"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

“Kıyamete kadar sadece okunacak mı bu Risaleler?”

Abdülbakî ÇİMİÇ
30 Nisan 2018, Pazartesi
E-posta yoluyla yorum yazan bir kardeşimizin sualleri:

“Üstad Bediüzzaman’ın cehalet, tefrika ve zaruret diyerek tesbit ettiği hastalıklarımıza karşı, günümüz Risale-i Nur şakirtleri ne yapıyorlar? Üstad vefat edeli 57 yıl olmuş. Hâlâ Üstâd’ın teşhisleri anlatılıp duruyor. 80-100 yıllık reçete anlatılıp duruyor, reçetenin gereği yapılmıyor. Cehalet için, fakirlik için, ayrılık için ne yapılıyor? Bir şeyler demek istiyorum, imtihan sırrı 1 demiştiniz, ona takılıyorum. Yani ikinci devre başlamadı mı, üçüncü devreye doğru gidilmiyor mu? Kıyamete kadar sadece okunacak mı bu Risaleler? Anlatılanlar nasıl gerçekleşecek? Avrupa da İslâm âlemine hamile, o da onu doğuracak tesbiti, Risale-i Nur dershanelerinde okuna oku-na mı gerçekleşecek? Üstâd’ın Medreset’üz-Zehra fikri nasıl olacak? Rus mek- teb-i harbiyesine, İngiliz mektebinde gidenler ne zaman diploma alacaklar? Bu idealler Risale okuya okuya mı gerçekleşecek? Daha nice fikirler üşüşüyor aklımda. Allah’a emanet olun.” (M. D.) 

Aziz kardeşim, serzeniş dolu suallerinizde sizleri derin bir ye’se kapılmış gördük. Halbuki Rabbimiz “Allah’ın rah- metinden ümidinizi kesmeyin.”2 buyurur. Bu âyete göre nasıl ümitsiz oluruz? Hayır, asla ümitsiz değiliz! Hele hele Risale-i Nur’a muhatap olanlar hiç ümitsiz olamaz. Çünkü ellerinde Kur’ânî bir reçete var. Elbette ki bir hakikati okumak başka, anlamak başka, kabul etmek başka ve amel etmek daha başkadır. Önemli bir prensibi aktaralım. Bizim vazifemiz öncelikle âleme nizam vermek ve başkalarına kabul ettirmek değildir. Bizim vazifemiz sırf rıza-i İlâhî ile önce âlem-i asgarımızda okuduğumuz hakikatleri kabul edip amel etmektir. Yani okuduklarımız öncelikle ahvâlimizde tecelli etmelidir. Çünkü “Lisan-ı hal, lisan-ı kalden daha kuvvetli ve tesirli konuşur.” Bunun sırrını Üstad Bediüzzaman şöyle ifade eder: “Risale-i Nur şakirtlerinden kırk ellisi umûmen bilâistisna mükemmel namazlarını kılmaları, lisân-ı hâl ile ve fiil diliyle öyle bir ders ve irşaddır ki, bu sıkıntı ve zahmeti hiçe indirir, belki sevdirir. Ve şakirtler, ef’alleriyle bu dersi verdikleri gibi, kalblerindeki kuvvetli tahkikî imânlarıyla dahi buradaki ehl-i imânı ehl-i dalâletin evham ve şübehatından kurtarmalarına medar çelikten bir kale hükmüne geçeceğini rahmet ve inayet-i İlâhiyeden ümit ediyoruz.”3 

Görüldüğü gibi kemiyet olarak az, fakat keyfiyet olarak biri binine bedel olan Nur Talebelerinin lisân-ı hâl ile ve fiil diliyle verdikleri ders ve irşadı böyle anlatıyor Bediüzzaman!

Evet, Üstad vefat edeli 57 yıl olmuş. Bu doğru! Ancak Üstad hizmetlerini kendi şahsına bağlamamış. Geride ihlâs, sadâkat ve tesanüd sıfatlarına sahip bir kısım talebeler bırakmış. Onlar için “benim maddî ve mânevî herşeyden feragat mesleğimden ayrılmayacaklardır. Yalnız ve yalnız Allah rızası için çalışacaklardır.”4 demiştir. Onun için Nur Talebeleri Üstadlarından kalan hizmet-i Kur’âniye ve imâniyeyi aynen ifa ediyorlar. Çünkü Bediüzzaman mesleğini şahıslara değil, bir şahs-ı mânevîye bırakmıştır. Öyleyse Nur Talebeleri Üstadlarından almış oldukları ders-i hakîkati anlatmakla vazifelidirler. Yani vazifeleri bu Kur’ânî hakikatleri “ihya, ilân ve icradır.” Bunun için onlar vazifelerinin haricinde nur aramazlar, başka mesleklere ve noktalara da hamletmezler. Sırf rıza-i İlâhî için çalışırlar, neticesinde ise rıza-ı Hakk’ı beklerler. Fütuhat vermek, insanlara hüsn-ü tesir ettirmek, çok olmak, kabul ettirmek gibi vazifelerin kendi vazifelerine dahil olmadığını bilirler. Çünkü o vazifeler Rabbimize aittir. Zahiren bu vazifelerin görülmemesi, Nur Talebelerinin vazifelerini yapmadığı anlamına gelmez. Çünkü yapılan hizmetlerin karşılığı sadece bu dünyaya münhasır değildir. 

