"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Müyûlât-ı kalbiye

Abdülbakî ÇİMİÇ
26 Kasım 2018, Pazartesi
Hilkat ağacının neticesi ve semeresi insandır.

Malûmdur ki, semere bütün eczânın en ekmeli ve kökten en uzağı olduğu için, bütün eczânın hâsiyetlerini, meziyetlerini taşır ve içine alır. Hilkat-i âlemin hakîkî gâyesi hükmünde olan çekirdeği yine insandır. Hayy-ı Ezelî kâinatı hayat için halk etmiş ve kâinatın merkezine hayatı ve insanı koymuştur.

Hayatın hâlis ve sâfi bir cevheri olan ruha, çekirdek hükmünde bir latîfe-i Rabbaniye olan kalb derc edilmiştir ki; o kalb kâinatı içine alabilecek bir kabiliyeti ve muhabbeti taşımaktadır. Onun içindir ki kalb insanın çekirdeği konumundadır. Kalbin imân-ı billâh, marifetullah ve muhabbetullah canibine sevk edilmesi için ubûdiyet ve ihlâs altında İslâmiyet suyu ile iskâ edilmesi gerekir. Bu iskâ ile kalb, îmân ile intibâha gelir ve insanın mânevîyatına hayat verir. Îmân ile intibâha gelen kalb, nurânî, misâlî âlem-i emirden gelen emirlere müheyya olur. Âlem-i emirden gelen emirler ise Allah’ın kullarına teklifidir. Nurânî, misâlî âlem-i emirden gelen emirlerle nurânî bir ağaç olarak yeşillenen kalb, insanın cismânî hayatına da rûh ve hayat olur. Rûh âlem-i emirden gelen emirlerle hayat bulur ve devam eder.

Bediüzzaman Hazretleri “İmânın yeri kalbdir; dimağ ise oluyor mâkes-i nur-u îmân... Kalb ile vicdan, mahall-i îmân… Fikir ile dimağ, bekçi-i îmân.” 1 tesbitlerini yapar. Bediüzzaman îmânın yerinin kalb, dimağın ise îmân nurunun makes bulduğu bir lâtife olduğunu ifade eder. Ayrıca imânın mahallinin kalb ile vicdan, fikir ile dimağın ise imânın bekçisi olduğunu söyler. Bununla beraber “Kalb, imânın mahalli olduğu gibi, en evvel Sânii arayan ve isteyen ve Sâniin vücudunu delâiliyle ilân eden, kalb ile vicdandır.” 2 Öyleyse insanın bâtın-ı kalbi mahall-i îmândır. “Hem de akıl, nazar penceresiyle eşyaya bakar. Hâlbuki mahall-i îmân olan kalb, hads (sezgi) ve ilham gibi isimlerle tâbir edilen bir hiss-i sâdise-i bâtıniye (altıncı bir his) ile hakaike bakar.” 3

Kalbten çıkan meyiller ruhun özel araştırmalarından ve ihtiyaçlarından gelir. Ruh, kalpten zuhur edecek olan meyillere ihtiyaç duyacak ve onu arayacak şekilde yaratılmıştır. Ruh ise, imân nuru ile harekete geçer. Ruhun kalbin meyillerinden gelecek ihtiyaçlarının karşılanması için, kalbin îmân nuru ile nurlanması gerekir. Ruh, kalbten meyleden hayırları yapar, şer ise kendini çeker. Mecâzî nefs-i emmârenin bir nevi vazifesini yapan kör hisler, kalbi imân ile nurlanmış olan bir mü’mini yanlış yola sevk edip onu mağlûp edemez. Bu noktaya şöyle işaret edilir: “Bizde bir hırsız elini başkasının malına uzattığı dakikada hadd-i şer’înin icrasını tahattur eder. Arş-ı İlâhîden nâzil olan emir hatırına gelir. İmânın hassasıyla, kalbin kulağıyla, kelâm-ı ezelîden gelen ve hırsız elinin idamına hükmeden “Hırsız erkeğin ve hırsız kadının elini kesin.” 4 âyetini hissedip işitir gibi imân ve itikadı heyecana ve hissiyat-ı ulviyesi harekete gelir. Ruhun etrafından, vicdanın derin yerlerinden, o sirkat (hırsızlık) meyelânına hücum gibi bir hâlet-i ruhiye hâsıl olur. Nefis ve hevesten gelen meyelân parçalanır, çekilir. Git gide, o meyelân bütün bütün kesilir. Çünkü, yalnız vehim ve fikir değil, belki mânevî kuvveleri (akıl, kalb ve vicdan) birden o hisse, o hevese, hücum eder. Hadd-i şer’îyi tahattur ile ulvî zecr ve vicdanî bir yasakçı o hissin karşısına çıkar, susturur.”5 Müyûlât-ı kalbîye nasıl tahakkuk eder?

