Risâle-i Nûr derslerini terk etmezler. Bahar, yaz meşgaleleri ve gecelerin kısa olması bir derece neşeli kış derslerine benzemediği için fütur gelebilir.
Dersler, ulûm-u imâniyeden olduğu için yalnız kendi nefislerine dinletilse yeteceğini bilirler ve terk etmezler. Hem o dersleri dinleyenlerin yalnız insanlar olmadığını bilirler.
Başka mesleklere düşmanlık değil, kendi mesleğine muhabbet ederler.” Mesleğim haktır veya daha güzeldir” demeye haklarının olduğunu; fakat “Yalnız hak benim mesleğimdir ” demeye haklarının olmadığını bilirler. İnsafsız nazarlarını ve düşkün fikirlerini hakem yapmazlar.
Fiilleri sözlerini tasdik eder. Ne söylediyseler yaşamaya ve ne yaşadılarsa söylemeye çalışırlar. Çünkü,” Eğer biz ahlâk-ı İslâmiyenin ve hakaik-i imâniyenin kemâlâtını ef’âlimizle izhar etsek, sair dinlerin tâbileri, elbette cemaatlerle İslâmiyete girecekler; belki küre-i arzın bazı kıt’aları ve devletleri de İslâmiyete dehâlet edecekler.” hakîkatine sadâkatle inanırlar.