"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Uhuvvetimizi muhafaza için

Abdullah Emre BENLİCE
06 Şubat 2016, Cumartesi
Bununla beraber bir mühim mesele daha var ki, cemaat içerisinde bulunan hiçbir fert şahsî kanaatlerine göre, şahsî ihtirasları uğruna cemaati kullanmamalı. Muhabbetimizi, uhuvvetimizi bozan uygunsuz heves ve arzularına âlet etmemeli. Şahsî cesaretini, duygularını tatmin etmek için kullanmamalı. Meşveret vardır, Şahs-ı manevî vardır, onun cesareti, hizmeti, himmeti vardır. Yine Bediüzzaman’ın bir mektubunda hatırlattığı gibi; “Hem, bir adam kendi başına cesareti güzel de olsa, bir cemaat-i mütesanideye girdikten sonra, onların istirahatini ve sarsılmamalarını muhafaza etmek için, o şahsî cesareti istimal edemez.”2

Biz bir cemaatiz, kâinat zemininde bir maddî manevî vazifelerimiz var. Bu vazifelerimizi hangi sebeplere, kriterlere, kanaatlere göre belirledik, yapıyoruz veya yapmaya çalışıyoruz. Bunlar nedir?

Birincisi; Kâinat zemininde bir vazifemiz varsa, elbette kâinatın mutasarrıfı, Rububiyet sahibi olan Zat-ı Zülcelal bizleri bu âlemde istihdam etmiş, vazifemizi, gayet az, gayet âciz ve fakir olmamıza rağmen omzumuza yüklemiş, herkes kendi istidadı nispetinde  o nimetten istifade ediyor. Bunun farkında olarak hizmetlerimizi yapmamız lâzım.

İkincisi; Kâinat yüzünde bütün âlemler için, geçmiş asırlara gönderilmiş kutsî bir kelâm olan Peygamberimizin (asm) en büyük mu’cizesi ve Risale-i Nurların kaynağı, yüksek bir hazine olan Kur’ân’ımızdır.

Üçüncüsü; Yine yüce kaynağı Kur’ân-ı Kerîm olan Risale-i Nurlardır. Bediüzzaman’a kesben vehben ve ilhamen yazdırılan,  hususan ahirzaman ve onun dışında bütün geçmiş zamanlarıda alâkadar eden, Kur’ân’ın manevî bir mu’cizesi, büyük bir dâvâ olan Kur’ân medeniyeti dâvâsının içinde ehemmiyetli bir bürhan, tesiri büyük bir tefsirdir.

Dördüncüsü; Üstadımız Bediüzzaman ve onun beraberinde yetiştirdiği, beraber çokca sıkıntılara rağmen, yazarak, okuyarak, taşıyarak, hıfzederek elimizdeki nurlara hizmet eden ağabeylerimiz ve bunların içinde Bediüzzaman’ın “kâinata değiştirmem” dediği Zübeyir Gündüzalp Abimizdir.

Beşincisi; Zübeyir Ağabeyimiz ve beraberinde oldukları ağabeylerimizle yaptıkları meşveretler sonucu “lahana yaprağı kadarda olsa bir mecmuamız olsun” dedikleri ve ortaya koydukları Yeni Asya misyonumuzdur.

Altıncısı; Sabıkan saydığımız bütün bu kriterlerinde  içinde bulunduğu medreselerimiz ve meşveretlerimizde, bir cemaat olarak, kâinat sayfasında maddî manevî vazifelerimizi yapabilmemiz için mühim sebeplerdendir.

Sıraladığımız hakikatlerle beraber daha  mühim bir mesele varki; Bu kutsî Kur’ân hizmetimizi yaparken Risale-i Nur’daki  kriterleri de göz önünde bulundurmak zorundayız. Yoksa hata etmek, muvaffak olamamak ihtimali var.

Risale-i Nurda, Bediüzzaman’ın talebelerine yazdığı bir mektupta; “Aziz kardeşlerim, bu defa yazılarınızda İhlâs Risalelerini gördüğüm için sizi o gibi Risalelerin dersine havale edip, ziyade bir derse ihtiyaç görmedim. 

Yalnız bunu ihtar ediyorum ki: Mesleğimiz, sırr-ı ihlâsa dayanıp, hakaik-ı imaniye olduğu için, hayat-ı dünyaya, hayat-ı içtimaiyeye mecbur olmadan karışmamak ve rekabet ve tarafgirliğe ve mübarezeye sevk eden hâlâttan tecerrüd etmeye, mesleğimiz itibarıyla mecburuz. Binler teessüf ki, şimdi müthiş yılanların hücumuna maruz bîçare ehl-i ilim ve ehl-i diyanet, sineklerin ısırması gibi cüz’î kusuratı bahane ederek, birbirine tenkitle, yılanların ve zındık münafıkların tahribatlarına ve kendilerini onların eliyle öldürmesine yardım ediyorlar.”1

Bu mektupta Bediüzzaman, talebeleri için; ihlâs kaidelerine uyduklarını söyleyip, onları teşvik ederken, birkaç hatayı da ihtar ederek uyarıyor. O ihtarlara ve teşvik ettiği ihlâs kaidelerine çok fazla ihtiyacımız var. Bu ihtarları anlayıp hazmedip, hakaik-ı imaniye olan mesleğimizi rekabete, tarafgirliğe, mübarezeye sebep veren hallerden arındırmalıyız. Müthiş yılanların hücumuna maruz biçare ehl-i ilim ve ehl-i diyanet olarak, sineklerin ısırmaları gibi küçük kusurları bahane ile birbirimizi tenkit edip, yılanların ve zındıka münafıklarının tahribatlarına ve kendi irademizle onların bizleri öldürmelerine sebep olmamalıyız.

Bununla beraber bir mühim mesele daha var ki, cemaat içerisinde buluna hiçbir fert şahsî kanaatlerine göre, şahsî ihtirasları uğruna cemaati kullanmamalı. Muhabbetimizi, uhuvvetimizi bozan uygunsuz heves ve arzularına âlet etmemeli. Şahsî cesaretini, duygularını tatmin etmek için kullanmamalı. Meşveret vardır, Şahs-ı manevî vardır, onun cesareti, hizmeti, himmeti vardır. Yine Bediüzzaman’ın bir mektubunda hatırlattığı gibi; “Hem, bir adam kendi başına cesareti güzel de olsa, bir cemaat-i mütesanideye girdikten sonra, onların istirahatini ve sarsılmamalarını muhafaza etmek için, o şahsî cesareti istimal edemez.”2 

Eğer istimal ederse gürültü çoğalır, tesanüt bozulur, hizmet edemez, birbirimizle uğraşır hale geliriz. 

Allah muhafaza.

Dipnotlar:

1) Yeni Asya Neşriyat yeni tanzim Kastamonu Lâhikası  s. 359.

2) Yeni Asya Neşriyat yeni tanzim Kastamonu Lâhikası  s. 356.

Okunma Sayısı: 1593
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı