"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Hz. İsa (as) meselesini bitirirken…

Abdülbakî ÇİMİÇ
17 Eylül 2018, Pazartesi
Son makalelerimizde, Risale-i Nur’da bahsedilen Hz. İsa’nın (as) ahirzamanda nüzulü hakkında değerlendirmelerde bulunmuştuk.

Elbette bu mevzuların başlı başına anlaşılma ve anlatma zorluğu var. Okuyanlar zaviyesinde de farklı düşünceler olduğu için netâmeli yönleri mevcut. Bizler de özellikle Risale-i Nur’da yer alan cihetiyle meseleyi gündemimize aldık. Çünkü bu nev’î konular hem çok cazip, hem de gizemli bir ciheti olduğu için ilgi çekiyor. Ancak hayatın bütünüyle imtihan olması sırrı ile de zorluğu var. Çünkü mesele perdeli ve sebepler dünyasında anlaşılması zor hikmetleri ihtiva ediyor. Bununla beraber çok net ve şeffaf olmadığı halde, hiç de bilinmez ya da konuşulmaz değildir. Bu konuda önemli olan, muvazeneyi iyi tutturmak, ifrat ve tefritten uzak durmaktır. Çünkü maksadı aşan düşünce ve ifadeler olursa yanlış anlamalara sebebiyet verir.

 Konu hakkında malûmatlar kâfi derecede Risale-i Nur’da mevcuttur. Eğer Risale-i Nur’da verilen bilgiler ile güncel yaşanan hadiseler arasında ilgi kurularak bütünlük sağlansa, perdeli olan resim biraz daha netleşebilir.

İşlediğimiz bu konular hakkında yapılan yorum ve görüşmeler vesilesiyle paylaşılan bilgilerin gerçekten çok faydası olmuştur, teşekkür ediyoruz. Bizler de konuyu bitirirken birkaç madde ile meseleyi toparlamak istiyoruz.

Evvelâ: Şunu açıkça ifade edelim ki ahirzamanda vukua gelecek hadiselerde elbette ilk halka şahıslar olacaktır. Ancak asrımızın özellikleri dikkate alındığında, zamanın şahıs asrı olmadığı, şahs-ı mânevî asrı olduğu cihetiyle bizler de konuyu şahıs merkezinde değil, şahs-ı mânevî merkezinde işlemeye çalıştık. Bu cümleden olmak üzere özellikle isimlere girmeyerek meseleyi kısır çekişmelerden ve tartışmalardan uzak tutmak istedik. Bu demek değildir ki ahirzamanda gelecek olan Hz. Mehdi (ra) ve Hz. İsa (as) şahıs olarak gelmeyecek olsun. Bununla beraber Hz. Mehdi ve Hz. İsa (as) şahısları ile bedenen gelmeyecek, şeklindeki anlamayı da doğru bulmuyoruz.

Evet, öncelikle bu iki zat da zıtları gibi şahıs olarak gelip vazifelerinin başında bizzat bulunurlar. Ancak adetullah ve sebebler dünyasında imtihan olma sırrı gereği kıyamete kadar devam edecek olan bu şahısların vazifelerini bizzat kendileri deruhte etmeye onların ömürleri ve zamanları yetmez. Öyleyse onların kıyamete kadar devam edecek olan vazifelerini cemaatleri ve şahs-ı mânevîleri devam ettirirler, diye anlamak gerekir.

Saniyen: Hz. Mehdi (ra) ve Hz. İsa (as) birbirlerine mülâki olup (görüşüp), Hz. İsa’nın (as) ruhaniyatının yardımı Hz. Mehdi’ye gelir. İçtimâî ve siyâsî hadisâtın satırları altında bunların numuneleri mevcuttur.

Bu mülâki oluşa Muhyiddin-i Arabi şöyle bir rivayetle işaret eder: “Mehdi, İsa’dan (as) 30 yıl önce gelir, 40 yıl kalır. İsa (as) ise 45 yıl kalarak hükmedecektir.” 1

İbn-i Arabî’nin işareti gösteriyor ki bu iki zat birbirine mülâki olurlar. Bu rivayetin tatbikatı noktasında farklı mülâhazalar olabilir. Bizim buradan anladığımız Hz. Mehdi (ra) ve Hz. İsa (as) sırr-ı imtihan gereği perde altında birbirine mülâki olurlar.

Hz. Mehdi’nin, Hz. İsa’dan (as) önce geleceğine dair şöyle bir rivayet daha vardır: “Ebu Naim, İbni Abbas’dan tahric etti, dedi ki: Resulullah (asm) buyurdu: Nasıl helâk olur bir ümmet ki, evvelinde Ben, sonunda Meryem oğlu İsa (as) ve ortasında da Ehl-i Beytimden Mehdi vardır.2

İbni Mace’den gelen ve “Meryem oğlu İsa’dan başka mehdi yoktur.”3 şeklindeki hadis, “İsa b. Meryem’den başka kâmil, masum bir Mehdi yoktur.” anlamında yorumlanmalıdır. Ayrıca, sabit olan hadislerden, Hz. Mehdi’nin, kesin olarak Hz. Fatıma’nın soyundan geleceği anlaşıldığından, bu rivayetlerin “İsa b. Meryem’den başka hiçbir Mehdi yoktur” nakline tercihi gerekmektedir. 4 O halde, hadisi “Hidayetin en mükemmel zirvesinde olan Hz. İsa’dır.”5 şeklinde anlamak mümkündür.

Salisen: Bu iki şahıs ayrı ayrı oldukları halde bazen aynı şahıs olarak da addedilebilir. Bu bir kanâattir.

Meselâ “Lâ Mehdi illâ İsa” hadisi dolayısıyla bu kanaat kuvvet de bulmuştur. Ancak sevâd-ı âzamın (ekseriyetin) görüşü vasattadır.

Bediüzzaman Hazretleri de “Ben kendi kanâatimi yazdım; kanâate itiraz edilmez”der. 6

Öyleyse umûma teşmil edilmemek ve inhisar altına alınmamak şartıyla şahsî kanâate itiraz edilmez. Çünkü “Her müstaid (kabiliyetli kimse), nefsi için içtihad edebilir, teşri edemez (kanunlaştıramaz). Bir fikre dâvet, cumhur-i ulemanın (âlimlerin çoğunluğunun) kabulüne vabestedir (bağlıdır). Yoksa dâvet bid’at’tır, reddedilir.” 7 diyen Üstad Bediüzzaman Hazretleri de “sevâd-ı âzam”ın (âlimlerin çoğunluğunun) içtihadına itibar edip bu rivâyeti öyle yorumlamıştır. “Lâ Mehdi illâ İsa” meselesini bir mektubda 8 teferruatıyla izah etmiştir. Onun için bu konuda itidalli hareket etmek daha evlâdır.

Rabian: Bazen fail, fiilin içinde müstetirdir (gizlidir). Bizler Risale-i Nur’da izahatları yapılan noktaları bir araya getirebilirsek o fiillerin failleri noktasındaki kanaatlerimizi kuvvetlendirebiliriz. Ancak bunu sloganlaştırmadan, devam eden o fiilleri yaşanan hadiselerle uygun düşürüp birleştirebilirsek daha isabetli bir kanaate ulaşabiliriz.

Yoksa her şey açık ve net olsa “Sırr-ı teklif ve netice-i imtihan zayi olur.” 9 Ayrıca “Bu dünya tecrübe meydanıdır. Akla kapı açılır, fakat ihtiyarı elinden alınmaz.” Bizler de bu prensibe bağlı kalarak akla kapı açmaya, iradeyi elden almamaya çalıştık. Yani konunun çok net olmaması ve şahıs isimlerine girilmemesi hikmet-i iphamdan ileri geliyor. “Öyle ise, esâsât-ı imaniyeden olmayan mesâil-i fer’iye veya vukuat-ı zamaniyenin herbirinde bir iz’ân-ı yakîn ile bir burhan-ı kat’î istenilmez.” 10

Hamisen: Özellikle Risale-i Nur ve Maidetü-l Kur’ân’da yer alan riyazî hesap ve tarihlerin tahlilinin yapılıp o tarihlerde vukua gelen hadiselerin önce doğru tesbiti, sonra da doğru yorumlanması icab ediyor. Ondan sonra, o târihler ile yaşanan tarihî hadiselerin sonuçları üzerinde net ifadeler serd edilebilir. Bunun için özel ihtisas sahası olan bir heyetin çalışması zarûrî görünüyor. Ancak, ondan sonra verilen riyazî hesap ve tarihler ile olaylar arasındaki gerçekler izah edilebilir.

 Sadisen: Bu meselenin bir diğer boyutu şahıslar ve şahs-ı mânevîler mevzusudur. Çünkü bu iki mesele birbirine karıştırılıyor. Hâlbuki önce şahıslar gelir, ondan sonra şahs-ı mânevîler teşekkül eder. Vazifeleri şahs-ı mânevîler devam ettirir. Bu vazifeler ise kıyamete kadar bâkîdir.

Şu da bir hakîkattir ki direkt şahıslar serrişte edilse ve çokça ismen öne çıkarılsa “ehl-i siyâset evhâma ve bir kısım hocalar i’tirâza başlarlar.” 11 Bu vaziyet ise “Hem hiçbir şey’e âlet olmayan Nur’daki ihlâs zedelenir, avâm-ı mü’minînin nazarında hakîkatlerin kuvveti bir derece noksânlaşır, yakîniyet-i bürhâniye (kesin deliller) dahi kazâyâ-yı makbûledeki (kabule mazhar olmuş hüküm ve iddialardaki) zann-ı galibe (galip kanaate) inkılâb eder, daha muannid ehl-i dalâlete ve mütemerrid ehl-i zındıka’ya tâm galebesi, mütehayyir (hayrete düşen) ehl-i îmânda görünmemeye başlar.” 12 İşte böyle bir hataya düşmemek ve düşürmemek için şahıs isimlerini istimal etmemeye çalıştık. Ancak ârif olan anlar kabilinden yapılan izahların tatbikatını müdakkik okuyucuya bıraktık.

Sabian: Bu yazı serimizde şahsî kanaatlere cevap vermek veya o kanaatleri çürütmek gibi bir yolu istimal etmedik. Konu bütünlüğü içerisinde birbirini tekmil eden yazılar hazırladık.

Elbette ki bizim iktibaslarımızdan ve kanaatlerimizden farklı düşünceler de çıkacaktır. Bunları fikir hürriyeti çerçevesi içerisinde, müdâvele-i efkâr (karşılıklı fikir alış verişinde bulunmak) olarak kabul ettik. Barika-i hakikat (hakikat şimşeği, parlaklığı), müsademe-i efkârdan (fikirlerin çarpışmasından) çıkar mefhumunca, belki de hakkıyla, tamamıyla, lâyıkıyla meseleyi tekemmül ettiremedik. Bunun için farklı fikirlere her daim ihtiyaç olduğunu, meşrû zeminlerde bu farklı fikirlerin müdâvele-i efkâr ile tebarüz etmesini bekliyoruz. Çünkü “Hem tesâdüm-ü efkârdan (fikirlerin çarpışmasından) ve tehâlüf-ü ukulden (akılların ihtilâfı, düşüncelerin farklı oluşundan) hakîkat tamamıyla tezahür eder.” 13

Saminen: “Hem dâr-ı teklifte gözle görünecek olan alâmet-i kıyamet ve eşrât-ı saat, bir kısım müteşabihat-ı Kur’âniye gibi kapalı ve te’villi oluyor… Hattâ Hazret-i İsa Aleyhisselâmın nüzûlü dahi ve kendisi İsa Aleyhisselâm olduğu, nur-u imanın dikkatiyle bilinir; herkes bilemez.” 14 Bu sır gereğince meselenin hikmet-i ibham perdesinde kalmasına dikkat etmeye çalıştık.

Tasian: Yine Beşinci Şuâ’da verilen bir ihtara dikkat etmeye çalıştık. Şöyle ki: “İhtar: Hakaik-i imaniyeye girmeyen cüz’î hâdisât-ı istikbaliye nazar-ı Nübüvvette ehemmiyetsizdir… Bu kısımda, Peygamberimiz (Aleyhissalâtü Vesselâm) belâgatiyle, temsiller suretinde, sırr-ı teklif hikmetine muvafık tafsil ve tasvir eder.“ 15

Bu tafsil ve tasvirlere Risale-i Nur’da yer verilen teviller ile yaklaşmaya çalıştık. Hadden aşmamaya ve taşmamaya gayret ettik.

Âşiren: Bu nevi çalışmaların muhakkak mütehassıs mütesânid heyetlerce yapılmasının zaruretini bizzat müşahede ettik.

Anladık ki bu çeşit konularda farklı mülâhazalar ve fikirler var. Çünkü mesele sırr-ı imtihanı gerektirdiği için herkes kendi ilmi ve malûmatı kadar meseleye yaklaşıyor, hatta bazen de meseleye kendi rengini katabiliyor.

Daha müstakim ve açık izahlar için şahs-ı mânevî nevinden çalışmalara ihtiyaç vardır. İnşaallah şahs-ı mânevîden bu konularda aklı ikna, kalbi itminan edecek çalışmalar bekliyoruz.

Dipnotlar:

  1- Fütuhat-ı Mekkiye, Muhyiddin-i Arabi, Bab: 66. 

  2- https://www.kutubisittedemehdiveisa.com/01_02suyuti.html 

  3- İbn Mace, Fiten, 24; Hakim, 4/441

  4- http://www.kutubisittedemehdiveisa.com/01_01heytemi.html

  5- https://sorularlaislamiyet.com/la-mehdi-illa-isa-sozu-hadis-midir-bundan-maksat-nedir-nasil-anlamak-gerekir.

  6- Sikke-i Tasdik-i Gaybi, s. 138. 

  7- Mektubat, s. 797. 

 8- http://www.yeniasya.com.tr/abdulbaki-cimic/la-mehdi-illa-isa-meselesi_471973

  9- Sözler, s. 546. 

10- Sözler, s. 547. 

11- Sikke-i Tasdik-i Gaybi, s. 20.

12- Sikke-i Tasdik-i Gaybi, s. 20.

13- Mektubat, s. 452.

14- Şuâlar, s. 914. 

15- Şuâlar, s. 914.

 

Okunma Sayısı: 6403
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
  • A. AYDIN

    17.9.2018 19:24:51

    Yazı serinizden dolayı tebrik ederim. Kırmızı çizgileri hiç geçmeden, gayet netameli bir konuda, bazı kilometre taşlarını koyarak, en azından hangi sınırlar içinde yorumlar yapılabileceğini gösterdiniz. Teşekkür ederiz. Bir heyetin taşıyabileceği vazifeyi deruhte ettiniz. Allah razı olsun.

  • Ali Tam

    17.9.2018 00:56:45

    Gayet vazih ve titiz calismanizdan ötürü tebrik ederiz. Tevrat ve Incilde evsaf-i sahabeyi okuyarak hayran kalan ve onlardan biri gibi Ümmet-i Muhammed ASM dan olmayi murad eden gayet alî ve dahî ve mütevazi ve hilm ile mücehhez Hz. Isa A.S'i da biz Ümmet-i Muhammed olarak hosamedilerle intizar etmekteyiz. Dolayisiyle onu hakiki manada seven ve sayan ve hürmetlerle ona refakat edecek eshas-i mübarek elbette ve herhalde Nur Sakirdlerinden olacaktir. Fahr-i Kainat Efendimiz ASM kendisini sahabelerini ve ümmetini tercih eden Hz. Isa ibn Meryem AS'i gerektigi gibi asrimizda agirlamayi biz ümmetine tevdi etmistir diye kalben hissediyoruz ve lebbeyk diyoruz. Takdir-i Ilahi ne ise kabulümüz. Aler-re'si vel ayn.

(*)

Namaz Vakitleri

  • İmsak

  • Güneş

  • Öğle

  • İkindi

  • Akşam

  • Yatsı