Kemiyete değil, keyfiyete bakarlar.
“Cenâb-ı Hakkın rızası ihlâs ile kazanılır; kesret-i etbâ’ ile ve fazla muvaffakiyetle değildir. Çünkü onlar, vazîfe-i İlâhiyeye ait olduğu için, istenilmez, belki bazan verilir.” sırrına muttalidirler. Hem, ”Kemiyetin ehemmiyeti o kadar medar-ı nazar olmamalı. Çünkü bazan birtek adamın irşadı, bin adamın irşadı kadar rıza-yı İlâhîye medar olur.” diye inanırlar.
Şahsa değil, şahs-ı mânevîyeye dayanır ve ehemmiyet verirler. “Zaman cemaat zamanıdır. Cemaatın ruhu olan şahs-ı mânevî daha metindir. Şahıs ne kadar da harika olsa, şahs-ı mânevîye karşı mağlûp olmak kabildir. Umum Esma-i Hüsna, âzâmî mertebesiyle Risâle-i Nûrun şahs-ı mânevisinde tecelli ettiği” hakîkatlerine inanırlar.