"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Risâle-i Nur, iman ile hürriyeti parlatır

Abdülbakî ÇİMİÇ
12 Mart 2018, Pazartesi 00:10
Hürriyet-i şer’iye, Cenâb-ı Hakk’ın rahman, rahîm tecellisiyle bir ihsanıdır ve îmânın bir hassasıdır.

İmân ne kadar mükemmel olursa, o derece hürriyet parlar. İnsan hürriyet ve meşveret-i meşrûa ile tekâmül eder. Her alanda makes bulmalıdır. Bediüzzaman, “hiçbir kayıt altına girmemiş ve hürriyetini hiçbir şeye ve lezzete feda etmemiş ve hattâ zaman-ı istibdatta hürriyetin ünvanı ve en müsait bir zemini olan divaneliği kabul etmiş ve âlem-i gayptan gelen bir seda-i mânevî vicdanında taninendaz olarak (çınlayarak) kalbindeki İslâmiyet’i tehyiç ve gayretini temviç ederek bu hararetli hissiyatını aks-i sedası gibi izhar eylemiş bir”1 mütefekkirdir. Çünkü “Asıl mü’min hakkıyla hürdür. Sâni-i Âlem’e abd ve hizmetkâr olan, halka tezellüle tenezzül etmemek gerektir. Demek, ne kadar imâna kuvvet verilse, hürriyet de o kadar kuvvet bulur. Amma, hürriyet-i mutlak ise, vahşet-i mutlakadır, belki hayvanlıktır. Tahdid-i hürriyet dahi, insaniyet nokta-i nazarında zarurîdir.”2

Madem hakikat böyledir, öyle ise biz insancasına ve Müslümancasına yaşamak için; hürriyet-i şer’iye zemininde, imânın bizlere bahşettiği hürriyetten hakkıyla istifade etmek istiyoruz. Âlem-i İslâm’ın en büyük problemlerinin başında istibdadın içimizde hayat bulması ve hürriyet-i şer’îyenin te’sis edilememesi gelir. İnşâallah istibdadın kırılması ve hürriyet-i şer’iyenin te’sis edilmesi ile âlem-i İslâm nefes alabilir ve rahat edebilir. Bediüzzaman bu vazifeyi ahrar ve hürriyetçilerin yapacağını söyler. “İnşâallah, o Ahrarlar istibdad-ı mutlakı kaldırıp tam bir hürriyet-i şer’iyeye vesile olacaklar.”3 der.

Medresetüz’zehra projesi

Medresetüz’zehra tam bir medeniyet projesidir. Din ve fen ilimleri birlikte okutulur. Akıl ve kalbi ittifak ettirir. İnsanı arş-ı kemâlât ve evc-i âlâya çıkarır. Medresetüz’zehra projesi mektep, medrese ve tekkeyi tevhid eder. Bu metoda zaruret derecesinde ihtiyaç vardır. Cehaletin izalesi, münevverü’l kalb ve münevverü’l akıl ile mümkündür. Medresetüz’zehra projesi bu birlikteliği sağlar. Yani “intizam ve tefeyyüz ondan buna geçsin ve fazilet ve diyanet, bundan ona geçsin; tebâdül ile her biri ötekine bir kanat verip zülcenaheyn olsun.”4 Risâle-i Nur bağımsız bir Kur’ân medeniyetini Asr-ı Saadete bağlayarak bütün dünyaya ilân etmiştir. İslâm medeniyetini tekrar te’sis etmiş, Batı medeniyetini tasfiye ederek Medeniyet-i Ahmediye’nin (asm) inşasının yolunu açmıştır. Medresetüz’zehra projesi bu mânâda da çok ehemmiyetlidir. Mânen vücut bulduğu gibi, maddeten de vücut bulmalıdır.

Nur Talebeleri vazifelerini yaparlar, vazife-i İlâhiye karışmazlar

Nur Talebeleri, Risâle-i Nur’dan aldıkları hakîkat dersleri ile vazifelerini karşılık beklemeden rıza-i İlâhî ile yerine getirmeye çalışırlar. Sırr-ı ihlâs, hiçbir dünyevî menfâati ve neticeyi niyet etmemektir. İçtimâî ve siyâsî hesaplara ve neticelere hizmetleri bina etmemektir. Risâle-i Nur Talebeleri, Risâle-i Nur’dan almış oldukları ders-i hakîkate istinâden ve ittibâen sırr-ı teslimiyetle dünyevî ve uhrevî neticelere hizmetlerini bina etmezler; sırf sırr-ı ihlâs gereği rıza-ı İlâhî ile vazifelerini yaparlar. İnsan, harekâtını Cenâb-ı Hakk’ın vazifesine bina etmemelidir. İmân hizmeti, îmân hakâiki, bu kâinatta herşeyin fevkindedir, hiçbir şeye âlet ve tâbi olamaz. Sırr-ı ihlâs, karşılığında dünyevî ve uhrevî karşılık beklemeden amel yapmaktır. Bizim vazifemiz rıza-yı İlâhîye göre sırf hizmet-i îmâniyeyi yapmaktır. Neticesi Allah’a aittir. Tarîk-ı hakta çalışan ve mücahede edenler, yalnız kendi vazîfelerini düşünmek lâzım gelir. Cenâb-ı Hakk’ın vazifesine karışmazlar. Hizmette zahiren mağlûp da görünsek, kuvve-i mânevîyemize ve hizmetimize noksanlık vermeyecek. O noktada kanâat etmek lâzımdır. Vazîfemiz, ihlâsla Kur’ân’a hizmet etmektir. Bizi muvaffak etmek ve halka kabul ettirmek ve muarızları kaçırmak ise, o vazîfe-i İlâhiyedir.

Enaniyet asrında şahs-ı mânevîye dahil olmak gerekir

Enaniyet asrında şahs-ı mânevînin kevser-i Kur’âniye havuzunda erimekten başka çare yoktur. O havuzda erimeyen hizmet edemez. İsterse dâhi olsun! Zihniyet-i inhisar, hubb-u nefisten gelir. Nefis hep kendine yontar. Tekelcidir nefs-i nâdan! Ayrıca kıskançlık mikrobu, nefsin çöplüğünde mebzul miktarda oynar. Nefis o mikrobu çok istimal eder. Çünkü nefsin mânevî gıdası süfli hissiyattır. Süfli hissiyattan nefsin hissesini kesmek lâzım. Bu ise ancak ve ancak sırr-ı ihlâs ile mümkündür. Sırr-ı ihlâs ise, ancak bir cemâatin kevser-i Kur’âniye havuzu olan şahs-ı mânevîde temerküz eder ve oradan âlem-i asgarımıza temessül ve tecelli eder. Karşılığında ise bedel olarak o şakirtlerden tam ve hâlis bir sadâkat ve dâimî ve sarsılmaz bir sebat ister.

Meşreplerin yapması gereken hususlar

Her meşrep, kendi müntesibini celbeder. Fıtratın gereği de budur. Fıtratı kendi fıtrî seyrine bırakmak lâzımdır. Tekellüflü izahlardan ve zorlamalı tevillerden kaçınmak gerek. Meşrebî taassup, mânevî bir hastalıktır. Ancak taassub ile hamiyet ayrı hasletlerdir. Birbirine iltibas edilmemelidir. “Hamiyet ise, şiddet-i mevanie (manilerin şiddetine) karşı şiddetle metanet etmektir.”5 Bir hizmet ekolünün “Hak yalnız benim mesleğimdir.” veyahut “Güzel benim meşrebimdir.”6 demediği sürece mesleğini ve meşrebini “hak” yahut “daha güzel” görmesi meşrûdur ve sırr-ı ihlâsa aykırı değildir. Meşreben imtizaç edemeyenler, fıtrî temayül ile en yakın meşrebine su gibi akmalıdır. Sel gibi taşmadan, çevresine zarar vermeden, kendi fıtrî mecrasını bulmalıdır. İftirak çıkararak imtizacı ve tesanüdü bozmak müsbet harekete muhaliftir. Risâle-i Nur’un bize izin vermediği yollara başvurmamak lâzımdır. Yoksa sırr-ı ihlâs zarar görür. Zaten şahs-ı mânevî de kendi havuzunda erimeyenlere yol verir. Çünkü bu ve benzeri haller bazen bir zaruret halini alır. “Hayr-ı kesir için şerr-i kalil kabul edilir.”7 prensibi devreye sokulur. Vazîfemiz, ihlâs, sebat, tesanüd, mümkün olduğu kadar ihtiyatla, sırren tenevveret irşad-ı Alevîyi fiilen tasdik etmek, ona göre hareket etmektir.

Dipnotlar:

1- Eski Said Dönemi Eserleri (Makalat), s. 39.

2- a.g.e, s. 73.

3- Emirdağ Lâhikası-II, s. 520.

4- Eski Said Dönemi Eserleri (Münâzarât), s. 292.

5- a.g.e, s. 214.

6- Lem’alar, s. 375.

7- Mektubat, s. 71.

Okunma Sayısı: 2863
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı