr ettiği ahir zamanın dehşetli şahıslarının âlem-i İslâm ve insaniyette zuhur”4 ettiğinin tahakkukudur.
İkincisi: Peygamber Efendimizin (asm) “O zamana yetiştiğiniz zaman, siyâset canibiyle onlara galebe edilmez; ancak mânevî kılıç hükmünde i’caz-ı Kur’ân’ın nurlarıyla mukâbele edilebilir”5 tavsiyesine müra’at edilmesidir.
Üçüncüsü: Bedîüzzamân “Hayat-ı beşeriye bir yolculuktur. Şu zamanda, Kur’ân’ın nuruyla gördüm ki, o yol bir bataklığa girdi.”6 diyerek Hz. Âdem’den (as) kıyamete kadar en şiddetli fitnelerin yaşandığı zamanı haber vermesidir.
Dördüncüsü: Kur’ân’ın ihbâr ve işaretiyle “Mânevî bir cihad-ı dinî, imân-ı tahkikî kılıcıyla olacak” denilen zamanın başlamasıdır.
Beşincisi: “Bu zamanda ehl-i İslâm’ın en mühim tehlikesi, fen ve felsefeden gelen bir dalâletle kalblerin bozulması ve îmânın zedelenmesidir. Bunun çare-i yegânesi nurdur, nur göstermektir ki, kalbler ıslâh olsun, îmânlar kurtulsun.” Hakikatinin tahakkuk devresinin başlamış olmasıdır.
Altıncısı: Siyâset topuzunun böyle bir zamanda kalbleri ıslâh etmeyeceği, hatta kâfirleri münafık derecesine indireceği hakikatidir.
Yedincisi: Siyâset topuzu (metodu) ile dine hizmet etmek anlayışının masumları belaya sokup, onlara zulmetmiş olunmasını netice vermesidir.
Sekizincisi: Müsbet siyâsetin tamâmen işlevsiz bir hale gelmesi ve menfî siyâsetin ise ihlâsı kırması sebebiyle topuz (siyâset) metoduyla sağlam hizmet edilemez oluşudur.
Dokuzuncusu: Dindeki rüşd-i irşâd ve hak ve hakîkati gözlere gösterecek derecede kuvvetli bürhanları izhâr edip tebyin ve tebeyyün eden bir nurun Kur’ân’dan çıkma zamanının gelmesidir. Öyleyse siyâsette de “Kur’ân’dan çıkan o nurun” prensiplerine ve ölçülerine göre hareket edilme zaruretidir.
Onuncusu: Eski Saîd devresinde hayat-ı beşeriye denizi dalgalı olsa da orada dengeli bir tarzda yüzme imkânının oluşu dolayısıyla Kur’ân’ın siyâsete taalluk eden prensipleri ortaya çıkarılmış olup, ümmetin içtimâî ve siyâsî ihtiyacına cevaplar verilerek bu alandaki stratejisi de ortaya konulmuştur. Bir nevî siyâset alanındaki vazîfe yapılmıştır. Ancak Yeni Saîd devresinde hayat-ı beşeriye denizde dehşetli bir fırtına başlamış olup bırak denize girmeyi, denize bakmak dahi zararlı bir hâl almıştır. Çünkü yukarıda da bahsedilen işaret-i gaybiyeler ve ihtârlar tahakkuk etmiş ve fırtınalı bir zaman başlamıştır. Bedîüzamân’da böyle fırtınalı bir zamanda denizin şiddetli fırtınasına karşı sırtını dönmüş ve dindeki rüşd-i irşâd ve hak ve hakîkati gözlere gösterecek tarzda i’caz-ı Kur’ân’ın nurlarını te’lif etmiştir. Bu vazîfe ise diyânet alanındaki vazîfenin tahakkukudur.
Dipnotlar: 1- Mektubat, 2013, s. 103. 2- Mektubat, 2013, s. 103. 3- Mektubat, 2013, s. 103. 4- Tarihçe-i Hayat, 2013, s. 233. 5- Tarihçe-i Hayat, 2013, s. 233. 6- Mektubat, 2013, s. 81.