Zahiri görülmemesi Rabbimizin hikmetine bağlıdır. Biz vazifemizi Rabbimizin vazifesine bina ettirmeden yapmaya gayret eder, neticesini ise yine Rabbimizden ümid ederiz.

Seksen-yüz yıldır yazılanların dershanelerde okunup anlatıldığını söylemişsiniz. Evet doğrudur. Yukarıda da bah- settiğimiz gibi bu hakikatleri öncelikle okuyup yaşayacağız ve sonra anlatacağız. Yalnız şu hakikati atlamamak lâzım. Okuduklarımız şu üç safhada fıtrî zemininde gitmelidir. Okumak, anlamak ve kabul etmek. Sonra kendi hayatımızda ihyaya çalışmak. Daha sonra lisâni hâl ve kal ile ilân edip, icrasına çalışmak. Bu vazifeler fıtrî bir tekâmül ile olmalıdır. Sünnetullaha müraat etmek zarurîdir. Yoksa aksiyle ceza görülür. İşte sizlerin de yaşadığınız serzeniş ve ye’sin sebebi bu sünnetullaha uymamak olabilir. Bu reçetenin gereğinin yapılmadığını söylemek tekellüfü bir tevil olmuştur. Çünkü dünyada yaklaşık elli dünya diline çevrilen ve Kur’ân’dan sonra en fazla satılan ve okunan eserlerin Risale-i Nur olduğunu biliyoruz. Hatta yeni Müslüman olanların yüzde kırkından fazlası Risale-i Nur ile Müslüman oluyor. Çünkü asır ve teknoloji bu hakikatlere ulaşmayı çok kolaylaştırmış. Yeter ki muhtaç bir gönül arayışa geçsin. Rabbimiz çok küçük sebepler halk ederek o ihtiyacını şiddetli hisseden insanın yönünü ve yüzünü Risale-i Nur hakikatlerine çeviriyor. Çünkü insanlığın ebedî arzularını; akıl, kalb, ruh ve hissiyatının ihtiyaçlarını en mükemmel olarak Risale-i Nur karşılıyor. Bu sebeple Risale-i Nur’a muhtaç olan beşer, O’nu bulunca O’na karşı bigâne kalamıyor. Risale-i Nur sokaklarda, meydanlarda bir çığır açmıyor. Sloganvari bir metod kullanmıyor. Perde altında intişarı devam ediyor. Keyfiyet olarak bazen bir kişi bir milyon kişi kıymetinde olduğuna göre bu reçetenin gereği yapılmıyor serzenişiniz doğru değil kanaatindeyiz.

“İkinci devre başlamadı mı, üçüncü devreye doğru gidilmiyor mu?” demişsiniz. Bu ikinci ve üçüncü devreden anladığımız iman-hayat-şeriat sıralaması olsa gerek. Bu düşüncenizde de bir sehiv var diye düşünüyoruz. Çünkü iman-hayat-şeriat daireleri biri bitince diğeri başlar şeklinde anlaşılmamalı. Bu daireler mütedahil daireler gibidir. Yani iman ile hayat iç içe dairelerdir. Risale-i Nur ile müşerref olan bir kişi önce imanını taklitten tahkike çıkarır, sonra İslâm’ın emirlerini yaşamaya başlar, bu hayat dairesi olur ve aynı zamanda şeriatın da o emirlere taalluk eden prensiplerinin icrası olmuş olur. 

Fıtrî tekâmül böyledir. Biz öncelikle bu vazifeler ile vazifeliyiz. Bu vazifelere e- hemmiyet vermeyip nazarımızı ve niyetimizi geniş dairelere çevirirsek fıtrî şeriatı ve sünnetullahı atlamış oluruz. Neticesinde ise inkisar-ı hayal olur. Bu vaziyet Nur Talebelerinin metodu değildir.

Dipnotlar:

1- “Beşer zulmeder, kader adalet eder” sırrı yazımıza yazılan bir yorum. 

2- Zümer Sûresi, 39:53.

3- On Üçüncü Şuâ. 

4- Emirdağ Lâhikası-II 

Okunma Sayısı: 4808
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı