"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Fıtrat kanunları hürriyeti emreder

Abdullah ŞAHİN
28 Ekim 2018, Pazar
Cenâb-ı Hakk’ın isim ve sıfatlarının beşer üzerinde bir tecellisi sonucu, insanlığın hem dünya ve hem ahiret saadetinin temininde fıtraten, meşrû ve meşrûti olan bir yönetim ihtiyacını ortaya çıkarmıştır.

 Gerçek ve hak manada halife-i arz olarak dünyaya gönderilen ve irade-i cüziye ile donatılan insanlar, Alah adına ve O’nun emirlerine göre kendilerini, mükteza-yı halin icabı doğrultusunda, mahlûkatı sevk ve idare için bu âleme gönderilmişlerdir. Beşeriyetin huzur ve mutluluğu açısından, dünyanın geniş kıt’alarında uygulanabilir olması esas alınarak, eski adıyla meşrûtiyet ve şimdiki adıyla cumhuriyet adı verilen yönetim şekli en iyi yönetim şekillerinden biridir. Kelime anlamına göre bu yönetimin esası halkın hür iradesine bağlı olup, yönetim bu hür iradenin seçtiği parlamentonun sevk ve idaresine göre keyfiyet kazanmaktadır. Büyük Kur’ân Müfessiri Bediüzzaman, Kur’ân ve Hz. Peygamberin (asm) sünnetlerinden aldığı ölçülerle, bu yönetim şeklinin, olmazsa olmazlarını üç ana umdeye dayandırıp bunu şöylece izah eder:

“Cumhuriyet ki: Adalet ve meşveret ve kanunda inhisar-ı kuvvetten ibarettir. (Divan-ı Harb-i Örfî, ss. 64-66. )

Hürriyet ise bu üç prensibin hepsinin ana umdesidir.

Aslında bu üç ana gövdenin fıtrî olarak tezahürleri varlık âlemindeki yaratılış, yaşayış ve hayat âleminde kendisini göstermektedir.

Birincisi olan adaletle alâkalı, başta insan olmak üzere, atomlardan galaksilere kadar bütün varlıkların yaratılış, hayat, sevk ve idarelerindeki muhteşem ve fıtrî mizan adalet ve dakik ölçülerin tecellisi insan milletinin idaresinde yönetenlerin fıtraten “Adl” ismine iktiza ölçüsünde muvaffak olabileceklerini göstermektedir.

İkinci ana umde olan meşveret hakikatinin tecellisi ile alâkalı olarak ise, kâinattaki fıtrî teavün düsturu aynı zamanda fıtrî meşveret düsturunu da iktiza ediyor. İnsan açısından düşündüğümüzde; ortaya çıkan sağlıklı kararlar, kişinin akıl, kalp, vicdan, idrak vb. iç dünyasıyla fıtrî olarak yaptığı bir meşveretin sonucudur. Bu cümleden olarak empati de kişinin iç dünyasıyla yaptığı bir cins meşveretidir. Meşveret aslında bir nev’î fikir yardımlaşmasıdır. Buna bir başka misal ise, belgesellerde de açıkça görüldüğü gibi, varlık âleminde bulunan binlerce çeşit hayvanat ve diğer canlıların aralarındaki fıtrî irtibat, yardımlaşma ve meşveret sonucu aynı hedefe yönelip, mükemmel şekilde sevk ve idare edilmeleridir.

Hem beşerin bu güne kadar sahip olduğu bütün terakki ve güzellikler, asırların birbiriyle meşveretinin bir sonucudur.

İslâm âlemi ve insanlık âleminin bu gün ve gelecekte karşılaşacağı promlemlerde, maddî ve mânevî bir kurtuluş reçetesi olan Hutbe-i Şamiye eserinin 6. Hastalık bölümünde bu meşveret hadisesi şöylece ifade edilir:

“...Evet, nasıl ki, nev-i beşerdeki telâhuk-u efkâr ünvanı altında asırlar ve zamanların tarih vasıtasıyla birbiriyle meşvereti, bütün beşeriyetin terakkiyatı ve fünunun esası olduğu gibi, en büyük kıt’a olan Asya’nın en geri kalmasının bir sebebi, o şûrâ-yı hakikiyeyi yapmamasıdır.” (Hutbe-i Şamiye sh: 52)

Bediüzzaman, “cumhuriyet ve demokrasi” mânâlarına eşdeğer gördüğü meşrûtiyeti, “şeriat namına alkışladığını” (Divan-ı Harb-i Örfî, s. 69) bundan bir asır önce, açıkça söyleyen bir büyük âlimidir. Onun, zamanın zor şartları içinde cumhuriyetçiliğini anlatırken, arı ve karınca gibi hayvanat âleminden getirdiği şu misal, cumhuriyet manasının fıtrîliğinin diğer bir ifadesidir.

1935’te Eskişehir Ağır Ceza Mahkemesi savcılığı tarafından kendisine sorulan suale verdiği cevapta şöyle der: “Orada benden sordular ki: “Cumhuriyet hakkında fikrin nedir?”

Ben de dedim: “Eskişehir mahkeme reisinden başka daha sizler dünyaya gelmeden ben dindar bir Cumhuriyetçi olduğumu elinizdeki tarihçe-i hayatım ispat eder. 

Hülâsası şudur ki:

O zaman, şimdiki gibi, hâlî bir türbe kubbesinde inzivada idim. Bana çorba geliyordu; ben de tanelerini karıncalara verirdim, ekmeğimi onun suyu ile yerdim. İşitenler benden soruyordular; ben de derdim: “Bu karınca ve arı milletleri cumhuriyetçidirler. O cumhuriyetperverliklerine hürmeten, taneleri karıncalara verirdim.”

Sonra dediler: “Sen Selef-i Salihîne muhalefet ediyorsun.”

Cevaben diyordum: “Hulefa-i Râşidîn; her biri hem halife, hem reis-i cumhur idi. Sıddık-ı Ekber (ra), Aşere-i Mübeşşereye ve Sahabe-i Kirama elbette reis-i cumhur hükmünde idi. Fakat, manasız isim ve resim değil, belki hakikat-i adaleti ve hürriyet-i şer’iyeyi taşıyan mana-yı dindar Cumhuriyetin reisleri idiler.” (B. S. Nursî Tarihçe-i Hayatı, s. 422)

Üçüncü umde olarak ise, meşrûtiyetin gücünü hak, adalet ve meşverete dayalı kanunlar ve prensipler zincirinden alması hakikatidir. Kanunun gücü, mukanninin (kanun koyucu) gücüne dayanır.

Yusuf Sûresi 21. Âyetinde yer alan “Vallahü ğalibün alâ emrihi (Allah hükmünde ve emrinde galip olandır; O, ne diler ve emrederse o olur) hakikatinden ve daha bir çok Kur’ân âyetinden ve kâinatın şu şekl-i hazırında cari olan İlâhî kanunlardan anlıyoruz ki, gerçek güç ve kanun sahibi Allahtır.

İnsanların sevk ve idarede kullanacakları kanun ve nizamın ise bu fıtrî kanunlara mutabık olması ölçüsünde muvaffakıyet sağlayacağı ayrı bir gerçektir.

Muhteviyatındaki adalet, meşveret ve kanun hâkimiyeti vb. fıtrî umdelerin hakkıyla hayat bulması sonucu insanlık ve İslâm âlemine maddî ve manevî huzur ve mutluluk getireceğini Kur’ân ve Hz. Peygamberden (asm) aldığı ölçülerle izah ve ispat eden Bediüzzaman Cumhuriyet ve meşrûtiyet için şu ifadeleri kullanır: “.....mütehakkimâne istibdadın şeriatla bir münasebeti olmadığını beyan ettim. Şöyle ki: “Seyyidü’l-kavmi hâdimühüm” [Kavmin efendisi onlara hizmet edendir.] hadisinin sırrıyla, Şeriat âleme gelmiş; tâ istibdadı ve zalimâne tahakkümü mahvetsin.

Eğer temessül etse istibdat bir dev ve meşrû meşrûtiyet bir manevî Süleyman, şeriat hatem-i Süleyman suretine girerdi. Bu hasiyet-i tesahhüre malik olan, hatem-i şeriat idi. Bu hasiyet-i teshire malik olan hatem, şeriat idi. Taht-ı medeniyette oturan ve efkâr-ı umumiye denilen Süleyman, meşrûtiyetin engüştune lâyık iken, ifrit istibdat gasbetmiş idi.” (Eski Said Dönemi Eserleri/ Divan-ı Harb-i Örfi 2. Cinayet sh: 121) Burada kullandığı “hatem-i Süleyman” tabiri ise bu konudaki ayrı bir özellik ve güzelliği nazara vermektedir:

Rivayetlere göre, Hz. Davut kendisinden sonra oğullarından yerine geçecek olanını tesbit için, Cebrail’in (as) de yol göstermesiyle, halkın huzurunda oğullarına, devlet yönetiminde hayati önem taşıyan 10 soruyu sorar. Bu soruların tamamına mukni cevaplar veren tek kişi Hz. Süleymandır.

Hz. Süleyman, kendisine mu’cize nevinden verilen bütün mahlûkatın lisanlarını bilme ve mahkemelerindeki yargılamalarına anında vakıf olma hususiyetiyle insanlık tarihine geçmiş, aynı anda hem peygamber hem de padişahtı. Konuyla ilgili âyetlerden birinde:

Süleymân, Dâvûd’a vâris oldu ve dedi ki: “Ey insanlar! Bize kuş dili öğretildi ve bize her şeyden (nasipler) verildi. Doğrusu bu, apaçık bir lütuftur.” (en-Neml, 16) buyrulmaktadır.

Asırlardan bu yana gelen “Yüzük (hatem) kimdeyse padişah odur” sözü o zamanın mahsulüdür. Yönetici olarak görevlendirilmesi ve hayvanların hak ve hukuku dahil, mülkünde adaleti bihakkın sağlamasıyla, asırlar öncesinde, mana-yı ismiyle değil, mana-ı harfiyle keyfiyeten meşrûti sistemi uygulaması bu sistemin manevî ve fıtrî ve peygamberi olduğunu göstermektedir.

Hz. Süleymanın babası Hz. Davud (as) tarafından kendisine verilen ve sırlarla dolu olan yüzüğü ile ilgili anlatılan rivayetlerdeki iki husus, hassaten ehemmiyetli olup, günümüz devlet idarelerine ve idarecilerine ve bizlere ışık tutmaktadır.

Burada söz konusu olan ve Cennetten getirilip üzerinde “Mülk Allah’ındır” yazan Hz. Süleyman’ın hatemi sıradan bir yüzük değil, adalet, hak ve hukuku üstün tutan sistemi temsil eden yüksek bir nişandır.

Hz. Süleyman kılığına girerek Hz. Süleyman’ın yüzüğünü çalan ifrit ise, aslında bu zamanda müstebit olup, kendisini halka demokrat gibi göstermeye çalışarak milletini kandıran iki yüzlü siyasetçilerin ve idarecilerin o zamandaki temsilcisidir.

Bize düşen ise “Manevî bir Süleyman” namını hak eden ve insan fıtratına uygunluğuyla İslâm ve insanlık âleminin bu gün ve gelecekteki mutluluk ve huzurunu sağlama istidadında olan gerçek cumhuriyet ve demokrasiye sahip çıkarak, gelişmesi için, hayatımızın her alanında, elimizden gelen çalışma ve gayreti göstermektir.

Çünkü, “Asya’nın bahtının miftahı meşveret ve şûrâdır.” İslâm ve insanlık âleminin mutlu geleceği ise cumhuriyet ve demokrasiye olan himmeti nispetine göre şekillenecektir.

Okunma Sayısı: 2776
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı