İhlâs ka’ideleriyle hareket ederler. Çünkü “vasıta-i halâs ve vesîle-i necatın ancak ihlâs ile olacağını bilirler.”
İktisadı esas tutarlar. Çünkü “kanaat eden iktisat eder, iktisat eden bereket bulur” hakîkatine uyarlar.
Tamah göstermezler. “Hırs ve tamah yerine “Şüphesiz ki rızık veren, mutlak kudret ve kuvvet sahibi olan Allah’tır.” (Zâriyât Sûresi, 51:58) âyet-i celilesi delâletiyle Kur’ân’a, kütüb-ü İlâhiyeye imânları tamdır. ”Ayrıca;” Hırs ve tamah, za’f-ı fakr noktasında teveccüh-ü nâsı celbine medar riyâkârâne vaziyet almaya sevk ediyor.” hakîkatini de bilirler.
Riyâdan sakınırlar. Çünkü riyânın bir tasannu, gösteriş, hayrı şer edeceğini ve gizli şirk olduğunu bilirler.
Tasannua girmezler. Çünkü “Dalkavukluk ve tasannunun, alçakça bir yalancılık.” olduğunu bilirler.
İnsanların hürmet ve ikramlarını arzu etmezler. Çünkü bu zamanda verilen hürmet ve ikramların çok pahalı olduğunu bilirler. Hem Üstadlarının; ”Biz, insanların hürmet ve ihtiramından ve şahsımıza ait hüsn-ü zan ve ikram ve tahsinlerinden mesleğimiz itibarıyla cidden kaçıyoruz.” dersini bilirler ve tatbik ederler.
Şan şöhret peşinde koşmazlar. “Hususan acip bir riyakârlık olan şöhretperestlik ve câzibedar bir hodfuruşluk olan tarihlere şâşaalı geçmek ve insanlara iyi görünmek ise, Nurun bir esası ve mesleği olan ihlâsa zıt ve münafi” olduğunu bilirler. Üstadları gibi, ”Onu arzulamak değil, bilâkis şahsımız itibarıyla ondan ürküyoruz “derler.