“Tesirat-ı hariciyeden kalbin bir kısım ihtisasatı (özel araştırmaları) ihtizaza gelmekle (harekete geçmekle) müyülât tevellüt eder.” 6 “Güya aklın borazanı denilmeye şayan olan irade ses etmekle, kalbin karanlık köşelerinde yatan mânâlar çıplak, yalın ayak, baş açık olarak çıktıklarından, mahall-i suver (suretlerin mahalli) olan hayale girerler. O hazinetü’l-hayalde (hayal hazinesinde) buldukları sureti giyerler. (Mânâlar kalbden çıktıkları vakit, suretlerden çıplak olarak hayale girerler, oradan suretleri giyerler.)7 En ekall bir yazmayı sarar. Veya bir pabucu giyer. Lâakal bir nişanla çıkar. Hiç olmazsa bir düğmeyle veya bir kelimeyle, kendinin nerede terbiye olduğunu gösterir.” 8 Bir fiil, kalbin ve hissin temayülatından çıkar. Çünkü kalp bu fiillere fıtraten istidadlıdır. İmân kalpte ve kafada (dimağda) daimî mânevî bir yasakçıdır. Fena meyelanlar his ve nefisten çıkar. “Çünkü tevehhüm ve heves ve his, ileriyi görmüyor, belki inkâr ediyorlar. Nefis dahi yardım etse, mahall-i îmân olan kalb ve akıl susarlar, mağlûp oluyorlar.”9 Bu meyillere fikir ile dimağ, imân bekçiliği yapar. İnsanın güzel fiilleri, kalbin temayülatından çıkar. Vesveseleri ve fena meyilleri kalbdeki imân reddeder. Güzel meyillerden sonra fiillerin ilk hareketi duygulara ait ise vicdanda makes bulur. Eğer bu fiiller efkâra (fikirlere) ait ise dimağa yansır. Bediüzzaman bu noktaya şöyle işaret eder: ”Kalbden maksat, sanevberî (çam kozalağı) gibi bir et parçası değildir. Ancak, bir lâtife-i Rabbaniyedir ki, mazhar-ı hissiyatı vicdan, mâkes-i efkârı dimağdır.” 10

Kalbin en güzel fiili imân etmektir. Kalbe gelen kötü hatıralar ise kalbin işi değildir. ”Hem bununla beraber, o çirkin sözler, senin kalbinin sözleri değil. Çünkü senin kalbin, ondan müteessir ve müteessiftir. Belki kalbe yakın olan lümme-i şeytanîden geliyor.” 11 İrade dışında ortaya çıkan bu sonuçtan kalb sorumlu da değildir. Çünkü bunlar birer vesvesedirler, vesvese ise kalbin değil şeytanın fiilidir.

Elhasıl: İnsan, kalbin tasfiyesiyle ve imân ve teslimiyetle hakîkate uruc edebilir. İmânın hassasıyla, kalbin kulağıyla, kelâm-ı ezelîden gelen emirleri dinler. İmân ile hakîkî mânâda hayat bulur ve mânevî âlemi canlanır. Böylece Cenâb-ı Allah’ın nurânî, misâlî âlemi olan melekût âleminden gelen emirler ile kalb terbiye olur ve gıdasını alır. Böylece âlem-i emirden gelen emirler ile imân ve i’tikadı heyecana ve hissiyat-ı ulviyesi harekete geçer. 

Ruhun etrafından, vicdanın derin yerlerinden, günâh meyelânına hücum gibi bir hâlet-i rûhiye hâsıl olur. Nefis ve hevesten gelen meyelân parçalanır, çekilir.

Dipnotlar:

  1- Sözler (Lemaat), s. 1191.

  2- İşârâtü’l-İ’câz, s. 72. 

  3- Eski Said Dönemi Eserleri, s. 512

  4- Mâide Sûresi, 5:38. 

  5- Eski Said Dönemi Eserleri, s. 367.

  6- Muhakemat, s. 135.

  7- Sözler, s. 434.

  8- Muhakemat, s. 126.

  9- Lem’alar, s. 220.

10- İşârâtü’l-İ’câz, s. 72.

11- Sözler, s. 434.

Okunma Sayısı: 2060
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı